25 - Yeteneksiz

79 24 63
                                    


Yeni bir bölümle karşınızdayım.

Bu kez sıcak gelişmeler sizleri bekliyor.

Umarım beğenirsiniz.

Keyifli okumalar...



Devasa terasta önce yüzümü mavi güneşe kaldırdım, gözlerim kapalı birkaç tur etrafımda döndüm. Sonra sadece soluklandığım temiz hava ve tenime değen güneşin verdiği histen ibaret kalana kadar düşüncelerimi susturdum ve orada öylece dikildim.

Biraz olsun dinginleşmenin verdiği huzurla gözlerimi açtığımda etrafıma bakındım. Binanın bir kanadının çatısı olan bu alan yüzlerce metrekare olmalıydı. Teras olarak kullanılması için kenarları oymalı korkuluklarla çevrilmiş, zemini siyah ve beyaz kare mermerlerle kaplanmıştı.

Koşmak, antrenman yapmak, mekik yada şınav çekmek, hareket etmek istiyordum ama ortam müsait değildi. Binanın üst katlarında bulunduğum yere bakan pencereler mevcuttu ve beni gören birilerinin eylemlerimi normal karşılayacağı konusunda ciddi şüphelerim vardı. Muhtemelen bana işlemeli, taşlarla süslü bir deli gömleği giydirip tımarhanelerine kapatırlardı. Ya da daha şanslıysam sarayın soytarısı filan olurdum. Düşününce aslında bu o kadarda kötü olmayabilirdi. En azından bu elbiseleri giymekten kurtulurdum.

Kendi kendime gözlerimi devirdim. Nispeten kuytuda kalan bir köşeye gidip yere oturdum. Ayaklarımı korkulukların arasından sarkıtarak etrafı izlemeye koyuldum.

Sarayın arka bahçesi yapay havuzların ve kamelyelerin olduğu taş patikalardan oluşan bir labirent görüntüsündeydi. Taş döşenmiş kısımların ve patikaların kenarına inci gibi dizilmiş bodur ağaçların dışında kalan alan Kain'e özgü turkuvaz rengi çimenlerle kaplıydı. Süs havuzlarının etrafındaki çiçek tarhları ortama çeşitli renkler ekliyor, kamelyelerin gölgeliklerini lila ve beyaz çiçekler açmış sarmaşıklar sarıyordu. Her köşenin incelikle dizayn edildiği, özenle ve düzenli bir şekilde kesilip, düzeltildiği aşikardı. Göze çok güzel görünse de bu kadar düzen bir şekilde sıkıcıydı bana göre. Eskiden izlediğim bir reklam aklıma gelince gülümsedim. Sanırım bende dağınık sevenlerdendim.

En dışta her iki köşesinde kulelerin yükseldiği taştan bir duvar göz alabildiğine etrafı kuşatıyordu. Keskin gözlerim siperlerde dolanan askerleri buradan görebiliyordu. Karşımda kalan duvarın iç kısmında üç katlı malikane büyüklüğünde bir bina ve etrafında birkaç tek katlı müştemilat vardı. Tahminimce orası askerlerin kaldığı garnizon filan olmalıydı.

Kollarımı kaldırıp esneyerek gerindim. Bârisa aramaya gelmeden dönmek istiyordum. Sağ olsun beni buraya getirmiş, rahatlamam için yalnız bırakmıştı. Her ne kadar yeterince sakinleşmiş olsam da Nisya'nın kafama kaktığı tokalar hala rahatsız ediyordu. Ayağa kalkıp geldiğim yoldan odaya dönerken bir yandan da saçımdaki firketeleri yoldum.

Odama girdiğimde aynada saçlarımın durumuna baktım. Hah olmuştu işte. Biraz dağılmış, orasından burasından teller fışkırmış olabilirdi ama sonuçta hala topluydu. Kendime ait bir tarz yakalamıştım, topuzla uyuyup yataktan yeni kalkmış modeli. Kim bilir belki buralarda yeni bir moda ikonu bile olurdum. Memnuniyetle aynada kendime kafa salladım. Yarı özgür yalmış topuzum hopladı. Birkaç tutam daha kalan tokalardan firar etti. Pöff. Hepsini söküp attım. Rahatlayan saç derimi ovuşturdum. Ohh be dünya varmış. Özgür saç modası başlatacaktım.

LÜTUFHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin