5.BÖLÜM: "YÜREĞİMİN ADI SEN"

79 24 43
                                    

Bugün bir kuş daha havalandı gökyüzüne.

Gökyüzünün rahmetine aşık o kuşun özgürlüğünü tanırım ben. 

Söylesene Yusufum fazla sevmek günah mıdır?

Şimdilerde herkes seviyor birbirini.
Sahiden herkes seviyor mu birilerini?

Ben seni gördüğüm an da anlamıştım aslında nefes aldığım müddetçe kimseyi böyle sevemeyeceğimi. Kimseye böyle ölene kadar bakmak istemeyeceğimi. Kimsenin beni bir daha sevmesini istemeyeceğimi. Sadece senin beni sevmeni isteyeceğimi...

"Züleyha hanım," dedin bana. Ruhumun ruhuna ettiği dualara bir ara vererek baktım kapkaranlık sana. "Hava çok geç oldu  aileniz merak etmesin sizi?" Ailem mi? Olmayan bir şey beni merak edemezdi ki ruhumun sızısı, kaburgalarımın şefkatten ruhu.

"Onlar hiç var olmadı ki," fısıltım, gecenin kollarına mecnun yıldızları uyandırmış, parıltıları bize göz kırpmıştı. İrkilerek döndün bana. Gözlerine yabancı bir korku ilişti, fısıltılarının o endişeli kokusunu hissetmemem elde değildi. Ben de hislerimi avuçlarıma gömdüm.

"Özür dilerim, beni affedin. Lütfen." Şefkatten sesin yaralı avuçlarımı aniden açmıştı. Yaralı avuçlarım sızım sızım sızladı Yusufum. Üfler miydin onlara?

Kimsesiz bu kızın kimsesi olur muydun ruhumun unutulmuş sızısı. Kimsen yokmuş gibi sanki son nefesin benmişim, beni yudum yudum içeceğini, biteceğimi bilirmiş gibi sever miydin beni?

Ben, nefes alamıyorum.

"Önemli değildi. Üzmeyin kendinizi lütfen." Hâlâ üzgündü gözlerin, benliğin ve ruhun. Dayanamazdım ki.

"Bunu telafi etmek istiyorum." Sesin kırılmış bir kemiğin bedene uğrattığı o anlık şoku tattırdı bedenime. İyileşmesi zor, ağrılı o hissi göğsüm sırtına seve seve yüklendi.

Sen nasıl bir adamdın ki bu kadarcık şeyi bile yük edinmiştin?

"Takmayın kafanıza lütfen." Dedim. Sesimi kıstı sözcüklerin. "Asla, ben buruk bir kalbin altında ezili kalamam. Bu ağır bir yüktür Züleyha hanım," sesine aşık cümlelerin dudaklarını öpüyor, seviyordu. "Ben gözlerinizde gördüm o burukluğunuzu. Diliniz ne derse desin. Gözleriniz gereken sözcükleri fısıldadı bana."

Aniden kolumu kavradı ince uzun, üstü yara bere olan parmakların.

Benim avuçlarım, senin parmakların yara doluydu. Benim kalbimin virane, soluk ve yalnız sokakları vardı. Sense matem kokan bir adamdın. O sokaklarda senin ruhun vardı ama tenin yoktu. Tenin arşınlasaydı kim bilir ben ne halde olurdum.

Hızla karanlık, sonbaharın o güzel kokulu ağaçlarının arasından geçtik. Çok uzak da değil, hemen önümüzde bizi bekleyen arabaya bindik. Yaralı, derisi hafif kalkmış parmakların sardı direksiyonu. Altındaki pembe kanı taze etini sarmalamak iyileştirmek istediysem de sakin tuttum kendimi. Seni korkutmak istemiyordum bu hareketlerim ile. 

Araba ilerlerken çaktırmadan baktım sana. Arada göz göze gelişlerimizle ikimiz de birbirimizden soyutlamıştık bakışlarımızı. İkimiz de hem çekingen hem de dolu doluyduk sanki. Sevgiye, o hisle tanışalı bu kadar çabuk bağlanabileceğimi düşünmemiştim.

"Üşümüşsünüzdür." Sen klimayı açarken ben ise sararmış yapraklara, kaldırımın üstüne düşmüş, tozları hafifçe yukarı kaldıran rüzgâra bakıyordum.

"Teşekkür ederim," diyebildim sadece.

"Teşekküre gerek yok. Size yardımcı olmayı kendime borç bilirim." Kapısı kapalı bütün kapılarımın kilitleri teker teker sökülüyordu sanki. Kapının ardında dikilen benliğim çaresizce bunu izliyor, bile bile beni yangının kollarına atan seni pes etmeden bekliyordu.

Aklıma takılan filizleri susturmak istesemde artık yeşermişlerdi. Yeşeren gül filizlerinin dikenleri ruhuma batıyor, ruhumu yaralıyordu.

"Her insan sizin gibi değil, Yusuf bey." Kaşların çatılmış, alnın gergin bir şekilde kırışmıştı.

"Ne nasıl değildir?"

"İnsan." Bu şaşkın haline kıkırdamıştım.

"Ben her insan değilim Züleyhan hanım," haklıydın. Sen Yusuftun.

Ormanın sessiz çalılıkları, gecenin ışıltılı atmosferinden çıkıpta işlek caddelerin içine girdiğimizde kısık sessizliğimi bölük pörçük ederek konuştun:

"Demin istediğim şekilde cevap veremedim size Züleyha hanım. Artık insanlar küçük büyük demeden kalp kırmayı öyle alışkanlık etmişki bu basitlik bizi kendi hırslarımızın kurbanı etmiş." Bakışların bir anlığına yüzüme dokundu. Çekilen gözlerinin boşluğu damarlarımın arasında atan nabzımı tekletti ve hareketleri boğazımı sıkarak, nefessiz kalmamı sağladı.

"Siz aslında ben de herkesi görmeyi beklediniz fakat üzgünüm Züleyha hanım. Herkes gibi malesef duyarsız kalamıyorum. Kalbinizi kırdığımla kalamazdım. Sizi onarmak, sizi iyi etmek benim yapmam gereken şeydir. Eğer istemezseniz de anlarım."

Uzun cümlerinin arasına dizilen virgül belki de nokta ya da üç noktaydım ben.

"Size engel koymak istemem." Dedim. Ruhum adam, sana ben hayır desem yüreğim hayır diyebilir mi? Cümlelerimi gülümsemen karşılarken, yanaklarında açan o gamzelerini açılmamış bir çiçeğin tazecik tohumlarına benzetmem normal miydi?

Canım ruhum, benim sızım.
Benim yaram.
Benim hatıram.
Benim Yusufum, Züleyhasının güzel Yusufu.
Kollarımdaki yabani dikenim.
Sen beni sarıyorsun.
Beni yakıyorsun.
Bana, beni batırıyorsun.
Yüreğimin adı sen olmuşsun.
Ben çölde susuz bir bedevi olmuşum,
Sen bana diken olup batsan ne olur.
Ben senin ruhuna aşık o Züleyha olduktan sonra,
Ruhum sana daima bağlı kalan o toprak olacak.
Sen benim topraklarıma dikenini batıran bir gül fidesi olacaksan bile,
Ben senin bana açacağın o yapraklarını beklerim.

*
Mayıs/2019

UNUTULMUŞ BİR SIZI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin