5 - Güzel Bir Gün

240 99 263
                                    

* Medya: Louise


Tallahassee, Florida, ABD

Jenna'nın çalıştığı kafeye vardığımda kasabalının ve buralardan geçenlerin çoktan bahçe masalarındaki yerleri doldurduklarını gördüm. Cilve'nin (kafenin adı buydu) aşçısı Peggie'nin pankekleri meşhurdu. Gerçekten bende özellikle vişne soslusuna bayılıyordum. Daha oturur oturmaz, kafamı kaldırıp etrafa bakınmaya fırsat bulamadan Jenna yanımda bitti. Bunu nasıl yapıyordu bilmiyordum. Bazen öyle hızlı hareket ediyordu ki insan olduğundan şüphe ediyordum :) Minik fare.

Tek kelime etti;

--- Geciktin.

Vazgeçtim, huysuz fare. Bunu neden yüzüne söylemiyorum.

--- Huysuz fare.

--- Ne? Sana söylediğim saatten neredeyse bir saat geç geliyorsun ve kızdığım için huysuz mu oluyorum?

--- Ve fare

Kulaklarımı tutup kaldırıp, yanaklarımı şişirerek yüzümü kendimce fareye benzetmeye çalıştım.

Kahkahasını tutamadı ve daha fazla kızgın kalamadı.

--- Şapşal.

--- Buyurun benim.

--- Kendini bilmen güzel.

Adison defterini ve kalemini çıkardı. Havalı bir edayla sordu;

--- Ne alırdınız? Pankeklerimizi tavsiye ederim, özellikle vişnelisi bence tam size göre.

--- Öyleyse bir vişneli pankek, hayır iki. Çok açım.

--- Ve kahve

--- Evet ve kahve.

Aynı havalı edayla dönüp tezgaha yöneldi.

Ufak tefek, esmer bir kızdı Jenna. Açık kahverengi gözlerinin içi gülerdi ve kahkahası resmen bulaşıcıydı. Benim gibi eğlence özürlüleri bile gülümsetebiliyordu. Diğer garson Andy ve Jenna'nın müşterilerle ilgilenişlerini izleyip pankeklerimi yerken zamanın nasıl geçtiğini fark etmedim. Arada yan masadakilerin sarı bukleli küçük kızları benimle tanışmak istedi. Adı Dennis'miş, altı yaşındaymış. Kızınca çilli küçük burnunu kırıştırıyor ve öyle şirin oluyordu ki insan onu ciddiye alamıyordu. O ve annesiyle bir kaç kere karşılaşmıştım, sanırım buraya yakın oturuyorlardı.

Kafede ki müşteriler yavaş yavaş kalkarken Jenna daha sık benim masadan tarafa bakmaya başladı. Gelip yanıma oturmak için fırsat kolluyordu. Bir buçuk yıldır tanışıyorduk. Haftada birkaç kere bir şekilde görüşüyorduk. Başlarda ben ne kadar soğuk davransam da, Jenna benimle arkadaş olma konusunda çok kararlı olmuş, itmelerime, hatta görmezden gelmelerime bile prim vermemişti. Sanırım artık dost sayılırdık. Bana her şeyini anlatıyordu, bende anlatabildiklerimi. 

Dennis annesi ve babasıyla kafeden ayrılmadan önce yanıma gelip yanağını uzattı. Bana kendisini öpme onurunu bahşetmişti anlaşılan. Tatlı yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Koşturarak gidip annesinin elini tuttu. Kapıdan çıkarken de dönüp bana el salladı. Yeni bir arkadaş edinmiştim anlaşılan. Jenna karşı sandalyeye otururken aklımdan geçenleri okumuş gibi;

--- Yeni bir arkadaş edinmişsin anlaşılan, diye takıldı.

--- Evet, çilli ve sarı buklelisinden.

--- Esmer ve siyah kahküllülerin daha esaslı olduklarını duydum, söylemedi deme, diye kendini tarif etti.

--- Bundan eminim diyerek göz kırptım.

On beş dakika kadar sohbet ettik. Jenna akşam babasının çitleri boyamasına nasıl yardım ettiğinden, ergen erkek kardeşinin, onun tabiri ile hödüklüklerinden ve ana sınıfına giden en küçük kardeşi Mina'nın tüm ojelerini resim yapmak için nasıl telef ettiğinden bahsetti. Beş kardeş, bir köpek ve iki kedilik kocaman bir ailenin üyesiydi. Annesi Helen bile tek başına bir orduydu. Kadın yüz on kiloydu ve hiç susmuyordu. Onu ne zaman görsem sürekli telaşla bir şeyler anlatıyor oluyordu. Tanrım ne curcuna... benim tek kişilik sade ve sıkıcı hayatımla tamamen tezat bir yaşamı vardı anlayacağınız.

--- Akşam sinema gecesine gidiyoruz değil mi?

Agh! Bu ay başından beri Cumartesi akşamları kasabanın park alanında açık hava sineması kurulmaya başlanmıştı ve bu gecekine gideceğimize söz vermiştim. Aklımdan çıkı vermiş. Bozuntuya vermedim.

--- Tabi gidiyoruz.

--- Unuttun demi?

Bu kız garsonlukta harcanıyordu, dedektif filan olmalıydı.

--- Hayır nereden çıkarıyorsun, derken şirin olduğunu umduğum bir şekilde sırıttım.

--- Hı hı. Caymayı aklından bile geçirme. Bu gece Matrix var. Bir klasik. Özellikle ilk filmin hastasıyım. Neo rolünde Keanu Reeves efsane, Trinity'nin karizmasından söz etmeye bile gerek yok. 

Ben boş boş bakınca,

--- Sakın seyretmedim deme! Diye cırladı.

--- Peki demem.

--- Tanrım inanamıyorum. Sen hangi gezegenden geliyorsun? En az beş kez izlemişimdir.

--- Birincisinde anlayamadın sanırım. İkincisinde de, üçün..

--- Kes bayat esprileri. Artık Matrix'i sana izletmek boynumun borcu. İnsanlık görevi. Şu an ölsem, sen izlemeden, gözlerim açık giderim misal.

--- Tamam insanlık savaşçısı gideceğiz dedim ya. Ama Mason yada ayak takımından başkalarını peşine takmak yok.

--- Yok be kızım, o bir kere olur. Nasıl gerildiğini gördükten sonra. O zamanda çok ısrar etmişti, dayanamamıştım. Aslında hoş çocuk, neden bu kadar kızdığını anlamıyorum.

--- Jennaa...

--- Tamam tamam. Yok dedim ya, sadece ikimiz. Belki bide Mina olur. Eğer onu ekemezsem.

Bir beş dakika daha konuştuktan sonra Jenna'nın müşterilerle ilgilenmesi gerekti. Bende spor salonuna yollandım. Koç artık açmış olmalıydı.

* * * * *

* Not: Farklı mekanlarda geçen kısımları ayrı ayrı yayınlamaya çalıştığımdan bölümler kısa olabiliyor. Aslında bu istemediğim bir durum. Hikaye oturdukça uzun bölümler olacağının sözünü veriyorum.

Sevgiyle kalın...

LÜTUFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin