Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
***
Akesyan'ın ulu dağı Oleas'ın eteklerinde duran arabanın kapısının açılmasıyla dışarıdan gelen kuş cıvıltıları ve yeni açmış bahar çiçeklerinin kokusu burnunu doldurdu Minseok'un. Tıpkı bir gelin gibi giydirildiği beyaz kaftanının uzun eteklerini yine beyaz eldivenli elleriyle kaldırdı ve aşağı inerken üzerindeki ağırlıktan dolayı düşmemek için onu bekleyen uşağının elini tuttu.
Dışarı çıktığında altın süslemeli, bembeyaz atların çektiği arabasını takip etmesi gereken ikinci arabayı aradı gözleri. Dağa tırmanan patikanın başında onu bekleyen küçük çocukları görmüş, başıyla selamlamıştı onları. Yakıcı olmayan güneş gözlerini parlatarak onları birer bal kavanozuna çevirirken tatlı rüzgar yüzündeki tül peçeyi hareketlendirdi.
Krem rengi başlığının iki yanına tutturulmuş olan ince beyaz tülden bir peçe, üstündeki altın işlemeli çiçek motiflerinin Minseok'u gizlemesini sağlayarak dizlerine kadar iniyordu. Beyaz dantel eldivenleriyle arada peçesiyle oynayan Minseok havanın biraz daha soğuk olmasını istedi. Oldu da.
Minseok doğanın aşığıydı, bu umutsuz sevgili sadece ona itaat etmek için vardı.
Hava biraz serinlediğinde Minseok üzerindeki kalın kaftanın sonunda amacına ulaştığını düşünerek biraz rüzgar için boynunu oynattı. Yanında gelmiş olan az sayıda yardımcısı da en az onun kadar güzel kıyafetleriyle diğer krallarının gelmesini bekliyorlardı. Boynunu gıdıklayan uzun beyaz tüylere yasladığı başıyla Jongdae'yi bekleyen Minseok yerlere saçılmış da açılmış mor çiçeklerin arasında hepsinin anası gibi dikiliyordu. Bu kutsal dağın her bir karışı krallarının geldiğini anlamışçasına serilmişti ayaklarının altına. Minseok altın iplerle örülmüş ayakkabılarıyla sanki pamuktan bir yorgana basıyormuş gibi hissediyordu.
Minseok ellerini önünde birleştirmiş, gözlerini kapatmış bir şekilde bu büyülü yerin kulağına fısıldadığı sözleri dinlerken yeşil ağaçların arasından gelen tekerlek sesleriyle gülümsedi ve gözlerini açarak üstü gri kadifeyle kaplı arabanın kahverengi güzel atlarıyla yaklaştığını gördü. Her birinin alnında beyaz bir öpücük vardı.
Araba durup krallarından önce kızıl saçlı hizmetliler indikten sonra arabanın merdivenleri açıldı ve dışarı sabırsız bir Jongdae çıktı. Arabadan indiği gibi hızla şöyle bir etrafına bakındıktan sonra bakışları dağın sol tarafını kaplayan ve aşağıdaki karanlık vadiye kadar inen ormanda durdu. Bıkkın bir nefes verdikten sonra acele etmeden Minseok'un olduğu tarafa döndüğünde Minseok peçesi olduğu için şükrediyordu. Şu an Jongdae'ye nasıl baktığı biraz da olsa gizleniyordu sonuçta.
Islak saçları arkaya taranmış ve oraya sabitlenmiş olan Jongdae'nin alnının etrafından kalın bir şerit geçiyordu ve başının arkasında beline kadar uzanan iplerle bağlanıyordu. Minseok bu görüntüyü hayatı boyunca sadece birkaç kez görme fırsatı bulduğu için onu hayran hayran izledi.