10

477 35 24
                                    

Adele - Set Fire To The Rain

***

"Nasıl bu kadar çok düşman toplayabilmişiz anlamadım." Serin bir öğleden sonra oluyordu ve Jongdae'yle dinlenmek için yatakta uzanıyorduk. Buraya geleli tam altı ay olmuştu, günlerim krallığımı tanımak ve kendimi bir kral olarak yeniden eğitmekle geçiyordu. Savunma dersleri, ülkenin tarihi, bilim, sanat... Hepsi için tüm gücümle uğraşıyordum. "Harika topraklara sahipsiz, çok güçlüyüz..." Başımı yatağın başlığına yaslamış elimdeki kalın kitabı okuyordum. Jongdae kollarını bacaklarıma dolamıştı ve başı karnımın üzerindeydi. "Sen çok güzelsin."

Gömleğimin açılmış olduğu karnımı öpüp tekrar başını koyduğunda son söylediği şeyle güldüm. "Bu düşmanlarımızın olması için bir neden değil." Turunculaşmaya başlayan gökyüzü içeri yeteri kadar ışık girmesine izin vermediği için ağrıyan gözlerim daha fazla okumama izin vermedi, kitabı kapatıp yanıma koydum ve ellerimi Jongdae'nin saçlarına daldırdım. "Hayır, bu her şeyin nedeni." Uykulu ama bir o kadar da ciddi olan sesi boğuk çıkıyordu.

Bazı günler hissettiğim bir şey olur. O gün gereksiz bir şekilde uzar ve sen henüz güneş batmadan uyuyup bir sonraki güne uyanmak istersin. Yapacak bir şey yoktur, hava boğucudur, kendini bitkin hissedersin ya da seni üzecek bir şey gelmiştir başına. Henüz batmak istemeyen güneşin kızıl çığlıkları duyulurken bugünün onlardan biri olduğunu anladım ve çoktan uykuya dalmış olan Jongdae'nin yanına uzandım. Bacaklarımda duran ellerinden birini alıp avuç içini yanağıma bastırdım ve bana bir şeyler hatırlatması için gözlerimi kapattım.

Acıyan ellerimle birlikte karlı yollardan ilerlerken sinirden dökülen gözyaşlarıma aldırmadan bana bakan insanlara bağırıyordum. Başım dönüyordu, yere sertçe vuran botlarımın çıkarttığı ses midemi bulandırıyordu ama duramazdım. İnsanlar sadece acıyan gözleriyle, hiçbir şey yapmazken onların gözü önünde buraya çöküp ağlayamazdım. Ben güçlü bir erkektim ve ellerimin acımasının nedenini çok iyi biliyordum. Ama bildiğim diğer şey ise nefes almamı engelleyecek şekilde ağlamamın nedeni sadece sinirlenmem değildi.

Başıma sık sık gelen bir şey yüzünden bu kadar büyük bir tepki vermezdim ama kendimi bu karlı havada daha çok terkedilmiş hissederken ağlamam kuvvetleniyordu. Daha fazla dayanamayarak ormanın içerisine girdim ve belki bir kurt beni yer düşüncesiyle derinlere ilerledim. Ormanın içindeki lekelenmemiş kar ilk kez benimle karşılaştığında belime kadar gelen beyazlığın içine birkaç kez düştüm ama elimdeki yaraların acıması dışında bir şey olmadı. Nehrin üzerinden geçen köprüye geldiğimde kar birikmesine izin verilmeyen soğuk taşlara oturdum ve sırtımı yasladım. Dudaklarımı parmaklarımın üzerinde gezdirdim, yaralarımı bile kendim öpecek şekilde bırakmıştı beni. Jongdae, ona söylemem gereken önemli bir haberi ve beni bırakıp bir gece ansızın gitmişti. Hiç haber vermeden, veda etmeden, o gölde beni öptüğü gece ortadan kayboldu. Aylar geçmiş, mevsim değişmişti. Sarı ateş böcekleri yerini beyaz kar tanelerine bırakmıştı ama ben hâlâ kendi yaralarımı kendim öpüyordum.

"Minseok!" Duyduğum sesle başımı ellerimin arasına aldım ve saçlarımı çektim. Delirmeye başlıyordum sanırım ve aşktan ölen ilk kişi olacaktım. Uzaktan bana seslenen ses daha çok yaklaştığında gözlerimi sıkıca kapattım, ses kesildi ve çevrede karın neden olduğu sessizlikten başka bir şey kalmadı. Sonra altındaki karı ezen bir çift bot sesi duydum ve göz kapaklarımın ardında bir gölge oluştu. Sıkıca başımı saran kollarım biri tarafından tutulduğunda ayağa kalktım ve sıcak birisinin vahşi sarılması karşısında hareketsiz kaldım. Burnumun değdiği göğsün kokusu içime işlerken onu tanıdım ve olabilecek en güçlü şekilde sarıldım ona. "Ne oldu güzelim?" Korkarak sorduğu soruyla uzun zamandır duymadığım sesini tekrar duydum ve bu ağlamamı güçlendirdi.

ineffable Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin