O ilk kelimeler dudaktan firar ettiği an başlamıştı bizim öykümüz.
Merhaba? Bir merhabayla güneş doğar mı? Doğuyormuş.
Bizim? Nasıl da yakıştı 'biz' kelimesi ikimize.
Sessiz bakışmalarımızı çatılan kaşların, merakla irileşen kuyu gibi gözlerin bozmuştu. Ben o kuyunun dibine bile ne ara gömülmek isteyecek hâle gelmiştim."Siz de mi yalnızsınız hanımefendi?"
Değilim diyemedim. Sen varken benim sonbahar yapraklarının içinde hatta kainatın içinde yalnızlıkla ne işim olur? "Ah, şey... Ben... ben yalnız gibiyim." Çatılan kaşların nasıl da yumuşak bir şekilde inip kalkmıştı. Dudakların, kalın dudakların her kelimeni nasıl da içine çekiyordu öyle. Heyecandan konuşamıyordum ki seninle be adam. Ruhumu ruhunun arasına almışsın, beni benden çalmışsın, sen benim dünyamı kendine katmışsın, ben sen olmuşum, senin ben olmamı dilesem suç mu?
Olmasın, Tanrım ilk defa birini ruhumla hissetmişim. Gitmesin, lütfen, lütfen, lütfen...
"Normalde bu kadar sessiz misiniz?" Sen bana bakarken konuşmaya ihtiyaç duymuyordum ki ben. Sen konuş benim yerime de. Ömrümü ömrüne kat ama hep konuş, susma. Susarsan ben tamamen sessizliğe boğulurum.
"Aslında öyle değilim, hani kitaplar, filmler olur ooo! Bayağı konuşurum." Yutkunmaya çalışırken bile boğulmak üzereydim. Bu heyecanıma yumruk atan göğüs kafesimi ezen o duygu hem bu kadar güzel olup hem de bu kadar sıkıntı vermemeliydi. Sonra devam etmeye çalıştım, hep kalmak istediğim yanında birkaç cümle daha sarf edersem belki zihninde iki gram fazla yer tutardım.
"Ama bazen de az konuşuyorum böyle heyecanlanınca, sevinince ve..."
Devam etmeli miydim? Suskunluğumu gördüğünde niye kaşların yeniden havaya kalktı? Senin saçların, o kapkara saçların... Rüzgârla öyle güzel salınıyordu ki ellerimi daldırıp dokunsam günah olur mu ki? Olurdu. Tanrım, düşünmem bile günah ama engel olamıyorum ki.
"Ve?" Diye devam ettirmek isterken sen, benim dilim nasıl tutulmasın be adam. Benimle ilgili bir şeyler araştırmak isteyen sorgu dolu bakışlarına ölsem mi? Göğüs kafesim artık kalbimin yumruklarına dayanamayıp yırtılacak, sana koşarak gelecek korkacaksın bu ani sevişlerime, kaçacaksın ve en çekindiğim gelmeyeceksin diye büzülüyorum ruhuma doğru.
Nasıl diyeyim ben şimdi aniden sevince az konuşuyorum. Sana özel üstelik diye.
A dostlar! Bu duygu neden bu kadar canımı yakıyor? Sevmiş olmak bir canı tamamen yanmak mıdır? Ben büsbütün yanıyorum çünkü. Yakıyorsun ruhumu ve en kötüsü, farkında bile değilsin.
"Şeyden....Ihm, uykum gelince de az konuşabiliyorum. Oluyor ya hani aniden koşuşturunca, hani yorgun olunca..." Heyecanımı affet ruhumu ruhuna dolayan adam, üzgünüm senin varlığın beni böylesine bitirdiği için.
Sabırla, dikkatle öylesine güzel dinliyorsun ki beni. Tanrım içim bile sana gidiyor. Dilim lâl olmuş, ıssızlığıma bir sen çökmüşsün ve ben bundan zerre kadar pişman değilim.
Tanrıyı bile seninle daha da çok anar oldum. Namazlarımın şimdiki duası da sensin artık yas dolu adam.
"Yanaklarınız neden kızardı?" Başını, toprağına ruhunu bahşetmiş ölü, kızıl ve turuncu sonbahar yapraklarına çevirdin. Saçlarındaki matem kokusu ruhuma derin bir tokadı geçirmişti o an.
"Halbuki sonbahar bedenimizi dövüyorken sizin yanaklarınızın kızarması tuhaf." Endişeyle başını bana yeniden çevirirken açıkça kendimi -en azından şimdilik- deşifre etmemem gerektiğine karar verdim.
"Hasta mısınız yoksa?"
"Yok, yok ama olabilirim." Sana hasta olabilirim ama hiç iyileşmek istemiyorum. Hep bana baksan,
O an, saçlarının arasına burnumu daldırsam, hiçbir zaman seni senin varlığından ve ruhundan ayırmadan daha çok, hiç bitmeyecekmiş gibi sevebilsem... Bu dileğim bir gün kabul olur muydu?"Olmayın lütfen. Hasta olmalıyın." Sana hasta olmamak mümkün mü? Seni hissedişim ve seni anlayışımdan sonra bunu nasıl reddederim.
Daha fazla cümle kurabilir miyim?
Şiir gibi, matem kokulu adama ne dersem diyeyim yasına boğmaz mıydı beni? Boğsun, o boğsa bile kabulüm.
Sonra ilk defa yirmi iki yıllık hayatımda birinin bana ismimi soruşunun ne denli kıymet ifade ettiğini gördüm. Ben sanırım, sende beni gördüm.
"Hanımefendi?" Dedi kibar ses tonun, mutluluğu mutluluğuma bağlanmış kelimelerin. "Adınız nedir?" Hiç düşünmeden müthiş bir heyecanla sarf ettim ismimi.
"Züleyha," dedim. "Peki ya sizin beyefendi?"
Kızaran yanaklarımın sıcaklığını hissetmemem mümkün değildi.
"Yusuf," diyerek eski bir masalı, cihanı uyandırdın bende.
Geçmişte bir Yusuf bir de Züleyha yok muydu? Kaderleri zor da olsa bir olmamış mıydı? Tanrım, bu nasıl bir tevafuk?Saçları matem kokan adam,
Ben seninle yanmak isteyen o Züleyhayım, sen beni yeniden reddedeceksen bile sonunda bana dönebilecek misin?Ben sana dokunmak istemiyorum senin sadece gülümsemen yeter.
Ben senin bir gülüşün uğruna bana gelmeyecek o Yusuf'u beklemeye bile razıyım.
*
Mayıs\2019İnstagram: Simgenin_kalemi
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UNUTULMUŞ BİR SIZI
Short Story"Sonbahar yapraklarının arasında tutundu kalbim sana, ve asla ayrılamadı." Bir Yusuf, Bin Züleyha hikâyesidir... Kısa Hikâye/2019 *Tüm hakları göğüs kafesimin içinde saklıdır.