Sonbaharın herhangi bir günüydü o gün. Kimliği belirsiz ruhumla birlikte; ayaklarımda incecik dizlerimi saran botum, üzerimdeki özensiz gri elbisem, şapkamın altına sıkıştırdığım kumral saçlarım...
Tamamen benim.
Kafam daima yerde hareket eden ayaklarımdadır. Önüme bakamam ki ben. Bakarsam sanki içimi ısıtan güneş gözlerimi yakıyor, sonra anlık bir körlük yaşıyorum. Bilirsiniz a dostlar! Yıkımdan önce her şey sade ve basittir. Bir şeyler olacaksa bile hiç belli etmez hayat bizlere. Numarasını saklamayı iyi bilir.
O gün hiç beklemediğim bir yıkımı göğsüme enjekte eden hayat, bir virüs gibi seni yaymıştı tüm vücuduma. Kimsesiz bir sokakta, sonbahar yapraklarının tatlı hışırtılarının ve toprağı öpen nemli havanın içinde seni gördü ruhum. Tadını aldı ruhunun.
Bir insanın gözleri değil de ruhu nasıl görebilirdi? Nasıl ruhuyla bağlanabilirdi ilk bakışta?
Yalnız, kırık bir bankın üstünde oturuyordun. Dizlerini saran koyu kahve kumaştan pantolonun vardı, üstüne giydiğin özensiz siyah kazağın. Sol omzundan hafifçe kayan ince ceketin. Simsiyah saçların. Ölümüme gebe olan kapkara gözlerin...
Seni görünce kaburgalarımın içinden çıkmak için çırpınan kalbime ne demeli? Seni, o ceketin ısıtmayacağını hissedişimle birlikte için için üzülen ruhuma ne diyeceğim ben? Seninle iki kelam etmeden hak mıdır bu bana? Tanrım, sana yaklaşırken düşüp bayılacağım. Sadece oturuyorsun oysaki... Ben yanına adım adım yaklaşırken çölüne susamış bedevi gibi yalpalayarak yürüyorum. Nasıl da göğsümü sarsan bu duyguya yabancıyım. O an Dünyaya yabancıyım...
Kırık bankın kırık insanı mıydın sen be adam. Nasıl da güzel duruyordun. Yalnız, el değmemiş bir çicek görüntüsü vardı sen de.
En sonunnda yanına yaklaşmış, belli bir mesafe bırakmıştım aramıza. Tanrım, neden nefes alamıyorum.
Sonra bana döndü kapkara gözlerin.
Boğuldum. İlk defa öleceğimi bile bile orada boğularak yaşamak istedim.
Demin nefes alamıyorum demiştim değil mi?
Asıl şimdi nefes alamıyordum. Nasıl da bakmıştın bana. Ben benliğimi ilk kez görmüştüm senin gözlerinde. Yüreğim kuş olsaydı kanatlarım uçardı senin ömrüne. Ya içimde yeşeren, kabuklarını çatlatmış güz meyveleri... Tadı seni sevmişliğimden kim bilir nasıl da tatlıdır.Bir süre kirpiklerini inceledim, benliğimi seyrettin.
Sessizlik hüküm sürmüşken kalplerimize. İlk merhabayı ben söyledim. Bu merhabanın, binlerce merhabalara çıkmasını dileyerek demiştim.
"Merhaba," dedi dilimden ziyade ruhum. Hafifçe tebessüm ettin. Yanaklarında bir bensizlik çukuru belirdi. Oraya gömülmek istedim.
"Merhaba," diyerek karşılık verdi kelimelerin. Bu kadar kısa sürede, senin için delice çırpınan yüreğime nasıl açıklayabilirdim seni bu kadar kısa sürede kabullendiğimi.
Mantığa sığar mıydı? Sığıyormuş meğer.
Bu benim hikâyem.
Bu sizin hikâyeniz.
Bu, gönlü kırık bir kızın ruhunu aydınlattığı bir defter gibi. Satır satır işliyorum kalbi kırık bir yazarın cümlelerini özenlice satırlarına nakşettiği gibi.
Sonbahar yapraklarının çürümüş damarlarına kazıyın ismimizi. Belki toprağa karışınca yeşeren canlı bir filiz gibi uzayıp gider ömrümüz. Belki de hiçbir zaman yeşermeyip ölmüşlüğümüzle kalırız.
Sen yeter ki gülümse olur mu?
Ben toprağa batıp kalmış bir tohum olsam bile senin güneşinin varlığını bilsem de yeter. Isıtmasan da olur, varlığın yaşamak için bir nedendir zaten.
Hep kal kapkaranlık adam.
*
Mayıs/2019
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNUTULMUŞ BİR SIZI
Short Story"Sonbahar yapraklarının arasında tutundu kalbim sana, ve asla ayrılamadı." Bir Yusuf, Bin Züleyha hikâyesidir... Kısa Hikâye/2019 *Tüm hakları göğüs kafesimin içinde saklıdır.