Bölüm 4 🐅

26 5 0
                                    

Yazardan not:

Merhabalar.
Dil-Hun tam dört senemin ürünüdür. İlk bölümleri geçiş bölümleri olarak adlandırabilirsiniz zira tam da öyleler. Olayların başlamasına, hikayenin ana fikrine, konusuna ise tam gaz ilerlemekteyiz. Bu ne anlatıyor demeyin yani. :)
Umarım beğenirsiniz.
İyi okumalar dilerim.

'Yılmazer' denen ailenin oldukça varlıklı olduğunu kelimenin tam anlamıyla kavramıştım. Sadece ara sıcak olarak sunulan 'Şampanya Yatağında Kalamar' adı bile buram buram pahalılık kokuyordu. Ailenin tek varisi olan beyefendinin kurul başkanı olmasını kutlamışlardı. Bütün gece sevinç nidaları, iş adamlarının ciddi tebrik mesajlarını, havada asılı kalan şampanya, viski, konyak kokularını -ki bunların isimlerini servis ederken öğrenmiştim- midem zar zor sindirebilmişti.

İlk günümde olduğu gibi bugün de bana Mehmet yardımcı olmuştu. Servis yaparken, misafirin sağ tarafında durulması gerektiğini, boşları alırken soldan alındığını kullanmadığımız elimizin belimizde durması gerektiğini anlatıp durmuştu.

Taylan Bey görmesin diye de köşelerde takılıp durmuştum. Bu konuda ise başarılı olmuştum.

Saat sabahın ilk saatlerine değdiğinde esnememi zor bastırıyordum. Eklemlerim ise alışık olmadığımdan sızlıyordu.

Personel odasına geldiğimde ise telefonuma bakmaya korkuyordum. Babam ve annemin sayısız çağrısı, bilmem kaç tane çekilen mesajı görmezden gelip kapıyı açıp içeri girdim.

Bütün ekip odadaydı, her biri kendine bir sandalye çekip yerlerine yerleşmişlerdi bile. Hepimiz oldukça yorulmuştuk.

Boşta olan sandalyeyi Selin'in sol tarafına çekip bende aynısını yaptım. Kimseden ses namına bir şey duyulmuyordu. Hepimiz yorgunluğumuzun verdiği sükuta sığınmıştık.

"Alp, keşke bize de getirseydin şu kahvelerden," Selin kaba sayılabilecek bir tavırla konuştuğunda bakışlarımı ona alayla bakan Alp'e çevirdim.

"Selin, burdan bakınca ellerinde ve parmaklarında bir problem görünmüyor. Gidip hangisini istersen onu alabilirsin."

Pişkin tavrı beni oldukça rahatsız ediyordu ama eğer ona karşılık verirsem kendimi durduramayacağımı biliyordum. Onun yerine esefle bir nefes doldurdum ciğerlerime.

Diğerleri de sessiz kalınca Selin'de daha fazla konuşmadı.

Odanın kapısı açıldığında bakışlarım bu sefer o tarafı mesken tutmuştu.

Taylan Bey, kendinden emin birkaç adımla odayı arşınladı ve masamızın başında ayakta kalacak şekilde kendine yer buldu.

Koyu mavi gözleri ifadesizdi. Tuhaf bir şekilde hiçbir şey hissedemediğine dair bir his oluşmuştu içimde. Bu kadar nötr olmasının, yüzünde mimik dahi olmamasının başka bir açıklaması olamazdı bana göre.

Genzini temizlerken, odadaki herkes pürdikkat onu izliyordu. Sanki saliselik bir zaman diliminde gözlerimizi ondan ayırsak bir kabahat işleyecekmişiz gibiydi.

"Sızlanmanızı duymadığım için şanslı sayılırım." deyip akabinde sadist olarak nitelendirebileceğimiz bir sırıtmış yüzüne yayıldı. Neşeden yoksundu, ancak simasına başkası da yakışacak gibi görünmüyordu.

"Her neyse... Ufak bir kritik yapıp defolup gideceğiz." Bundan memnun olmadığını açıkça hissettiriyordu.

İç geçirip masanın ona en yakın olan sandalyesinde oturan Selin'e çevirdi bakışlarını.

Selin kendinden emin gibi görünse de Müdür Bey duruşuyla eritmişti o buzdan duvarı. Oturduğu yere masumca sinen Selin, kendisini söyleneceklere hazırlıyordu.

"Selin, sence bu akşam ne kadar iyiydin?" Dümdüz bakışlarla, bant kaydı gibi çıkan, kusursuz ve tok bir sesle sormuştu bunu.

Selin kaşlarını çattı önce, ne söyleyeceğini aklında tartar gibiydi.

"Bence gayet iyiydim." derken sesi kendine güvensiz çıkmıştı. Dudaklarımı büzdüm. Onu bu halde görmek canımı fazlasıyla sıkmıştı.

Taylan, gözlerini devirdiğinde bende derinden bir nefes alıp verdim.

"Evet, kötünün iyisiydin."
Selin'in değişen yüz ifadesi ve konuşmaya hazırlanması üzerine elini havaya kaldırıp bitişini işaret etti.

"Mehmet sen?" Bu sefer bakışları sadece Mehmet'i abluka altına almıştı.

Mehmet, Selin'e göre biraz daha sakindi ancak onun da gerildiği her halinden belliydi. Müdür Bey kadar olmasa da o da yüzünü ifadesiz tutmakta başarılı sayılırdı.

"Boşları toplayıp, tek elle üç dolu tabağı taşımak dışında mı? Hayır, bugün günümde değildim sanırım." gözlerim fal taşı gibi açıldığında Mehmet'in zekasına bir kez daha hayran kalmıştım. Kendini çok iyi savunuyor aynı zamanda açıklamasını gayet iyi yapabiliyordu.

"Sana göre iyi bir başarı öyle değil mi?" Müdür Beyin söyledikleri karşısında ağzımı açık tutmamak için irademi zorlamak durumunda kalmıştım. Asla kendinden taviz vermiyordu.

Mehmet ise tepkisiz kalmıştı, zaten Taylan sonrasında bakışlarını Alp'e çevirdi.

"Alp, ya sen?"

"Bütün gece benimle özel olarak ilgilenen hanımefendileri saymazsak, iyiydim evet."

Haklıydı. Alp her ne kadar bana itici gelmiş olsa da diğer kadınlar tarafından böyle karşılanmıyordu anlaşılan. İşini çok iyi yapıyordu ve oldukça Güler yüzlüydü.

"Haklı olabilirdin. Ancak o hanımefendilerden başını kaldırıp işini yapmış olsaydın..."

Alp söylenilenlere hiç bozulmuş gibi görünmüyordu. Otuz iki diş sırıtması yüzünde Müdür Beyin gözlerinin içine bakıyordu.

Taylan ise kısa bir bakışın ardından, gözlerini bana çevirdi.
Kalbimin atışı birden artınca dudaklarımı dişledim. Bana herhangi bir söz ettiğinde bayılacağım için masaya biraz daha sıkı tutunmuştum.

"Evet seni dinliyorum." Dedi kısa ve net bir şekilde. Ne söyleyecektim şimdi?

"Ben..." dedim ama devamını getiremedim. Yanaklarım yanmaya başladığında burada ne işim olduğunu sorguluyordum.

Kısacık bir zaman diliminde bana dönen bütün bakışların hepsi çaresizdi. Güzel bir fırça yiyeceğimi havadaki toz zerreciklerinin oluşturduğu harflerden okumuştum.

"İçeceklerin isimlerini öğrendi bile. Ona ben yardımcı oluyorum." Mehmet konuştuğunda bakışlarımı ona çevirmemiştim ancak ona duyduğum hayranlık bir kat daha artmıştı.

Taylan ise hala bana bakıyordu.

"Parmağın nasıl oldu?" Diye sorduğunda şaşkınlıkla dudaklarım aralandı. Bunu nasıl bilebilirdi?

Başımı salladım şaşkınlıktan sesim çıkmadığında. Hafif bir morluk dışında bir şeyi yoktu.

"Peki." dedi kısaca.

"Tamam gidebilirsiniz." Diye eklediğinde derin bir nefes verdim. Sanki Müdür Bey konuşurken boğazımı bir çift güçlü el tutuyor da, o susunca bırakıyor gibiydi.

Ona doğru çekilen ruhumu bir an önce durdurmam gerekiyordu.

Dil-HunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin