8. BÖLÜM: "GİTMELER UNUTMAMAK İÇİNDİR"

128 24 47
                                    

Can Bonomo: Senin Olmadan Ölemem. (Bu şarkıyı dinleyerek okumanızı tavsiye ederim.)

*

15 yıl sonra...

Ruhum boynuma astığın idam ipinin üstünde can verdi, sızım.  Tam on beş yıl... Yirmi ikimden öteye otuz yedime dayadığım, ruhumu sana emanet ettiğim koca on beş yıl.

Seninle birlikte sadece iki ay kalabilmiştim. O zaman içindeki tüm gülümsemelerim, tüm hatıralarım gönlüme gömülü, değerli bir hazine sandığı gibi kalakaldı orada. Seni özledim. Hayır, seni sadece özlemedim. Seni, çok fazla benimsedim.

Yusuf'um, neden gittin?
Beni neden bıraktın? Avuçlarımdaki yaranın tam kapanacağı vakit, neden kayboldun.

Sen hani Yusuf'tun? Sen hani o Yusuf gibiydin. Gitmek miydi?  Benim seni, senin ruhunu ve senin senliğini unutamayacağımı bilerek nasıl gittin?

Dayanamıyorum artık. Bu sefer kalbimin sızısı senin varlığından duyduğum mutluluk için değil, yokluğun için. Bu beni uçmuş gibi özgür değil, yerin binlerce kat derinlerine gömülmüş gibi hissettiriyor.

Bugün de erkenden kalktım yatağımın içinden. Dualarımı okudum, namazımı kıldım. Bol bol ağladım. Ama sana kötü bir beddua edecek yüzü yeniden bulamadım. Sana kıyamıyordum, beni bıraksan bile. Beni unuttuğunu düşünsem bile, kıyamıyordum.

Senin varlığına meftun bir kızı ne hale getirdin...
Yokluğunla inim inim inleyen yaralarıma söz geçiremiyorum artık.

Seni, ilk kez gördüğüm o banka yaklaşırken kalbime saplanan hisleri geciktirmek uğruna yara dolu avuçlarımı kalbimin üstüne yerleştirdim. Dayan, dayan... Neden daha hızlı atıyorsun?

Ben kendime her gün neden bu işkenceyi yapıyorum?
Neden seni unutmak istemiyorum?
Unutursam ölecek gibi hissettiğimden midir? Yoksa, içimde hala bir seni taşıdığım, geri geleceğine inandığım için mi? Cevapları ortadaydı. Kabullenmek zordu.

Gidişin gibi.

Bankın üzerine oturuyorum. Biliyor musun bir tarafı hâlâ kırık. Yaralarını saramadık onunda. Pes etmedi ama kırık kalmaktan da vazgeçmedi.

Yine bir sonbahar günü. On beş yılda yaşadığım on beşinci, belki de son sonbahar.

Saçlarım belimde. Arasındaki beyazları saymayı bırakalı çok oldu. Ama sensizliği saymayı bir an bile bırakamadım.

Güneş bugün biraz daha dertli. Sonbahar, güneşini avuçlarının arasına saklayan derbeder bir ruh sanki. Beni, bedenimi ve sensiz bir kimsesizliği temsil ediyor. Eskiden dilim değil, yüreğim konuşurdu seninle Yusuf'um. Şimdi yüreğim dilsiz dilim de kelimelere varamıyor.

Birkaç saat yine oturdum orada. Ak düşmüş saçlarımdan birkaç tel yüzüme savruldu rüzgar tarafından. İttirip kurtulmaya bile mecalim yoktu.

Hava iyiden iyiye soğumaya başladığında bugünlük yeteri kadar sana doyduğumu hissederek kalktım. Yavaş, sakin ve ısrarcılıktan uzak adımlarım kurumuş yaprakları ezmeye başladı.

"Züleyha."

Daha çok kendinden emin olmak istermişçesine çıkan bu ses... Kırık, yaşlı gözlerini bana diken yüreğim. O'ydu. Dönmeye, sana bakmaya mecalim kalmamıştı ki Yusuf'um. Nasıl dayanayım sana bakmaya. Bu kalp bu sefer durmaz mı? Ağlayarak gel dediğim gecelerin inadına dön diyebilir mi?

"Züleyha." Put gibi donmuş kalmıştım. Ne bir fikrim, ne de o fikri işleyebileceğim duygularım vardı.

Zaman durmuştu.
Ben durmuştum.
Bizim sadece kalbimiz yaşıyordu.

UNUTULMUŞ BİR SIZI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin