Bol pislikli, metruk ve zifiri karanlığın içinden ilerlemeye çalışıyordum. Ayak bastığım yerden yapışık ve mide bulandırıcı sesler geliyor, beni nerede ve ne durumda olduğum konusunda iyice meraklandırıyordu.Etrafa ağır bir koku hakimdi, ancak işin garip yanı bunun bilincinde olmama rağmen kokuyu alamıyordum; daha çok zihnimde kurulmuş küçük bütçeli bir tiyatro gibiydi.
Yönünü algılayamadığım bir rüzgar esti kuvvetlice. Gözlerim karanlığa alıştığı için kendimi de seçebiliyordum. Üzerimde seneler önce mezuniyet için aldığım beyaz, bisiklet yaka, diz kapağına kadar dümdüz inen elbisem vardı. Ancak ters giden bir durum vardı; o elbiseyi annem komşunun kızına hediye etmişti çok beğendiği için. Yani şuan üzerimde olması imkansızdı.
Aradan göz açıp kapama kadar kısa bir süre geçti ki, kendimi buradan çok daha farklı bir yerde buldum.
Binlerce aynanın arasında...
Üzerimde yine aynı elbise vardı ama bu sefer sol omzunda ve eteğin ucunda çirkin, uğursuz bir kırmızılık yer etmişti.
Konumum, az evvel arasında kaybolduğum karanlığın aksine ışıl ışıldı ama ben bitap haldeydim.
Dudaklarım çatlamıştı, göz altlarımda akmış bir makyajın arta kalanları vardı.
Ritmi yükselerek devam eden siren sesleri doldurdu kulaklarımı. Aynaları paramparça eden siren sesleri, irkilerek bilincimi de yerine getirmişti.Titreyerek uyandığımda siren seslerini duymaya devam ediyordum. Zorlukla açtığım gözlerimi kısıp, etrafa baktığında siren seslerinin alarmım olduğunu anlamam birkaç saniyeme mal olmuştu.
Yerimden doğrulmadan kolumu yastığımın altına uzatıp telefonu elime aldım. Israrla çalan alarmı sustururken dudaklarımı dişledim.
Sadece bir rüyaydı.
Lavabodaki işlerimi hallettikten sonra giysi dolabıma yöneldim. Dolabın karşısında, fazla oyalanmayı sevmiyordum, dolayısıyla elimi ilk attığımda avuçlarıma değen günahı yok deyip çekip çıkartırdım.
Siyah, boğazlı bir kazak, lacivert kot bahçıvanı giyinip, kabarmış saçlarımı düzleştiriyle hizaya sokmayı başarmıştım bile.
Hafif bir makyajın gideceğini düşündüm soluk benzime. Esmer tenli olmamın ayrıcalıkları bahşedilmemişti maalesef tenime.
Yarım saatin sonunda hazırdım.
Odamın kapısını açtığımda, ailemin mutfakta kahvaltı ettiğini kanıtlayan seslere kulak kabartım.
Hol boyunca ilerleyip, mutfağa ulaştığımda içeri girmeden başımı kapıdan uzatmıştım.
"Günaydın," dedim.
Babam elindeki çay fincanını kenara bırakıp, annem ise çatalını tam ağzına götürecekken durup bana baktı.
"Nereye Ekin?" Diye sordu babam.
"İşe gidiyorum baba." dedim başımı sallarken.
"Hayır, gitmiyorsun." Gözlerimi büyütüp anneme baktığımda, onun da babamdan farkı olmadığını gördüm.
"Niye?"
"Dün gece kaçta geldiğini unuttun galiba."
"Baba, kaç kere anlatacağım? Dün özel bir yemek vardı, bu yüzden geç kaldım. Bir daha böyle bir durum yaşanmayacak."
"Çalıştığın otel İstanbul'un en lüks otellerinden biri. Oranın bütün yemekleri özel."
"Tamam. Personel müdürüyle konuşurum. Bu kadar geç kalmam." Dediğimde babam gözlerini devirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dil-Hun
Action'Kutlama gecesi kanlı bitti.' Fizik tedavisi bugün sona eriyordu. Diğerlerine göre, bu kazayı en az hasarla o atlatmıştı ancak bilmedikleri bir şey vardı. Fiziken hiçbir sancısı olmayan bu adamın geçmişi, geleceğinin biletlerini yakmıştı. Bedeni...