12.senin için orada olacağım

245 29 9
                                    


"Kimsin sen?"

Kışın en sıcak gecelerinden birinde yine çatımız lacivert gökyüzü olacak şekilde konumlanmıştık. Sırtımızda battaniyelerimiz, ellerimizde sıcak çikolatalarımız terastaki iki koca minderde oturmuş yıldızları izliyorduk. Onun burnunun ucu yine kızarmıştı. Elleri ısınmak ister gibi sıcak kupayı sarmalamıştı. Yüzümü ona dönmeden sorusuna karşılık bir soru da ben sormuştum.

"Sence kimim ben? Yani, bana bakınca kimi görüyorsun?"

Açıkçası sorusu beni heyecanlandırmıştı. Günler sonunda birbirimiz hakkında konuşmaya başlamak daha güvende hissettirmişti.

"Sence önemli olan benim sana bakınca kimi gördüğüm mü? Yoksa önemli olan senin aslında her şeyin arkasında sakladığın benliğinin kim olduğu mu?"

"Sen beni benden daha iyi görüyorsun. Söyle işte. Kimim ben? Ruhum ne renk mesela? Bak en çok da bunu merak ediyorum. Ben ne senin ne benim ruhumu görürken sen ruhuma dokunabiliyorsun bile. Benim ruhum ne renk peki?"

Birkaç saniye için bakışlarının gökyüzünden yüzüme kaydığını hissetmiştim ama duruşumu bozmamıştım. Şimdi değildi, gözlerine bakmak için uygun zaman şimdi değildi.

"Bana ruhunun rengini soramazsın."

Neden soramazdım? Yoksa siyah mıydı benim ruhum? Karanlıkta görünmüyor muydu? O yüzden mi soramazdım?

"Neden?"

"Kim olduğunu söyle bana. Sence sen kimsin? Çünkü senin de ihtiyacın olan şey kim olduğunu bulmak. Sana ruhunun rengini söyleyemem çünkü ben de onu göremiyorum. Raya ruhuna bir renk ver. Bırak, bir şeylerin seni yönetmesine izin verme. Yönet, rengini seç, hayatını seç.
Seni kimin mutlu edeceğini ya da kimin üzeceğini seç. Emin ol hayatının ipi parmaklarının arasında. Sıkıca tut ve kaçmasına izin verme.
Yaşamaktan korkma artık."

"Ben, korkmuyorum. Düşmekten de üzülmekten de korkmuyorum. Ben yönetilmiyorum. Neden biliyor musun? Çünkü ne beni düşürecek, ne üzecek, ne de yönetecek biri var hayatımda. Ben yalnızım. Yalnızlıktan korkmuyorum, yalnızlıktan nefret ediyorum. Yaşamaktan korkmuyorum, ben yaşıyorum çünkü ölemiyorum."

"Yalnız değilsin. Biz,"

Sonunda dönüp yüzüne baktığımda onun da bana bakan bakışları ile karşılaşmıştım. Biz ne? diye düşünmüştüm. Biz ne?

"Biz yakın arkadaş olabiliriz. Sen ne düşünüyorsun? Belki en yakın arkadaşlar?"

Bir arkadaş. Yani gözyaşlarım akıp, yastığım göl gibi olduğunda beni oradan kurtaracak birisi? Her daim telefon rehberimin başını çekecek kişi? Ya da birlikte eğlenebileceğimiz veya bir kafede dedikodu yapabileceğimiz kişi? Günün sonunda birlikte ağlayabileceğimiz kişi? Yanında ev gibi hissedeceğimiz biri?

"Benimle arkadaş mı olmak istiyorsun Jungkook?"

"Çığlık attığında ve onlar sadece fısıltılar duyduklarında senin yüksek sesin olmak istiyorum. Orada olmak istiyorum. Ama sende benim için orada olmalısın. Yani evet, arkadaşın olmak istiyorum. Sende benim arkadaşım olmak istiyorsan eğer?"

"O zaman bir söz verelim. Bu gece bu yıldızların altında birbirimize bir söz verelim."

Gözlerimin yavaştan dolmaya başladığını hissetmiştim. Elimdeki kupayı yere koymuş ve serçe parmağımı ona doğru uzatmıştım. Birkaç saniye bu hareketime anlam vermeye çalıştıktan sonra gözlerinde bir parıltı oluşmuştu. Kupasını yere bırakıp serçe parmağını uzatmıştı o da. Parmaklarımız birbirine sarılırken gözlerimizdeki parıltılar yıldızların ışığında dans ediyorlardı. Gözleri geceyi kıskandıracak kadar güzellerdi ama konumuz bu değildi. Bu gece yıldızların şahitliğinde bir söz verecektik.

"Artık asla yalnız olmayacağım. Her zaman birbirimizin yanında olacağız, söz mü?"

"Söz."

"Birbirimizden nefret etmeyeceğiz, asla. Söz mü?"

Sessizlik. Birkaç saniye verilen geç cevap. Her şey gibi bunun da bir anlamı vardı. Yine de o an o kadar heyecanlıydım ki, duraksadığını fark edememiştim bile.

"Söz."

"Bir şey daha. Geceleri yıldızların altında konuşabilir miyiz? Ağlayacaksak eğer, burada sırtımızı yere vererek ağlayabilir miyiz?"

"Sıcak çikolatalarımızla birlikte burada olacağım. Söz."

Gülümsemiştim. O da gülümsemişti. Tam parmağımı çekecekken bu sefer onun parmağı sarmıştı parmağımı güçlüce.

"Ben de bir şey söylemek istiyorum."

Bakışları ciddi ve derindi. Kafamı olumluca sallamış ve konuşmasını beklemiştim. Onun da istediği bir şey vardı. Yani kabul etmem gereken bir şartı vardı. Dudakları aralandı ve sesi biraz hüzünlü biraz da soru sorar gibi çıktı.

"Ne olursa olsun, günün sonunda birbirimizi affedebilir miyiz?"

Bir süre düşündüm. Neden olmasın? O Jungkook'tu. Birkaç dakikada hayatıma, birkaç saatte aklıma, birkaç günde kalbime girmişti. Kabul edilebilir bir şarttı.

"Edebiliriz. Ne kadar canımız yanarsa yansın günün sonunda elimde sıcak çikolatam ile kapına dayanabilirim. Söz."

Son cümlem onu ciddiyetten çıkartmış ve gülümsemesine sebep olmuştu. Ve parmaklarımızı ayırmadan önce konuşmuştu.

"Umalım ki sözünü tutasın Lee Kiraya."

"Tutacağım Jeon Jungkook. Çünkü biz bu sözü yıldızların şahitliğinde verdik. Umalım ki acımasız olmasın hayat bize karşı."

Tekrar parmağımı kurtarma çabasına girdiğimde hızla öne doğru çekilmiştim.

Sıcak bir sarılma, bana bir sarılma armağan etmişti. Geceye karışan kalp atışlarımın hızı yanaklarımın kızarmasına sebep olurken gözlerimi kapatıp derin bir nefes almıştım. İlk hediyem bir kucaklaşmaydı.

Uzun bir kucaklaşmadan sonra ayrılırken bir fısıltı duyar gibi oldum. Sanki rüzgarın sesiydi. O kadar kısıktı ki rüzgarın sesi olmalıydı. Rüzgar demişti ki;

"Özür dilerim."


Çığlık attığında ama onlar seni sadece

fısıldarken duyduklarında
Sana yüksek ses olacağım
Ama sen de benim için orada olmalısın**

-arissa

THE OTHER SIDE |JJKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin