İsyeannn!

351 27 4
                                    

Selam mübarekler! Evet malesef hala yaşıyorum. Yani uzun süre bölüm paylaşmadığım için kafanızda kurduğunuz 'kesin öldü bu gız' ya da 'uzaylılar kaçırıp fidye mi istiyo ki?' gibi fikirlerinizi bi kenara bırakın. Eğer neden uzun süre ses seda çıkarmadığımı merak ediyosanız bölüm sonunda yazdıklarımı okuyabilirsiniz :D Hadi kolay gelsin.

Asansör en sonunda 13. Kata ulaştığında otomatik olarak açılan kapıdan hızla çıkıp temiz oksijeni içime doldurdum. Asıl şimdi ‘Freeddooomm!’ diye bağırmalıydım. Hadi hayırlısı.

Ben etraftaki oksijeni sömürmekle uğraşırken Onur ve Faruk’un da aynı anda asansörden inmeyi başarmıştı. 13. Katta olmasak dönüşte bi daa asansöre falan adımımı atmazdım da 13 kat kim incek merdivenle? Üşenirim oğlum ben ikinci basamakta çöküp uyumaya çalışırım.

Cenabete döndüğümde bi an için elini ileri doğru uzatıp ‘Burdan sonrasını katırlarla devam edicez’ diycek sandım ama yok daha o kadar manyamadı Allah’a şükür.

“Defne benim okula dönmem gerek.” diyen Faruk’a çiğ köfte yedikten sonra tuvalette acı dolu anlar yaşıyan gencin dramıyla baktım. Neden gidiyodu ki? Hem beni cenabetle yalnız mı bırakacaktı?

“Gitmek zorunda mısın?”

“Devamsızlık 9.5 gün oldu.” dedi yüzüne yerleştirdiği sırıtışı genişletip ensesini kaşırken.

Sen hep benle dalga geç zaten. Bakışlarım etrafımızdan geçen sekreter kılıklı mini etek giymiş karılara kaydığında bana ‘doktor çağırın!’ der gibi baktıklarını fark ettim. Onur’sa rezil olmamdan duyduğu büyük hazla yamuk gülüşünü belirginleştiriyodu.

Etrafımızdakiler uzaklaştığında alnıma acıyla bi şaplak geçirip inledim.

“Sayende herkes benim deli olduğumu düşünüyo.”

“ Defne! Son kez söylüyorum bunu düşünmeleri için benim özel çabalarıma gerek yok.”  diye diretti Faruk elini ensesinden çekip bana bilmiş bakışlar atarken.

“ Kesinlikle!”

A ah? Cenabetle rahmetli ittifak kurmuş bana atakta bulunuyodu namıssızlar! Bunun öcünü sonra alırdım üşendim şimdi.

Attığım şaplağın etkisiyle kızarmaya başladığını düşündüğüm alnımı ovarken yaslandığı duvardan havalı bakışlar atan Onur ve hemen yanında sırıtarak bakan Faruk’u izledim.  Aslında sıkı dost olabilme kapasiteleri vardı ama kurdukları ittifak benim zararıma olacağı için şimdilik rahmetliyi kendi tarafımda tutmalıydım. Sanki savaş stratejisi yürütüyom işte bunlar hep sütün zararları.

“Gerçekten gitmeliyim. Biliyosun okuldan uzun süre uzak kalamıyorum.”

Rahmetlinin suratına ‘ne diyon sen denişik?’ bakışları atarken aslında dalga geçmediğini yeni anlamıştım. Öldükleri mekandan uzun süre uzak kalamıyorlardı.

Kafamı anlayışla salladım.
“Tamam kardeşim biz tutmayalım madem seni.”

Faruk iki parmağıyla V şekli yapıp bize ‘gözüm üzerinizde ayık olun!’ hareketi yaparak kapalı asansör kapısından geçip kaybolduğunda bakışlarımı yeniden cenabete odakladım.

Onur ona baktığımı görmesiyle poposunu dönüp ellerini arkasında birleştirdikten sonra hızlı adımlarla koridorda yürümeye başlamıştı.

“Peşimden gel çekirge.”

Aman havanı yisinler. Sesimi çıkarmadan peşine takıldım.
Duvarlarında saçma sapan giysiler giymiş karı kız posterleri olan koridoru aştığımızda Onur kendinden emin bi’ şekilde yönünü değiştirirken etraftaki kalabalık grubu yararak peşinden ilerlemeye çalışıyodum. Ellerinde dosyalar ordan oraya koşturan full makyajlı kızlar cenabete kikirdeye kikirdeye selam vermeye başlamışlardı. Yaşınızdan utanın lan tüüü terbiyesizler.

Elbette gözlerimi bariz bi’ şekilde devirip onlara ‘malsınız siz. Cehennemde yanın qafirler’ başlıklı bakışlarımı göndermeyi ihmal etmemiştim. Onur da hiç takmadan yoluna devam ediyodu hani çaktırmadan onu takip etmeyi kesip kıçımı döndüğüm gibi kaçsam haberi bile ol-

“Aağyyyy!”

Karnımda hissettiğim ani darbeyle birlikte kulaklarımda namus
bırakmayan tiz bi’ çığlık duymam bir olmuştu. İyi ki bi yanlışlıkla çarptık. Sanırsın tecavüz ediyoz.

“Pardon.” dedim tabi ne diycem? Kulaklarım için dava mı açıyım? Üşenirim ben.

Başımı kaldırdığımda- tövbe estafurullah o ne öyle? Evet devam ediyorum, başımı kaldırdığımda civciv sarısı boyalı saçları omuzlarına dökülen, filli boyanın yeni reklam yüzü olduğunu tahmin ettiğim bi mahlukatla karşılaştım. Çirkin ve uzun burnu öğürmeme yetebilecek kapasitedeyken botokslu olduğunu tahmin ettiğim dudakları aslında arı sokmuş gibi duruyodu. Eşek arısı sokmuş!

“Dikkat etsene beğ!” diye gürledi kaşlarıyla V şekli yaparak Vandetta’ya selam verir gibi. 

Ablacım orda durucan şimdi. Tamam hepimiz Adem ve Havva’dan geldik zincirleme akrabayız da ben senin akrabalığını kabul edemem tamam mı? Sen daha çok evrim teorisinin canlı kanıtı gibisin.

“Pardonun kelime anlamını bilmiyosunuz galiba. “ diye tısladım gözlerimi kısıp tehditkar bakışlar atarken.

“Bana bak ufaklık! Beni sinirlendirme yoksa-“

“ Yoksa Selin Hanım?”

Onur kollarını kucağında birleştirip tek kaşını kaldırarak botokslu karıya pis pis bakarken içimden cenabetin benim tarafımı tuttuğu için kadına dil çıkararak halay çekmeye başlamıştım.

“Aa- Onur bey.”

Onur tabi ya. Heh böyle apışıp kalırsın işte löö! De ‘bey’ ne Allah aşkına? Çocuk 17 yaşında ergen ne beyi?

‘Defne’nin karnında meydana getirdiğiniz hasar yüzünden size tazminat davası açmadığım için sevinmelisiniz. Ayrıca onunla bir daha bu şekilde konuşmayacaksınız.’ Deseydi ne güzel olurdu di mi? İşte bunlar hep işsizlikten kurulan hayaller.

“Ben…” diye geveledi kadın sıksan slikon fışkıracak dudaklarını ısırırken.

Cenabet bana kısa bi’ bakış atıp yürümeye başlamıştı. Kadın bana iğrenç bakışlar atarken havaya kalkmak için çırpınan orta parmağıma hakim olup Onur’u takip etmekle yetindim.

Adımlarımı hızlandırıp Onur’a yetiştiğimde “Onur bey.” diye kıkırdadım. Onur bana yandan ters ters baktıktan sonra başını geriye doğru yatırmıştı.

“La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim.”

“Amin.” Dedim ellerimle yüzümü ciddi bi surat ifadesiyle kapatırken.

“Eee? Nereye gidiyoruz Müslüman?” diye devam ettim. Sırt çantam popomda sekerek tuhaf sesler çıkarıyodu ama umursamamaya çalışmımştım.

Beni duymazdan gelip önümüzdeki  cam kapıyı ittirdikten sonra hızla geniş ofis odasından içeri daldı. Kapı suratıma kafa atmak üzere hızla gelirken son anda kendimi korumayı başardım.

İçeri girdiğimde Aslı ablanın geniş gülümsemesiyle karşılaşmıştım. Kollarını açarak bana doğru hızlı adımlarla gelirken istemsizce geriledim. Hayır hayır hayır! Ağhhh! Aslı abla kaburgalarıma yaptığı işkenceden habersiz bana sımsıkı sarılırken ciğerlerime hava gitmediği için yüzümün rengi mora dönmeye başlamıştı.

“Hoş geldin tatlım!” diye şakıdı en sonunda beni bıraktığında. Bir adım geriye çıkıp yüzüme dikkatle baktı.

“Defne canım iyi misin? Suratın morarmış!”

Senin yüzünden!

“Yok yok iyiyim ben.”

“Geç otur şöyle. Kahve içer misin?”

Aslı ablanın eliyle işaret ettiği kırmızı deri koltuklara yerleşirken hayır diye  mırıldandım. Onur nerdeydi? Gözlerimi etrafta dolandırıp cenabeti aradım ama bulamayınca pes ederek yeniden Aslı ablaya odaklanmıştım.

“Aslı abla sizin bu asansörlerde sorun var. Bi tamirciye gösterin bence.” dedim birden.

İnsan bi ‘nabion? nasılsın? anangil nabio?’ falan der. Hayırsız.

“Nasıl?”

“ Biz asansörle buraya çıkarken birden durdu.”

Aslı ablanın iri iri açılan gözlerinden telaş ve korku fışkırmaya başlamıştı. Ne dedim ki ben şimdi?

“Ne?! Nasıl?! Kapalı mı kaldınız yani?”

“E durunca…”

“A- ama Onur!” diye cırladı ellerini saçlarına götürüp hızla karıştırırken.

“Klostrofobisi varmış. Ama bi sorun çıkmadı. İkimiz de yaşıyoruz”

Aslı ablaya ‘bişe olmadı ki’ dercesine sırıtırken o bana hala dehşet dolu bakışlar atıyodu.

“Onur dayanamaz. Krize girer anında! Ne kadar kapalı kaldınız?”

Kriz? İş ciddiymiş gençler bi daa Onur’u asansöre bindirmiyoruz. Mancınıkla pencereye atarız artık.

“Imm… Tam hesaplamadım. Ama 10-15 dakka falan olmuştur en fazla. Çok kalmadık yani.”

“15 dakika mı?! “

Gözleri normal büyüklüğünün 3 katına çıkmıştı artık. Niye ‘ONBEŞ DAKİKA MIĞĞ!??’ diye olay yapıyodu ki? Gayet az bi süre değil miydi?

“Onur o kadar uzun süre dayanamaz. İki dakikada krize girer.” diye mırıldandı. Daha çok kendi kendine konuşuyomuş gibi takılıyodu.

“İlk başlarda nefes nefese kaldı ama sonra onunla konuşunca biraz sakinleşti gibi.” dedim sesime rahatlatıcı bi ton yüklemeye çalışarak.

Cenabeti rahatlatma çabalarım meğer cidden işe yarıyomuş. Biliyorum harikayım. Alkışa gerek yok.

“Benim dedikodumu mu yapıyosunuz siz?”

Başımı sesin geldiği tarafa çevirdiğimde elinde sımsıkı tuttuğu siyah sırt çantasıyla bize delici bakışlar atan Onur’u gördüm. Çantanın tek kolunu omzuna geçirdikten yanımıza gelip kollarını göğsünde birleştirerek sorgulayıcı bakışlar atmaya devam etti.

“Yoo. Ne münasebet.” diye tısladım yerimde huzursuzca kıpırdanırken.
Eğer Onur’un ne kadar sinir bozucu olduğu hakkında dedikodu yapıyo olsaydık hiç çekinmeden ‘evet’ derdim ama mesele onun kapalı alan fobisi ve krizleri olunca inkar etmek daha hayırlı gözüktü gözüme.

“Dedikodunuz bittiyse gitmemiz gerek.”

Yerimden doğrulurken kırış kırış olmuş okul eteğimi çaktırmadan çekiştirip düzgün göstermeye çalıştım. İşte bunlar hep işsizlik.

“Aa- ama daha yeni gelmiştiniz.”

Aslı abla gitmeye yeltenen misafirlere engel olmaya çalışan ev sahibi gibi saçma sapan hareketlerde bulunurken tırsıp farkında olmadan cenabete yaklaştım.

“Daha sonra yine gelin ama.” diye diretti en sonunda.

Gülümseyip kafamı hızlı hızlı salladıktan sonra cam kapıya toslamamaya özen göstererek dışarı çıktım.

Önümde yeniden botokslu dudaklar belirdiğinde yüzümü istemsizce buruşturmuştum. Geldi yine boya kutusu.

Bu karıyı babası doğurmuş gençler. Hatta doğurmadan önce de kezzap içmiş olması muhtemel.
Kadın suratına yapmacık bi’ gülümseme yerleştirip - bu haliyle kıçından nefes alıyomuş gibi gözüküyodu - Onur’a döndü.

“ Gidiyo musunuz?”

Hayır kalk çay demle.

Onur başını belli belirsiz sallayıp yoluna devam ederken boya kutusu bana ölümcül bakışlar atmaya başlamıştı bile. Yere paralel tuttuğum elimde orta parmaklarımı kadına doğrulturken o bunun farkına bile varmamıştı. Heh embesil.

Yeniden asansörün önüne geldiğimizde cenabetin gergin bi’ şekilde ellerini yumruk yaptığını fark ettim. E tabi korkar çocuk. Elimi omzuna koyup destek vermek ister gibi sıvazladım.

“ İstersen merdivenlerden inelim.” İçimdeki fedakarlık gelişmiş kendi bağımsızlığını kurmuş resmen.

Anında suratına yamuk bi sırıtış yerleştirmişti.

“Beni sırtında taşırsan olur.”

“Öyle bi’ şeyi para versen yapmam. Hadi diyelim yapmaya çalışıyorum saniyesinde omurgam kırılır ve ikimizde aşağı yuvarlanıp ölürüz.”

Asansörün kapısı açıldığında aynı anda içeri adımladık. Onur elini yapmacık bi’ şekilde ağzına götürüp gözlerini pörtleterek cırladı.

“Sen bana şişman demeye mi çalışıyosun?”

“ Evet.”

“Sus Defne. Bundan sonra benimle konuşma anladın mı? Bitti!”

Sesini iyice tizleştirip kız sesi çıkarmaya çalışırken gösterdiği amansız mücadele taktire şayandı doğrusu. Hemen rolüme odaklanıp acı dolu bakışlar atmaya başladım.

“Yani bu kadar mıydı he? Yaşadığımız onca şey… Kafana attığım havlunun yanlışlıkla rotasını değiştirip totona denk gelmesi… senin intikam almak için kafama yastıkları gömçürmen… Gazozuna attığım tuzun etkisiyle kızın birinin poposuna gazoz püskürtmen… Peki beni düşünmüyosan Faruk’u düşün! Onu öksüz mü bırakıcaksın he?”
Elini dramatik bi şekilde alnına götürüp bana hüzünlü bakışlar attı.

“ Bu gerçeği artık öğrenmenin vakti geldi Defne. Faruk aslında senin oğlun değil. O… o senin…”

“O benim?”

“ O senin dayın Defne!”

Yuh! Çocuk Dallas’la Türk sinemasını harmanlamış ne senaryolar kuruyo! Neyse oyuna devam.

“ Ne? Dayım mı? Peki Niko teyzem? Niko teyzem Emre dayımla evli değil mi ha? Faruk dayımsa Emre kim?!”

“Defne Emre senin yıllar önce bi gemi kazasında kaybettiğin kız kardeşin. Balıkçılar onu bulduğunda bu haldeymiş.”

“Aman Allah’ım!”

Asansör en sonunda zemin kata geldiğine otomatik olarak açılan kapıdan dışarı fırladık. En sonunda arabanın yanına geldiğimizde suratımdaki anlamsız sırıtışı gizlemeden ön koltuğa yerleşmiştim.

“ İyi saçmaladık he.”

Dudakları yukarı doğru kıvrılıp yüzünde alaylı bi gülümseme oluştururken vitese el attı.

“ İşin içinde sen olunca ister istemez bana da bulaşıyo saçmalıkların.”

“ Hıı tabi.” Dedim gözlerimi devirerek. “Nereye gidiyoruz Onur bey?”

Yine cevap vermeyip kuğul kuğul takılcak sandım ama beni şaşırtarak cevapladı.

“ HERA’ya. Ama ondan önce bizim eve gidip sana geberikler konusunda ufak bi’ ders vermem gerek.”

Onur’un dediği buydu benim anladığımsa:

'HERA!!!!!!!! Afugkfogubwsuvbgc mubvtcnnt 8vbşc  t rıldbcrt tbrd bdt.'
 
Emregil bugün orda buluşmayacak mıydı? Koskoca şehirde başka mekan mı kalmadı? Belki de bilerek onların yanına götürüyodu beni! Yerimde huzursuzca kıpırdanıp cenabete döndüm.  Bakışlarını yola odaklamış gaz pedalına gömçürmekle meşguldü kendileri.

“HERA niye?”

“Ben öyle istediğim için.”

At boku doktoru!

“Tamam sen git beni yolun üstünde bırakırsın.”

“Sen de geliyosun Defne.”

“Hayır gelmiyorum!” diye direttim kollarımı göğsümde birleştirip bütün inatçılığımla cenabete meydan okurken.

“Evet geliyosun!”

Yaralanmayacağımı bilseydim yimin ediyorum kapıyı açıp kendimi yola fırlatırdım.

“İstemiyorum!”

“İstiyo musun diye sordum mu?”

Kaşları öfkeyle çatılmıştı ama dudaklarındaki yamuk gülümseme varlığını sürdüyodu hala. Yüz ifadesiyle bile beni deli etmeyi başarıyodu cidden.

Ciğerlerimdeki bütün havayı hışımla dışarı üfleyip sırtımı koltuğa yasladım. Pes etmiş miydim? Hayır. Sadece ağız dalaşına devam etmeye üşenmiştim o kadar. Yoksa gitmeyecektim ki oraya.

Onur en sonunda arabayı evlerinin önüne park ettiğinde dışarı çıkıp onun adımlarını izleyerek kendimi her bir köşesi buram buram lüks kokan evin içine attım. Mutfaktan Fatma teyzenin türkü solosu duyulurken sırıtmadan edemedim.

Cenabet sırtındaki çantayı kapının kenarına bırakırken mutfağın yolunu tutmuştum bile. Fatma teyze tavayı lavabonun başında köpürterek türkü solosuna devam ediyodu. Cenabet de yanıma geldiğinde musluğu kapatıp ellerini sarı havluya kurladıktan sonra türküsünü bitirmişti.

“Helalll!!” diye bağırdım hızlı hızlı alkış tutarken.

Onur ellerini ağzına götürerek yüksek sesli bi ıslık çalmıştı. Bu ıslık meselesini en kısa zamanda öğrenmem gerek.

“Ah siz ne zaman gelivediniz bakem?”

“Demin.” dedim alkışlamayı kestiğimde.

“ Bravo Fatma sultan. Sende de ne cevherler varmış.” 

Fatma teyzenin ton ton yanakları kızarırken Onur keyifle sırıttı. Ardından bana dönüp başıyla merdivenleri işaret etti.

“Sen odama çık. Geliyorum ben.”

“Emredersiniz paşam.” dedim başımı alayla önüme eğerken.

Dudakları kıvrılıp yamuk bi gülümseyiş oluşturduğunda ağır başlı bi edayla konuştu.

“ Çekilebilirsin.”

Gel de dövme! İkimiz de Fatma teyzeye veda ettikten sonra mutfaktan çıktık. Onur alt kattaki banyonun yolunu tuttuğunda salondaki üçlü koltuğa yayıldım. Tabi ki odasına çıkmaycaktım mal mıyım be- ya da çıkıp ‘cenabete komplo’ başlığı altında oluşturduğum planları uygulayabilirdim.

Bu düşünceyle hızla merdivenleri tırmanıp odasının kapısını açtım. Tam içeri geçip haince planlarımı uygulayacaktım ki karşımdaki manzara karşısında girdiğim ufak çaplı travmatik şoktan dolayı ne yapacağımı unuttum. Bu ne dağınıklıktır?! Ben Onur’un odasını görene kadar kendimi dağınık sanırdım.

Neredeyse bütün giysileri yerde ve yatağının üzerindeydi. Hatta açık olan laptopunun ekranının üzerinde bile mavi bi tişört acı çekercesine uzanıyodu. Yorganının %75’i halının üzerine düşmüştü ve spor ayakkabısının teki bağcığından asılarak lambaya bağlanmıştı.

“Onur yetişşş!!” diye böğürdüm dehşet içinde.

Aradan geçen 30 saniyelik sessizliğin ardından merdivenleri nefes nefese tırmanan cenabeti görmemle yüzümdeki dehşet dolu ifadeyi belirginleştirdim.

“N’olduu!!”

Suratındaki korku dolu ve şaşkın ifadeye bakıp elimle odasını işaret ettim.

“Odanı bok götürüyoo!”

Dayandığı merdiven korkuluklarından doğrulup bana ‘gebertcem seni’ der gibi bakarken devam ettim.

“Bok götürmeden engel ol diye şey ettiydim.”

“Birazdan ben de seni şey etcem Defne! İn aşağı salonda oturucaz!”

Sırıtışımı bozmadan kafamı sallayıp aşağı indim. Ben üçlü koltuğa yerleştiğimde Onur çoktan kapının yanına bıraktığı sırt çantasını kapmıştı. Yanıma yerleştikten sonra çantanın fermuarını hışımla açtı. Kolunu çantanın derinliklerinde gezdirip bi’ şeyler arandıktan sonra en sonunda zafer kazanmış gibi elindeki beyaz kağıtla birilikte kolunu çantadan çıkarmıştı.

“ O ne?” dedim koltukta yanına doğru kayıp dikkatle kağıdı incelerken.
Gözlerimi kısarak baktığımda bunun katlanmış bi kuşe kağıt olduğunu anlayabilmiştim. Cenabet kağıdın kat yerlerinden hızla açınca bunun koca bi’ harita olduğunu fark ettim.

Gözlerim istemsizce çarpı işaretini aradığında farklı renklerdeki noktalardan başka bi’ şey görememiş olmanın verdiği hüsranla kaşlarımı çattım. O zaman geriye tek bi seçenek kalıyodu; Onur’un öldürdüğü insanların gömülü olduğu mekanlar! Dın dın dın dığğaannnnn!! (korkunç piyano müziği)

Kesin kırmızı noktalar gömdüğü yerleri temsil ederken koyu maviler yeni kurbanlarının yaşadığı yerleri gösteriyodu. Yine çok zekiyim.

“Bu, uzak durman gereken yerlerin haritası.” dedi Onur haritayı orta sehpanın üzerine bırakırken.  Konuşmama izin vermeden devam etti.

“ Sana geberiklerden bahsetmiştik.”

Parmağıyla kırmızı noktalardan birini işaret etti.

“ En zararlı geberikler kırmızıyla işaretlediğim mekanlarda takılırlar. Yani buralardan uzak durman gerek. Aynı şekilde zarar sırasına göre mavi, yeşil ve sarı yerlere de dikkat etmelisin.”

Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Haritadaki noktaların bulunma amacı yeterince şok ediciyken cenabetin kalkıp da bunun hakkında harita oluşturabilecek potansiyele sahip olması ayrı bi şok dalgası yaratmıştı.

O kadar iyi biliyodu demek ki. Yılların deneyimi.

Hiç düşünmeden bizim okulun olduğu noktaya baktım. Sarı! Ben olsam beyaz nokta koyardım Faruk için. Ardından terk edilmiş lunaparkın bulunduğu yere odaklandım.

“NE?!”

Onur bana boş boş bakarken işaret parmağımı noktanın üzerine vurarak bağırdım.

“ Psikopat palyaçoya nasıl sarı nokta verirsin?! O en azından bi maviyi hak ediyodu!”

Ellerini başının arkasında birleştirip sırtını koltuğa yasladı. Yüzünde aşırı rahat ve bilmiş bi ifade vardı.

“Daha hiçbir şey görmedin Defne. Eğer benim gördüğüm geberiklerle karşılaşmış olsaydın o palyaçonun elini öpüp başına koyardın.”

Bu düşünce vücudumun istemsizce titremesine neden olmuştu. Cidden daha kötüleri de olabilir miydi? Peki kendimi nasıl koruyacaktım? Tek yapabildiğim kaçmaktı. Gitmemem gereken yerleri belirleyip oralardan uzak tutmak beni ne kadar koruyabilirdi ki? Başımı çaresizce geriye doğru atıp Halil Sezai’ye bağlıyodum ki yanımdaki cenabetin yerinden doğrulmasıyla isyanımı sonraya saklayıp onu izlemeye başladım.

“Bu haritayı al ve işaretlediğim her yeri ezberle. Daha sonra sana geberikler hakkında kısa bi’ seminer vermeyi planlıyorum. Ama şimdilik bu kadarı yeterli. Hadi kalk.”

Eliyle bileğimi kavradığında huysuzca homurdandım.

“Beni HERA’ya götürmeyi planlıyosan boş yere uğraşma. Gelmiyorum.”

Elbette beni umursamadan bileğime asıldığı gibi totomu koltuktan kesmeyi başarmıştı. Tek eliyle bileğimi sıkarken diğeriyle haritayı katlayıp ellime tutuşturdu.

Tepinmelerim hüsranla sonuçlandığında çoktan arabanın içine tıkılmıştım. Şimdi Halil Sezai’ye bağlamanın tam zamanıydı.
İçim yanarrr! İçimm kanar da isyeaaaannn!!!!

Hepsini okudunuz mu he? Eferim seviyom lan sizi. Neyse gelelim kuru fasulyenin faydalarına; benim bildiğim bi gaz yapması yani cidden faydalarını biliyosanız bi söyleyin aydınlatın beni!

Her neyse bildiğiniz üzre okullar açılmak üzere 'NOĞĞĞĞĞ!! FUCK!!'
Ayrıca hala taşınamadık. ( bu yaz Eskişehir'e taşınmaya çalıştık da gençler. Ama beceremedik geri dönüyoruz falan :D yok yok burdayız daha -_- ) Bu yüzden sinirlerim bozuldu.

Yeni bölüm paylaşmadığım günlerde sanırım depresyondaydım. Çiş yapmak gibi hayati ihtiyaçlarım dışında gerçek anlamda yatağımı terk etmeyerek annemi korkutmayı başardım. Yazık gelip bana sarıldı 'bunalımda mısın kızım?' falan diyo. Aynı şekilde yataktan kıçımı kaldırmadan geçirdiğim 19 saatin ardından öyle mal mal uzanırken odama giren ablam şok olmuş bi şekilde bana bakıp 'sen iyi misin?! bi şey mi oldu!' diye yanıma koşturdu. Belki dışarıdan kendimi görme imkanım olsa ben de böyle tepki verirdim ya da sadece mallığıma güle de bilirim değişken bi yapım var :D 

Ama bugün kendimden beklenmiyecek bi performans sergileyip yataktan doğruldum ve oturduğum yerden yeni bölüm yazdım. Hikayemi okuyan sınırlı sayıdaki mübarekler. Bilin ki her bölümü yüzünüzü güldürüp hayatınızdaki sorunları unutmanız için yazıyorum. Biraz olsun rahatlayıp neşelenin diye. Sizi seviyorum ulen.

Hadi hayırlı Pazarlar! Oha pazar mı? Lannn! Pazartesi okullar açılıyo! Nalet! Neyse ben gidip değişik intihar yöntemleri araştırıcam. Belki toplu intihar falan yaparız. Neyse kendinize iyi bakın mübarekler!

BÖHH!!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin