2. Bölüm

344 18 2
                                    

Çatal ve bıçakların masada durduğu düşüncesiyle büyümüştüm. Onlar müzik aleti gibi kullanılmaz, onlarla sadece yemek yenilirdi. Fakat burada kafamın üstünde ahenkle dans etmelerinden keyif alınıyor gibi bir hal vardı. Zira önümde duran 4 velet beni daha kapıda görür görmez  nişan almaya başlamışlardı. İlk günden ölümüm küçücük çocuklardan olacak diye düşünürken çocuklar bir anda çatal ve bıçakları masaya bıraktılar.

  “ Benimle yemek ister misin?” diye bir sesle irkildim. Kafamı çevirdiğimde genç doktor yanımda duruyordu. Çocuklar onun geldiğini görmüş olacaklar ki çatalları yerine koydular.

“Kesinlikle”  dedim olduğum yerden kaçarcasına hareket ederken.

“Onlardan korkuyor musun?” Tabldotuna yemek doldururken bu soruyu sormasını beklemiyordum. Ne desem diye teraddütte kalsamda:

“Evet” diyerek doğruyu söyledim.

“Onlardan korkma, daha doğrusu burada ki hiç kimseden korkma. Çünkü hiç biri sana zarar vermez. Onlar sadece kendilerine zarar verirler.” Dedi ve ekledi. “ Örneğin kapıdan girerken gördüğün 4 küçük çocuk var ya”

“Evet”

“O çocuklar aslında ileri zekalı. Fazla hiperaktifler ve odaklanma sorunları var. Bu yüzden sürekli yaramazlık yaparlar. Tabi yaramazlık halk arasındaki bir tanım, benim tanımıma göre bu onların rahatlama yöntemi . Bu sayede vücütlarında ki fazla enerjiyi atıyorlar, onlar için bir nevi tedavi yöntemi. Yani yemekhaneye girdiğinde gördüğün manzaraya alışsan iyi olur, bunu sürekli yaparlar.” dedi ve gülümsedi.

“Ama sizi gördüklerinde herşeyi masaya koydular.”  Dediğimde artık yemeğimi yemeğe başlamıştım.Doktor bir yandan benimle konuşuyor bir yandan da sürekli etrafı kontrol ediyordu.

“Çünkü beni gördüklerinde artık yemek yemeleri gerektiğini anlıyorlar.Buranın hastası olmadığın için beni anlaman çok daha kolay. Bir an olsun arkana dönüp bakmanı rica edebilir miyim?”

“Tabii” diyerek arkama döndüm.

“Şimdi herkesi iyi izlemeni istiyorum. Hepsi aslında senden ya da benden farklı değiller. Sadece bazen neler yaptıklarını kestiremiyorsun. Çünkü kafalarına ne eserse o şekilde davranıyorlar.” Dedi.

“ Sorunda bu değil mi zaten akıllarına ne eserse onu yapıyorlar. Tutarsızlar ve zarar verici boyuttalar, büyük problem.” dediğimde  çok içten gülümsedi ve gözleriyle etrafı süzdükten sonra sözlerine devam etti:

“Sence bu bir problem mi?” Bana sorulan bir sorudan çok, cevabını biliyorsun, cümlesi gibiydi.

“Sizce bir problem değil mi?” diye sorusuna soruyla karşılık verdiğimde tekrar o müthiş gülüşünü takındı.

“Sadece seni ortama alıştırmaya çalışıyorum.” Dedi ve yemeğine döndü.

    Yapmak istediği şeyi gayet iyi anlıyordum. Psikoloji uzmanıydı ve beni buradaki ortama bir süreliğine de olsa alıştırmak zorundaydı. İçinde bulunduğum durumu da bildiğinden bunu korkutmadan, cevaplarını kendi kendime bulacağım sorularla yapmayı tercih etmişti. Her ne olursa olsun buraya o kadar da kolay alışamayacaktım. Bir süreliğine de olsa ortamı izle demişti. Tekrar kafamı arkama çevirdiğimdimde gördüğüm şey sadece filmlerde gördüğüm sahneler gibiydi. Ağır çekimde gösterilen sahneler gibi tek tek insanları inceliyordum. Bir erkek karşıda oturmuş tıpkı temel içgüdü gibi bacaklarını açıp kapıyordu, bir diğeri yemeğini yiyip karşısında kimse olmamasına rağmen konuşuyordu. Köşede oturan kız  elindeki kaşığın tersiyle kollarındaki jilet izlerin üstünden tekrar  tekrar geçiyordu. Küçük çocuklar yemeklerinin bir kısmını ağızlarına atıyorlarsa diğer kısmını birbirlerine atıyorlar, başka bir kız yemek yerken bile ağlamasını kesmiyordu.Bir tanesi ise gözlerini bana dikmişti. Sonuç olarak buraya alışmaya hiç niyetim yoktu.

“Deniz neden yemekte değil?”

Doktor sorusunu sorduğunda yeniden yemeğime dönmüştü. Hemşire hanım:

“Kendisi ilaçlarını yeni aldığını ve bu saatten sonra yemek yemek istemediğini söyledi. Sanırım sizle görüşmüş. Hazımsızlık problemi onu kötü etkiliyormuş.” Diye cevap verdi.

 Doktorsa tamam anlamında kafasını salladıktan sonra yemeğine geri döndü.

        Yemekten sonra odama döndüğümde kapımı güzelce kitlemek istedim fakat kilit sistemi olmadığını görünce yatağıma uzandım. Dışardaki gürültüye inat televizyonun sesini sonuna kadar açıp saçma sapan dizileri izledim, belirli bir süre uykuya dayansam da sonunda yenik düştüm. Sabah kendi doktorumun güzel sesiyle uyandığımda odada büyük bir pratisyen grubunun olduğunu gördüm. Hepsi etrafıma toplanıp önündeki dosyaları kendi anladıkları dilde okumaya başladılar. Bir sürü nerotik cümlenin sonunda

“Sözün özü hastalığımın sebebi bilinmiyor” dedim “ Acaba fikri olan var mı?” diye ekledim.

“Neyse ki hastamızın keyfi gayet yerinde. Birazdan  gelip seni film için hazırlayacaklar. Umarım…”

“Bence hastalığının sebebi psikolojik.” Diyen değişik bir fikir çıkmıştı ortaya. Kimden geldiğini anlamak için suratlara baktığımda “Aslında onu doğru bölüme yatırdınız.” Diyerek devam etti cümlelerine psikiyatri uzmanımız.

“Haklı olabilirsin, Bulut.”  Cümlesinin ardından odada çıkan bir kahkaha gürültüsünün durmasıyla:

“Maalesef yanılıyorsunuz doktor, sağlam raporumu  geçenlerde aldım.” cümlesiyle tezini çürüttüm.

“Biliyorum biliyorum, hatta o raporu sana ben vermiştim. Heyette benim önümden geçmiştin.” Demişti Doktor Bulut. “Şimdi izniniz olursa hastanızı almak zorundayım. Neden derseniz sizde biliyorsunuz ki burası saatli çalışan bir bölüm ve şuan hastaların dışarı çıkma saati. Her ne kadar sizin hastanız dahi olsa buranın kurallarına uymak zorunda ve onu bu kurallar içerisindeki haklarından mahrum etmek istemezsiniz sanıyorum. Yani bir müddet dışarı çıkmalı sonra gerekli tetkikleri yaparsınız.” Diyerek bana bakmıştı.

“Öyleyse izin sizin.” Demişti benim sevgili doktorum. Pratisyen grubunu da alıp odadan çıktığında hemen yataktan çıktım ve bahçeye doğru ilerledim.

  Hastanelerde çok uzun süre yatmış bir çok tedavi görmüştüm ama yine de alışamıyordum.  Dışarıda olmak ve içeride olmak çok farklıydı. Sürekli dezenfektan kokularının yanı sıra ağır hasta kokuları insanı deli ediyordu. O yüzden de bahçeyi her zaman çok severdim. Bir kaçış, bir huzura kavuşma gibiydi. Özelilke bol yeşillikli, cıvıl cıvıl bir bahçeyse.  Şanslıydım ki burası gerçekten öyleydi. Üniversite hastanesi olmasının yanında gerçekten özenle bakılmış büyük yeşil bir bahçesi vardı. Benim gibi kilinikteki tüm hastalar bahçeye girince bir değişiyor farklı oluyorlardı. Ne zaman o çimenlerin kokusunu içime çeksem kulaklarımda çaldığım şarkılar yankılanıyordu. İksinin arasındaki uyumu hiçbir zaman anlamasam da asla bu uyum değişmiyor ve sürekli tekrarlıyordu. Tam koku ve ses uymuna kendimi kaptırmıştım ki;

“Hişşt” diyen iri mavi gözlerle irkildim. 

KlinikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin