"Onun burada ne işi var?"
"Jisung."
"Onun burada ne işi var dedim hyung? Onu nasıl buraya getirirsin?"
"Changbin'in kimseye söylemediği bir şey var. Bana da yeni söyledi, sen de bilmiyorsun Jisung. O yüzden sus."
"Şaşırmadım." Felix'in mırıldanmasıyla odadaki bütün gözler ona döndü.
"Bir şeyler saklamana şaşırmadım, SpearB. Ugh senden cidden nefret ediyorum." Changbin'in yaşlarla dolu gözleriyle göz göze gelen Felix yalan söylediğini fark etmişti.
Nefret gibi güçlü bir duyguyu Changbin'e besleyemeyecek kadar sevmişti onu. Hala da seviyordu. Sadece kızgındı, kırgındı. Korkuyordu. Onu iki kere, en kötü halinde, hiçbir şey demeden terk etmişti.
Onun gözünde hiçbir değeri olmadığını düşündüğü için kırgındı. Kendisini yüzüstü bıraktığı için kızgındı. Tekrar onu terk edip gitmesinden korkuyordu.
"Bu sefer her şeyi sana anlatmama izin verecek misin?"
"Tekrar kaçmayacaksan dinlerim." Umursamaz görünmeye çalışarak omuz silkti Felix.
"Sana aşığım." Changbin bir anda söylediğinde Felix neye uğradığını şaşırmıştı.
"Ne?"
"Sana aşığım Felix. Yıllardır."
"Hahahahahahaha. Saçmalama. Sen bana aşık falan değilsin. Aşık olsaydın beni yüzüstü bırakmazdın."
"Seni yüzüstü bırakmadım Felix. Ablama neler olduğunu biliyorsun. Sen de onunla aynı durumdaydın ve ben kriz geçiriyordum. Minho hyung seni kurtardıktan sonra kaçtım. Beni kriz geçirirken görmeni istemedim. Ablam gözlerimin içine baka baka öldürdü kendini Felix. Senin de aynısını yapmandan korktum. Seni banyoda tek başına bıraktığımda da aynısı olmuştu. Yine kriz geçirmek üzereydim ve beni öyle görmeni istemedim."
"Bana anlatabilirdin. Seni yalnız bırakmazdım biliyorsun. Kriz geçirirken de yanında olurdum."
"Anlatmaya çalıştım Felix. Ama beni dinlemedin, dinlemek istemedin. Seni bırakmak istemedim ama beni buna zorladın. Aramalarıma ya da mesajlarıma cevap vermiyordun. Yanına yaklaştırmıyordun. Nasıl anlatacaktım? Nasıl yanımda olacaktın Felix?"
"Dur dur dur biraz. Yuna nuna...? Kazada ölmedi mi?"
"Hayır. Onu o gece kurtarmıştık. Ama insanlar susmadı. Ağızları kapalı olsa da gözleriyle konuştular. Ablama kötü bir şey yapmış gibi bakıyorlardı, onların gözünde ablam kurban değil suçluydu. Dayanamadı. Evde ikimiz tektik. Bir anda, gitti. Yalvarmalarıma rağmen, beni tek bıraktı. Sen banyoda öyle... O haldeyken... Ablam gözümün önüne geldi Felix. O yüzden kaçtım. Beni kriz geçirirken görmeni istemedim. Sonra yardım almaya karar verdim. Senin karşına çıkmak için önce kendimi düzeltmem gerekiyordu. Evet seninle SpearB olarak konuştum. Çünkü senden güç almam lazımdı. Tek başıma yapamazdım. Teşekkür ederim Felix. Haberin olmasa bile bana çok yardım ettin."
"Sen... Ne?"
"Yardım aldım Chan hyung. Bütün o 'acil işim' olduğu için çıktığım zamanlarda doktorun yanına gidiyordum."
"Bizi yalnız bırakır mısınız?"
"Felix-"
"Minho hyung. Bizi yalnız bırakın." Felix'in sert sesi Minho'nun geri adım atmasına ve diğer ikisiyle birlikte odadan çıkmasına sebep olmuştu.
Felix, Changbin ile başbaşa kaldığında tuttuğu gözyaşlarını bıraktı. Ağlamayı durduramıyordu. Her şeyin acısı şu an çıkıyor gibiydi.
"Felix... Felix ağlama. Lütfen ağlama. Neden ağlıyorsun?"
"Aptal! Aptalsın sen! Her zaman burnunun dikine gittin, her zaman kendi istediğinin olmasını sağladın. Peki neden benden bu kadar çabuk vazgeçtin aptal! Neden beni karşına oturtup zorla seni dinlememi sağlamadın!"
"Benden daha çok uzaklaşmandan korktum. Seni sıkarsam bir daha hiç benimle konuşmazsın diye düşündüm." Felix burnunu çekti konuşmadan önce.
"Aptal. İki yıl boyunca gelip bana açıklama yapmanı bekledim. Gerçekten bir sebebin olduğunu düşündüm. Ama sen gelmedin. Salak."
"Benden nefret etmiyor muydun?"
"Hayır. Sinirliydim ve kırgındım. Ama nefret yoktu."
"Neden?" Aklı karışmış bir şekilde konuştu Changbin. Konuşmanın sonunun nereye gideceğini merak ediyordu.
"Hm?"
"Neden benden nefret etmedin? Seni tek bıraktım. En zor anında yanında değildim. Neden benden nefret etmedin?"
"Çünkü..." Derin bir nefes aldı Felix konuşmaya devam etmeden önce. "Çünkü nefret gibi güçlü bir duyguyu... Sana besleyemeyecek kadar... Seviyordum seni." Changbin odayı dolduran fısıltıyı yanlış duyduğunu düşünmüştü.
"S-sen? Ne? Gerçekten mi?"
"Evet. Ama şu an... Şu an seni sevip sevmediğim konusunda şüpheliyim. Sadece biraz zaman lazım. Anlıyorsun değil mi?"
"Evet. Evet anlıyorum. Tabi ki de anlıyorum. İstediğin kadar zaman verebilirim sana. Ama beni affettin... Değil mi?"
"O konu... Açıkçası... Pek sayılmaz. Yani ablan için gerçekten üzgünüm. Yanında olamadığım için de gerçekten üzgünüm. Ama Changbin sen beni en zor anlarımda tek bıraktın. Minho hyung olmasaydı neler olacaktı biliyorsun değil mi?"
"Anlıyorum Felix. Sorun değil. En azından arkadaş olsak? Gerçekten daha fazla senden uzak kalmaya dayanamıyorum."
"Tamam. Olur. Arkadaş olalım."
"Gerçekten mi?!" Changbin bunların yaşandığına inanamıyordu. Felix'in karşısında durduğunda, onunla konuştuğuna, onunla arkadaş olacağına. Her ne kadar arkadaş kalmayı içten içe istemese de bu bir başlangıçtı. Changbin'in her şeyi düzeltmesi için bir başlangıç.
"Sana... Sarılabilir miyim? İstemezsen gerçekten anlarım sorun değil. Ama sana sarılmayı çok istiyorum tabi bu seni baskı altında hissettirmesin ben sadece-"
Küçük kolların boynuna sarılmasıyla söyleyeceklerini yuttu Changbin. Kollarını yavaşça sarışının beline sardı ve uzun zamandır özlediği kokuyu içine çekti. Dudaklarında ufak bir gülümseme belirirken bundan sonra her şeyin düzeleceğine olan inancı artmıştı.