Günler geçti ayrı ayrı uyuyalı ve ayrı uyanalı, aslında birbirleri olmadıklarında uyanamadıkları sabaha. Ayrı aldıkları nefes bile fazla geliyordu içlerine... Paylaşmadıkları güzel anılar buruk, bölmedikleri sıkıntıları hep kat kat artıyordu. Biri dur demeliydi ama nasıl? Tahir çaresizdi. Nefes ise direnmemek için bahaneler arar hale gelmişti bile. Bu yola tek başına devam edeceğini düşünürken yolun yarısında Tahir'e yenileceğini bekliyorduk ama nasıl? Aylarca birbirlerine hemnefes olmuşken şimdi iki günlük ayrılığın onları neler beklediğini, bunu nereye koyacaklarını bilmemeleri, daha önce bu duyguları yaşamamış olmanın acemiliği ve bir yanda biraraya gelsinler diye bahaneler üreten kocaman yürekli oğulları... Nefes gitti ama bir kez bile olsun aklından boşanma geçmemişti. Trabzon'da kalmanın bile mantığını aradı ama boşanmayı hiç düşünmedi. Tahir'e git derken, yüzüğüne sımsıkı sarıldı. Vedat'ın yüzüne ayrılmadım diye haykırdı.
Ama işte beklenen soru Saniye'den geldi. Ne zaman boşanacaksın Tahir?
Tahir her sözü yutmaya alışırdı da boşanma sözü öyle ağır gelmişti ki. Kaç günlük sessizliğini işte o akşam bozdu. Çünkü daha kendi demişti bugün, ben bu ayrılığa alışamadım diye. Zaten adını koyamazken, gece görüntülü aradığı telefonu kapatamazken, her sese o mu geldi acaba diye beklerken, sadece bir kez sarılsalar her şeye yenileceklerine bu kadar eminken kim buna ayrılık diyebilirdi ki?
Nefes, Tahir'i ailesine bıraktı. Bir anlık olsun, aradan çekildiğini ve olacakları izlemelerini istedi. Olanlar oldu, Tahir her defasında daha sert bir şekilde Nefes'e koştu. Annesi bunu görmedi, ne oğlunun evlat acısını ne vicdan yükünü ne de konağa sığamayışı ile ilgilendi. Dizimin dibinde dursun da ne düşündüğü önemli değil dedi belki. Nefes, Tahir o evden resmen kovulana kadar adım atmadı, olacakları bekledi. Tahir'i kendi elleriyle göndermeleri onun en büyük şansıydı. Başka türlü yeniden Tahir'e sarılma gücünü bulamazdı. İlk defa Tahir'in gerçek yuvasının kendi yüreği olduğuna şahit oldu, sıkıca sarıldı. Aklında başlarındaki belanın sonuçları kol gezerken, ona en çok ihtiyacı olan bir durumdayken, bir daha asla git diyemeyecek kadar özlemişken; o geldi ve döktü yüreğindeki tüm ağırlığı. Çünkü hemnefes olmak, susmamaktı. Aşktan öte paylaşmaktı, merhamet duymaktı, kalbinin sancısıyla birlikte ayağa kalkmaktı.Hiçbir dizi finale kadar sadece mutlu sonlarla devam etmez. Sadece komedi dizileri bir bölümde olup biten hikâyelerden oluşur ve bölüm sonu izleyiciye etkili bir mesajla son verilir. Onun dışında dönem dönem değişir; kazanmak ya da kaybetmek. Ama asıl mesele iyiyi ve kötüyü anlatırken izleyiciyi arkada bırakmamaktır. İzleyici ne güzeli izlerken aklı kötüde kalmalı; ne kötüyü izlerken iyinin peşine takılmalı.
Carpe di em...
Şu anda yaşanan anın heyecanını yaşamalı. Bu bölüm tam olarak öyleydi. Logline' lar, yani bize 'neymiş?' sorusunun her bölüm cevap bulduğu ama bu defa 'logline' ın biraz bize bırakıldığı bir bölümdü. Geçen haftaki bölümü şu sorularla kapatmıştık; kadınların gücü bir zalimin elini kolunu bağlayıp kaçırmak mı? Korkutmak mı? Öldürmeye kalkmak mı? Cesaret, gerçek güç bu mu?Nefes yıllarca çektiği acıyı dillendirmedi bile. Karşısında ona yapılanların belki de sadece bir tanesi ile karşılaşmış dört farklı kadın duruyordu. Kiminin aklı karışık, kimi Vedat'ın psikolojik oyununa çoktan kapılmış, kiminin öfkeden daha da gözü kararmış... En aklıselim düşünen kişi acının bin katını yaşamış Nefes oldu. Zamanında Nefes de onlar kadar zayıf olsaydı, dik duramasaydı biz bu hikâyeyi hiç izleyemeyecektik. Ya da aynı işkencenin bin türlüsünü sadece bir kere yaşayınca bu tepkiyi verenler yaşasaydı şimdi onların da bir umut hikâyeleri olur muydu? Bilinmez... Ama şunu artık biliyoruz ki, Nefes bu savaştan sağ çıktı. Hem de bir başına, kimseye sığınmadan. Psikolojisiyle oynamasına izin vermedi. Zaten dizinin amacı bu bölümde kadın gücünü bu yolla göstermek olsaydı, dizinin başında ilk polise yakalandıklarında başka bir erkeğin gücü ile kurtulmalarını izlemezdik. Asıl gücün bu olmadığını yolun başında Fikret'in yardımıyla gösterdiler ama ne biz görebildik, ne de 'güçlü kadınlar' görebildi. Hikâyelerin dönüm noktaları olur ve zalim kazanmış zanneder ve daha büyük planlar peşine düşer. Kahramanımız da yan karakterler sayesinde atacağı adımların farkına varır ve dönüm noktası devreye girer. Bu işin sonunda Vedat kazanmayacak ama zaten dizinin başından beri tüm kahramanlarımızın da sürekli yaptığı ama çözüm olmayan ölümle korkutulması, şiddetle, yaptığını yaşatmaya çalışılması?
Kendi adaletini kurmaya çalışan herkes o düzenin içinde kaybolur. Kanun önünde adil bir yargılama olmadan kimsenin vicdanı da rahatlamaz, zalim cezasını da çekemez. Kadınlarımızın bir anlık öfkesiyle geldikleri bu noktayı bunu anladıkları dönüm noktası olarak kaydedelim. Birkaç bölüm sonra lazım olur. Zaten bu bölüm kadınlar kazansaydı Vedat'ı bitirmek bu kadar kolay mıydı, o zaman niye bunu Tahir, Mustafa, Murat vs. zamanında yapamadı diye sormaz mıydık? Kadın gücünü sorguladığımız ve gerçek kadın gücünün önünün açılacağına inandığımız bir tag ile yazdık 35. Bölüme.
Ebu'l Hasan Buşenci'nin şu sözüyle özetleyeyim bu durumu; Nefsini zelil edeni Allah aziz eder, nefsini aziz edeni Allah insanların gözünde zelil eder.Ve özlemi ayrı, kavuşması ayrı, bakışları ayrı, tripleri ayrı zarif olan Nefes ile Tahir...
Tahir karakterinin iki temel özelliği var baktığımızda; ilki ailesine olan sadakati. Bizim içimizden biri olarak davranıyor, aşkı uğruna her şeyi yakıp yıkan gözü kör aşık profili yok. Sezon finalinde Nefes'in ve oğlunun peşinden gitmemesi çok büyük bir karardı. Diğeri de Nefes'e olan sadakati. O kadar güzel seviyor ki, Nefes'in onu istemediğinden en ufak bir şüphesi olmadığı halde, ona sadece saygı gösterdiği için onu zorlamıyor. Ben buradayım istediğin zaman gel, bu sevgiyi al, diyor. Klasik âşık profili olsaydı 'sen beni seviyorsan konu kapanmıştır.' der büyük ihtimalle zorla ikna yoluna giderdi, buna hakkı olduğuna inanırdı. Tahir aşkını hep merhametinin arkasında tutmuş biri. Saniye'nin hasta olup da Tahir'i durdurması da aynı şeydi. Bu zamana kadar böylesine bocalamasının altında bunlar yattığı için çok tepki aldı. Gerçek hayatta da, dizilerde de çok zor görebildiğimiz bir şey aslında. Tahir annesi onu evden kovana kadar sabretti. Hesap günü geldiğinde Allah kimseye anne- babasının vazifesinin hesabını sormayacaktı. Sen annene evlatlık vazifeni yaptın mı, diye soracak. Tahir de bunun arkında olan biri, annesine karşı kendisinden ziyade karısına, oğluna çektirdiklerine bakmadan sadece vazifesini yapmaya çalışıyordu. Ne zamanki artık evim dediği evden resmen kovuldu. Yüzündeki mahcubiyeti de, vicdan azabını da, evlatlık vazifesini de omuzlayıp karısına koştu. Fazla battaniyen var mı diye sordu.
'Benim evim sensin, beni evime, yüreğine yeniden sığdırır mısın?' demenin en naif şekliydi. Yine tahirceydi, izin almaların bile en deriniydi. Oğlum, karım diye sahiplenmesine rağmen emrivaki oldu diye karısından oğlunu dışarı çıkarmak için tekrar tekrar izin isteyen Tahir kaleli. Karısının bir bakışından derdi olduğunu anlayan, anlayış gösteren, Nefes'ten bekleyen Tahir kaleli... Nefes'in telefonu kapatamamasına kıyamayıp kendi kapatmaya çalışan ama telefonu kapatmaya yüreği yetmeyen Tahir kaleli...
Nefes... Uzak durmaya çalışıp, Tahir'e kıyamaması, oğlunu babasız bırakma düşüncesiyle savaşması, ama onun bir sözüne yenilmesi, kapıya gelmesini dört gözle beklemesi, her derdini ilk tanıdığı andan beri sadece Tahir'le paylaşıp şimdi ona anlatamamasının eksikliği, telefonu kapatamaması, her gece onun umuduna sarılarak uyuması...
Tıpkı Tahir'in Nefes'in kokusunu içine çekemedikçe yiğidine sarılması gibi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Destan Karadeniz
FanfictionNefes ile Tahir'in içimizde kalan her anı... Onların bizim içimizdeki masal dünyası... 💙