4. Bölüm

385 16 4
                                    

“Peki, söylesene anormal olanlar bizler miyiz yoksa bizi bu hale getiren normal olanlar mı?”

   Hafif esen rüzgârla toplanan çimen kokusu burnumu okşayarak geçerken kendimi kokuya adapte etmeyi denedim. Amacım düşünmemi olabildiğince engellemekti ama başarılı olamadım. Dakikalardır süren sessizliğimizi bozan bendim.

“Bu hiç adil değil.” Dedim.

“Dünya hiçbir zaman adil olmadı ki, insanları bırak; tanrı bile adaletsizken daha fazlasını insanlardan beklemek saçmalık olurdu zaten.”

“İyi de bunun sonu ne?”

“Son?”

“Yani bu insanlar bunları yaşayıp bu kadar acı çektikten sonra ne olacak?”

“Kim bilir, belki bir sihirli değnek değerde bizlerinde hayatında güzel bir şeyler olur.”

   Sihirli değnek. Ne kadar doğru bir kelime, bir aletti bu. Somut ya da soyut bir şekilde değmeliydi bu insanlara. Bir de kendi hayatımın kötü olduğunu düşünürdüm.  Buradakilere anlatılanlara bakacak olursak ben hiçbir şey yaşamamış oluyorum. Bir an düşünüyorum da annem babam gözlerim önünde ölse ve kafası kucağıma düşse bende ölürdüm. Gerçi şuan Aslı’nın da ölüden bir farkı yok ya. Tam karşımdaki camdan uzaklara bakıyordu ya da bizim, onun çok uzaklara baktığını düşünmemizi sağlıyordu. İçine, en derinine bakıyor olabilirdi. Geçmişte ki güzel anılarına bakıyor olabilirdi, gülümsediği eşsiz saniyelere bakıyor olabilirdi ya da en korkunç anına bakıyor olabilirdi. Bunu bilmiyorduk, bilemezdik. Biz onun sadece uzaklara baktığını görüyorduk. Çünkü bize bahşedilen sadece buydu. Bu yüzden de insanları dış görünüşleriyle yargılıyorduk. Bu yüzden insanlara ön yargıyla yaklaşıyordum…

“Ben anlamıyorum.”

“Anlamana gerek de yok zaten, sadece yaşa. Yaşamaktan başka bir şey yapamazsın.”

“ Tıpkı bir filozof gibisin.”

“Filozofların toplum tarafından deli olarak nitelendirildiğini düşünürsek evet bir filozofum.”

   Sözlerine kendisinin de gülüyor olması bu durumdan eğlendiğini gösteriyordu. Kendiyle barışık gibiydi. Fakat kendiyle bu kadar barışık bir insan neden buradaydı? Onun kendini jiletlemesine sebep olan şey neydi? Bunu sormak istiyordum ama sorarsam ona yaşadıklarını anımsatmak ve kötü olmasına sebep olmaktan da korkuyordum. Kafamdakileri birçok kez dilimin ucuna getirsem de bunu bir şekilde yapamadım. Allah’tan o benden önce davranmıştı.

“Peki sen neden buradasın? Bizim gibi olmadığın bir gerçek ama neden buradasın?” Diye sormuştu.

“Ben normalde nöroloji bölümünün hastasıyım fakat orada yer kalmadığı için buraya gönderildim. Bir süreliğine yatmak için.”

“Hmm, uzun süreli değilsin yani. İyi o zaman bizim gibi anormallerle de çok takılmazsın olur biter.”

“Bak ben gerçekten öyle demek istemedim. Haklısın, kabul ediyorum. Bana ne kadar laf soksan az ama toplumsal yargılar, gerçekten özür dilerim.”

“Toplumsal yargılar. Evet, haklıyım ama merak etme sana laf sokmuyorum takılıyorum sadece. Şaka yani.  Peki, hastalığın ne yani nörolojide yatma sebebin ne?”

“Hastalığımın sebebi bilinmiyor. Beyinle ilgili bir şey ama ne olduğu kesin değil. Olur, olmadık yerlerde hiçbir şey yokken bayılıyorum.”

“Anladım, aslına bakılırsa sende de bir şeyler olabilir.” Dediğinde parmağıyla başına vuruyordu.

“Ondan da şüphelendik ama pek bir şey çıkmadı.”

“Derinlere inmek lazım.”

“Olabilir.” Dedim tek kaşımı kaldırarak. Kız sevimliydi, en azından arkadaş olunabilinirdi.

    Hemşirelerin süreniz doldu anonslarıyla hepimiz içeri girmeye başladık. Benimde doktorumla kalan işlerime devam etmem gerekiyordu. Gerçi doktorum gitmiş olabilirdi, bunu bilmiyordum. Gitmişse de biraz yan flüt çalıp rahatlayabilirdim. Kız ne kadar sevimli de olsa kendimi yanlış bir şey söylemek için kasmıştım. 

   Beklediğim gibi de olmuştu. Doktorum gitmiş odam boşaltılıp toparlanmıştı. Kapının hemen yanında bulunan eşya dolabımdan flütümü aldım ve dudaklarımın ucuna yerleştirdim. Birkaç nefes kontrolünden sonra parmaklarımı notalarda gezdirerek çalmaya başladım. Bir süre beste olduğundan bile şüphe ettiğim melodiler çıkardım, daha sonra fikrimin ince gülüne geçiş yaptım. Tam şarkının yarısına gelmiştim ki kapım hafif bir şekilde aralandı. Gelen Doktor Rüzgar’dı.

“Affedersiniz, çok ses çıkarıp rahatsızlık vermedim umarım.”

“Yok, hayır. Yani aslında çok ses çıkardın ama bu rahatsızlık verici değildi. Senden bir istekte bulunabilir miyim?”

“Tabii buyurun.”

“Uzun zamandır toplu seanslarda bir değişiklik yapmak istiyordum. Az önce seansa gitmek için koridora çıktığımda flütün sesini duydum ve o anda yeni değişiklik için bunun hiçte fena olmayacağını düşündüm. Rica etsem seans sırasında bize gelip biraz flüt çalabilir misin?”

“Neden olmasın.” Diye istediğini yanıtladığımda hiçte kuşku duymamıştım.

“Hadi o zaman gel benimle” diyerek kapıyı araladı. Bende flüt elimde onun yanında ilerlemeye başladım. Birkaç kat indikten sonra seansın yapıldığı salona geldik. “İçeride 20 kişi var. Umarım bu seni etkilemez.”

“Sanmıyorum, birkaç kez okulda sahne aldığım olmuştu.”

“Süper öyleyse.” Diyerek kapıyı açıp salona girdi. Bende peşinden girdiğimde içeridekileri süzme gereğinde bulundum. Genel olarak tanığım yüzlerdi. Fakat bir tanesini daha önce gördüğümü hatırlamıyordum. Zaten görsem de şuan tanıyamazdım çünkü cam kenarında ayaktaydı ve yüzü görünmüyordu. Uzun boylu, kumral, beyaz tenli bir şeye benziyordu. Doktor Rüzgar onu görünce:

“Ooo, Deniz Bey sonunda teşrif ettiniz.” Demişti, O ise sözleri duyduğunda tüm coolluğuyla doktora dönüp sert bir bakış atmıştı. Beni fark ettiğinde ise keskin bakışların maruzu olmaktan kendimi alamadım…

Multimedia:Deniz

KlinikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin