R.O.D.Y. Dünyada - Türkü
***
İçinde çiçekler büyüttüğün zamanlardı
Irmağında yıkandım
Rüzgarında kurudum
Eğildim dünyayı kokladım
Bir iyilik oldum güzel ağzında.
Gözlerinde yıldızlar gezdirdiğin zamanlardı
Gövdenden gövdeme akan bir karanfil gecesi
Denizine geldiydim senin
Kendimi seninle değişmek için.
-Birhan KESKİN
Tören gece yarısı bittiğinde herkes odalarına çekilmişti. Sehun gitmeme izin vermemişti ama Junmyeon'un kolundan tutup sürüklemesine de karşı gelemedi. Jongdae beni odaya bıraktıktan sonra Junmyeon'la konuşacakları olduğunu söyleyip gitmişti. Gelmesini beklerken kırmızı koltuklardan birine oturmuş odayı inceliyordum. Yüksek tavanlı kırmızı oda oldukça kalabalık ve süslü görünüyordu. Önümdeki masanın üzerinde küçük bir kağıtta 'Kral Minseok ve Kral Jongdae, iyi bir gece geçirmeniz dileğiyle.' yazıyordu ve altında güzel bir simurg damlası vardı. Terasa açılan kapı sonuna kadar açıktı ve esen rüzgar kırmızı tülleri büyülü bir şekilde sallandırıyordu.
Büyükannem kırmızı olan her şeye bayılırdı. Saçlarını her zaman kızıla boyar, tırnaklarında hep kırmızı ojeler olurdu. Evindeki çoğu eşyası kırmızıydı ve bu rengin onu canlandırdığını hissettiğini söylerdi. Şimdi bu kırmızı odayı gördüğümde aklıma o gelmişti. Kafamı biraz dağıtmak için ayağa kalktım ve terasa çıktım. Yıldızlar sanki yeryüzüne düşmüş gibilerdi. Onları gördüğümde gözlerim parmağımdaki yüzüğe kaydı. Elimi havaya kaldırdığımda yıldızların arasında tıpkı onlar gibi parladığını gördüm ve bu gülümsememi sağladı. Elim hâlâ havadayken arkamda bir kapı açıldı ve topuk sesleri duyulmaya başlandı. Elimi aşağı indirip arkamı döndüğümde törende Sehun'un saldırdığı yeşil elbiseli kraliçe olduğunu fark ettim. Bu sefer üzerinde beyaz gecelikleri vardı ve gerçekten çok güzel bir kadındı. Girdiği kapıya baktığımda burasının bir ortak teras olduğun fark ettim. Üç odanın da kapısı bu büyük terasa açılıyordu, bizim odamız sağdakiydi.
Sarı saçlı kadın yüzünde harika bir gülümsemeyle bana doğru ilerledi ve hafif bir selam verdi. Aynı şekilde selam verip başımı kaldırdığında güzelliği karşısında neredeyse büyülenecektim. Sarı dalgalı saçları omuzlarının üzerine dökülüyordu. Biçimli ince kaşlarının altında yeşil gözleri parlıyordu. ''Geri döndüğünüze sevindim kralım. Duyduğum kadarıyla hiçbir şey hatırlamıyormuşsunuz. Umarım en kısa zamanda bu durum düzelir.'' Anlayışla bana bakarken başımı sallayıp teşekkür etti. ''Bu arada ben Kraliçe Fermina. Akirus krallığının kraliçesiyim.'' Uzattığı narin ellerini sıktım. ''Ben Minseok. Ama siz beni zaten tanıyorsunuz.'' Elimi çekmeye çalıştığımda izin vermedi ve tutuşunu sıkılaştırıp elimi havaya kaldırdı. ''Yoksa bu nopra elması mı?'' Şaşkınca elimdeki yüzüğü incelemeye başladığında sıktığı elim acımaya başlamıştı. Sertçe çektiğimde ileri gittiğini fark etmişti ve özür diledi. ''Üzgünüm kralım. Daha önce hiç nopra elması görmemiştim.'' Yüzündeki ifade gitmiş yerini anlayamadığım bir bakışa bırakmıştı. Beni germeyi başarmıştı.
''Evet nopra elması. Eşim benim için yapmış.'' İçimde Jongdae'ye karşı bir koruma hissediyordum, bu yüzden 'eşim' kelimesini bastırarak söylemiştim. Burada hislerime göre hareket etmek daha mantıklıydı çünkü beni yanıltmıyorlardı. ''O odada mı kalıyorsunuz?'' Geldiği kapıyı gösterdiğimde başını iki yana salladı. ''Hayır, sadece arkadaşımı görmeye gelmiştim. Ben alt katta kalıyorum.'' Sesi eskisi gibi neşeli çıkmıyordu hatta sinirli gibiydi. ''Eşinizi yakından tanıyorum. Jongdae harika bir adamdır.'' Bu da neydi böyle? Ne hissediyordum ben? Kıskançlık? Daha neler. Sakin ol Minseok. Sakin ol. Bilmiş bir şekilde gülümsedim. ''Biliyorum kraliçem. İzninizle Jongdae'nin yanına döneceğim.'' Başını salladıktan sonra ona sırtımı döndüm ve odama geri girdim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ineffable
FanfikceYüz yıl oldu yüzünü görmeyeli, belini sarmayalı, gözünün içinde durmayalı, aklının aydınlığına sorular sormayalı, dokunmayalı sıcaklığına karnının.