1.4

458 76 16
                                    

"ama onu tutuklamamışlar yoongi"

yutkundum, olduğum yerde öylece duruyordum. hoseok yanıma yaklaştı "bu nasıl söylenir bilmiyorum ama..." ellerimle kulaklarımı kapadım. "lütfen sus"

ne yapacağımı zerre kadar bilmiyordum. ne yapmam gerekiyordu?

-

akşamın serinliği bedenimde gezinirken oturduğum kaldırımdan küçük taş parçası alıp karşıya fırlattım. zehirli dumanı bir kez daha içime çektim. o yüzden eve gelmiyordu, o benim annemin katiliydi. evimin kapısı sessizce açıldığında tanıdık ses kulaklarıma ilişti "dostum bu soğukta kaldırımda oturup sigara mı içeceksin sadece" cevap vermedim. dudaklarıma götürdüm yine sigarayı. "peki sen bilirsin, bari burdan uzaklaşma beni endişelendiriyorsun"

"içeri gir hoseok"

bir şeyler mırıldanıp kapıyı kapattı. barlara gidip sabaha kadar içmem gerekiyordu belki, ama bu beni daha iyi hissettiriyordu. en azından sessiz ve rahattı. yola bıraktığım telefonuma düşen bildirim bulunduğum ortamı aydınlatmıştı. bildirim panelinde büyük dudaklıdan yeni bir mesaj yazıyordu. biten sigarayı boş sokağa fırlatıp yeni bir tane yaktım. ayağı kalkarken mesajı okuyordum.

evinin arkasındaki kullanılmayan sahile gel lütfen

evimin arkasında kullanılmayan sahil mi vardı. bu gereksiz detayı düşünmeyi bir kenara bırakıp ciddi yüz ifademi takındım. üstümde aynı siyah hoodiem ve siyah dar pantolonum vardı. evet kıçım donuyordu ama bu önemsiz bir detaydı benim için.

yerini bilmediğim sahili bulmak için arka sokaklara doğru yürüdüm, yüzleşme zamanıydı. az öteden gördüğüm açık renk kum taneleri ve kayalıklarla daha da hızlı yürüdüm. dal parçaları, kıyıya vuran çöp birikintileri arasında arkası dönük bir şekilde denize bakıyordu. üzerinde ince bir gömlek ve siyah kot pantolon vardı.

yanına yürüdüm, hiç düşünmeden.

aramızda beş metre vardı yaklaşık. dudağımdaki kuru deri parçalarını dişlerimle çekiştirip bir süre bekledim. neden buradaydım, neden onunla konuşmak zorundaydım?

"jimin" sesim beklediğimin aksine net ve ciddi çıkmıştı, buna şükretmeliydim. bedenini ağır bir şekilde bana çevirdi. gri saçları dağılmış, dudakları kıpkırmızı ve şişkin duruyordu. bakışları baygındı sanki annemi öldüren o değilde bendim.

"yoongi-ah"

bu kelimeyi söylememeliydi. bedenim yıkılmasına tek darbe yeterli olan bir bina gibiydi. tek darbesiyle beni yıkacaktı işte.

denize baktım bir süre rahatlamak için belkide "neden?" biraz bekledim "neden, böyle bir şey yaptın?"

bir adım yaklaştı, gömleğinin açık ilk beş düğmesi rüzgar estikçe sallanıyordu. beyaz teni gün yüzüne çıkarken ürpermiştim. öylece gözlerime bakıyordu, dudakları aralandı "ben bilmiyorum, neden böyle bir şey yaptığımı bilmiyorum"

dişlerimi göstererek güldüm "tutuklanmamışsın da onlara geçerli bir sebep mi söyledin yoksa? onları da mı kandırdın?"

ellerini havaya kaldırıp salladı, gözleri kızarmaya başlamıştı "hiç bir şey bilmiyorsun yoongi"

"ben zaten ne bok biliyorum ki" hafifçe omuzlarından iteledim "senin gibi adi bir adama güvendiğim için kendimden nefret ediyorum!" ağzımdan bir çırpıda çıkan kelimeler dudaklarımdan dökülürken adeta kükremiştim.

itelememin etkisiyle arkaya sendeledi. rüzgar aramızdan sertçe geçiyordu. susmadan konuştum yine "o kadını öldürünce eline ne geçti?" önümdeki kumları ayağımla savurdum "sen benim annemi öldürdün!"

gömleğinin yakasını tek avcumun içine alıp yüzüne sinirle yaklaştım "sen. benim. annemi. öldürdün." işaret parmağımı göğsüne vurdum birkaç kez. yakasındaki elimi tuttu ağlamıyordu ama zorlanıyormuş gibiydi.

"yapma yoongi lütfen, canımı yakıyorsun"

kahkaha atıp geriye attım kendimi, ani hareketimle bedeni savrulmuştu. sahilin çıkışına doğru ilerledim. son anda durup yüzüne bakmadan konuştum "bir daha asla evime gelme, her gün yüzüne nefretle bakacağım insanı evimde istemiyorum"

tekrar ayaklarım hareket ettiğinde bağırışları kulaklarıma dolmuştu. bağırarak ağlıyordu "yoongi lütfen, hiçbir şey bilmiyorsun beni dinle lütfen!"

o kadar hızlı yürümüştüm ki on dakika da geldiğim sahili bir dakikada arkamda bırakmıştım. anahtarı kapı deliğine sokmakta bile zorlanıyordum sinirden deli gibi titriyordum. bir anda kapı açıldığında anahtarda kalan elimle içeri daldım.

"ne yapıyorsun oğlum ya"

karşımdaki oğlana göz devirip yukarı çıkmaya başladım "kapıyı birden açmasaydın o zaman"

jimine verdiğim odaya girip dolap kapaklarını hızlıca açtım. iki parça kıyafeti vardı. hepsini yatağa fırlattım. yan kısımda asılı duran bordo takımını gördüm, bara gittiğimizde giydiği takımı. yanında da ben sahnedeyken giydiği toz pembe olanı vardı. acımadan ikisinide askısından çekip yataktakilerle birlikte cama yürüdüm. pencereyi açıp yüzüme tokat gibi çarpan rüzgarla birlikte yağmur eşliğinde kıyafetleri sokağa savurdum. oysaki görmemiştim jiminin benim sigara içmek için saatlerce oturduğum kaldırımda oturmuş havada uçuşan kıyafetlerine perişan bir halde baktığını.

bu darbesi beni yıkmıştı işte; kıyafetlerin atıldığı yere, benim bulunduğum cama ardından bana bakmıştı. gözlerimiz bir birine değdiği an kendimi volkanik bir yanardağa atmıştım sanki. acı bir gülümsemeyle gözlerime bakıyordu.

bu beni tamamen yıkmış, tuzla buz etmişti.

sick ; ymHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin