Bir Nefes Hüzün

737 26 1
                                    

Sen Anlat Karadeniz-50. Bölüm Nasıl Başladı

Tahir ve Nefes o gün zorlu sınavlarından birini daha vermek üzere hastaneye gelmişlerdi. Nefes ’in cd olayını öğrenmesi üzerine hastaneye gitmeleri ikisini de çok sarsmıştı. Doktor ultrason ile incelemesine rağmen böyle bir tehlike varlığında daha ayrıntılı araştırma yapmaları gerektiğini, parça alıp biyopsiye göndermeleri gerektiği bile söylemişti. Tehlikeye atılacak ya da görmezden gelinemeyecek kadar da tehlikeli bir durum vardı şu an. Belki de hem Nefes’in, hem bebeğinin en büyük yaşam mücadelesinden biri olacaktı. Hastaneden çıktıklarında Nefes öyle darmadağındı ki, Tahir ona karşı öyle mahcuptu ki...
Tek kelime edemiyordu şimdi Nefes’ine, gözlerinin içine bakıp ona her zaman olduğu gibi umut olmak istiyordu. Bu zamana kadar da Tahir her zorlukta gerektiğinde canını ortaya koyarak Nefes’i için umut olmayı başarmıştı. Ama şimdi? Şimdi ikisinin de üstesinden gelemeyeceği kadar önemli ve zor bir sınav bekliyordu onları. Tahir söylediği için pişman, sakladığı için ayrı pişmandı. Nefes’inin bir damla gözyaşı, Tahir’in cehennemiydi, elinden bir şey gelmedi. İkisi de arabada ses çıkarmadan ilerliyorlardı. Nefes hıçkırıklarını içine saklamış bu defa, Tahir’e belli etmemek için uğraşıyordu. Ama Tahir’di bu. Nefes’inin en derin acısını ona en uzaktayken duyardı, onun bir damla gözyaşına kurban olur, özlemlerini içinde biriktirdi, nefesini uçan kuştan sakınırdı. Şimdi öyle çaresiz, öyle sebepsiz hissediyordu ki... Arabayı istemsizce sürerken aniden direksiyonu çevirdi. Yol onu çivraya götürecekti. Konağa dönmeden Nefesine nefes olabilmenin en güzel yeriydi belki Çivra.
Nefes sorgulamadı, çivaya gelmek onun içinde iyi olacaktı belli ki. Önce Tahir indi arabadan, Nefes’inin kapısını açmak için elini uzattı. Nefes Tahir’in gözlerine baktı, elini tuttu, içi titredi, Tahirin ellerinde Nefes için umut vardı, içinden ‘eğer bu eli tutarsam düşmem’ diye kendini ikna yoluna gitti. Ama kalbi sızlıyordu, gözyaşı dinlemiyordu. Ellerinden tuttu Tahir’in ve kayalıkların üzerinden denize en yakın oldukları yerde durdu. Önce Nefes dizlerini kırıp oturdu, Tahir derin bir iç çekti yanına kıvrıldı. Dizini nefesin dizine değdirdi, elini eline, gözlerini gözlerine...  Aslında yüreğini yüreğine değdirmekti tek derdi, oraya uzanacak yol aradı durdu.
Nefes gözlerini kaçırmadı Tahir’den taa içine baktı. Tahir konuşsun, paylaşsın ne hissettiğini, atsın üzerinden bu yükü istedi.
-Anlat kızım da, konuş benimle. Sen her sustuğunda ben daha çok deliriyorum içimde.
-Tahir… Ben ilk hamile olduğumu duyduğumda öyle tuhaf hissetmiştim ki... Ben daha önce iki kere hamile kaldım. Ama her ikisinde de onları doğuracağım dünyayı düşündükçe içime yıkıldı hayallerim. Onlar için hiçbir zaman güzel hayaller kuramadım. Tek derdim sağ salim dünyaya getirmek ve onları o kirli dünyadan uzak tutabilmekti. Yaptım da. Yiğitle kurduğum dünyada ona sadece iyi ve doğru olan bir hayatı anlattım. Hamileyken aklımdan geçenleri bir bilsen... Nasıl çaresiz hissettiğimi, ne yapacağımı bilemeden, daha kendim çocukken… Karnımda bir canın varlığını öğrenmek… Bir bebek dünyanın en güzel mucizesiydi ama ben o mucizeye hiçbir zaman gönül rahatlığıyla sevinemedim. Hep vedattan nasıl korurum, ne yaparım diye düşünüp dururdum. Bu endişelerden onlar için güzel bir gelecek planı yapamamak, onları ömrüme ömür diye katamamak öyle acıydı ki… Ama sonra… Asiye ablam test yaptır deyince… İçimde bir şeyler uçuştu sanki, senin bebeğini karnımda taşıyor olmanın düşüncesi, öyle farklı öyle güzeldi ki… Sen gelmeden daha, o gün bebeğimiz için ne kadar çok hayal kurdum biliyor musun? Sen istanbul'dan gelmeden önce binlerce isim düşünmüştüm, birlikte seçeceğimiz kıyafetlerini, ayakkabılarını… Hatta defalarca telefonu elime aldım, sana söylemek için. Yerimde duramadım,içim içime sığmadı sana bu haberi vereyim diye. Sonra süpriz yapalım diye akşamı bekledik ama çok zor dayandım Tahir, heyecanıma ortak ol istedim.

Tahir,Nefesin gözlerinde, yüzünde o mutluluğu, o heyecanı öyle güzel hissetmişti ki. Nasıl da birden dünyanın en güzel huzuruna eşlik etmişti. Nefes devam etti;
-Doğduğunda onu bekleyen kocaman bir ailesi, ona bir şey olacak mı korkusunun olmaması… Öyle güzelmiş ki, masal gibiymiş. Ben bu hayale inanmak istedim Tahir. Bir kez olsun mutlu olacağımıza, kucağıma bebeğimi ilk aldığımda gözlerinin içinde güvenle kaybolacağıma inanmak istedim. Aklımdan bile geçmedi, öyle güzel unutmuşum ki geçmişi, sen bana öyle güzel unutturdun ki… Ben yıllarca işkence gördüm, ikinci doğan bebeğim o iğrenç hapishanede yaşama tutunamadı. Kırdılar kollarımı, bebeğimin kanadını. Ben onun için de çok endişe etmiştim ama yiğitle birlikte ona güvenle korkmadan yaşayabileceği bir dünya için elimden geleni yapacaktım, olmadı. Şimdi… Senin bebeğini hiçbir şeyden korkmadan, kaçmadan dünyaya getirme fikri öyle güzel gelmişti ki. Tüm bu olasılıkları bana unutturmuştu. Ama yine yüzüme kocaman bir tokat gibi çarptı. Nefes, kendine gel, senin hangi işin kolay oldu ki, bu da öyle olsun, dedim kendime. Ben bugün bir kez daha rüyadan uyandım… Ben mutlu olacağımıza inanmıştım, her defasında yere daha kötü çakıldım. O ölmüştü ve ben atmıştım omzumdan bütün yükümü. Kalbimde ruhumda hiçbir yerimde izi kalmamıştı Tahir, ben hayatımdan tamamen çıktığına inanmıştım…
Nefes bunları anlatırken öyle kötü olmuştu ki, Tahir’in gözlerinin içine içine döküvermişti bu sözleri. Tahir öyle çaresizdi ki, söyleyecek tek kelime bulamadı. Nefes hayatına girdiğinden beri kendine verdiği en büyük sözü yiğitle ikisine güvenle yaşayacakları koçman bir dünya kurmaktı.  Bu mesele, Nefesinin canını çok yakmıştı, umudunu kaybetmesine izin vermemeliydi, böyle bir şeyle onu karşı karşıya getirmemeliydi belki. Ama şimdi, ne yapacaktı. Söyleyecek tek kelimesi yoktu. Sıkıca sarıldı Nefes’ine, göğsüne sığdırdı sevdiğini oturdukları yerde.
Artık gece olmuştu. Nefes çivrada Tahire içini biraz döktükten sonra ikisi de biraz olsun durulmuştu. Nefes bugün öğrendiklerinden sonra gece boyu ara ara kâbus görmeye başlamıştı. Daha önce doktorunun da dediği gibi hatırlatacak bir şeyler olduğunda yanı acıyı tekrar tekrar yaşarmış içinde. Bu gece de öyle olmuştu. Nefesin hastalık meselesi öğrenmesi ile bebeğini kaybetme korkusu eskisinden daha ağır bir şekilde bastırmıştı şimdi. Gözlerini açtı, sevdiğine baktı, huzurla sarıldı, bir öpücük kondurdu yanağına. Sonra sessizce yataktan kalktı, Tahirin uyanmaması için çok yavaş adımlarla kapıyı açıp çıktı, çıkmadan önce Tahirin yüzüne baktı son kez, Tahirin baba olma sevincini baltaladığını düşünüp kendini suçlamaya başlamıştı bile. Sığamamıştı bir yere. Karadeniz bu ya… Aylardır sığınıp memleketi bildiği bu diyar her gün ona yeni çıkmazlar sunuyordu. Hepsinden daha güçlü çıktığını sanarken aslında daha da sert bir darbe vuruyordu yüzüne. Nefes kedini bir an Karadeniz’e ait hissetmemiş, bir yabancısı kesilmişti buraya.
Tahir kalbinin üzerinde nefesinin kokusunu duyamayınca uyandı. Eliyle yokladı, gözlerini açtı, Nefesi yanında yoktu. Dün sabah ki gibi kanaması olduğunu düşünüp endişeyle yataktan fırladı. Banyoyu kontrol etti ama Nefes orada yoktu. Belki de bugün yaşadıklarından sonra oğluna sarılmak istedi diye düşündü, Yiğit’in kapısını açtı usulca ama Nefes orada da yoktu, tüm evi kontrol ettikten sonra Tahir konağın dışına çıktı, etrafta olmadığı belliydi, telefonla aradı, ulaşamadı. Hızla kendini konağın altındaki yola attı. Aklına en son Nefesinin selasının verildiği rüya geldi. Tahir yolun ortasında dizlerini üzerine çöktü elleriyle iki kulağını tıkayıp bağırmaya başladı. Zira kulağında Nefes Kaleli vefat etmiştir, sözleri yankılanıyordu ve susturmak hiç kolay değildi,
Belki de rüyasından on kat daha gür bir sesle bağırdı…
-Nefesssss…..
Böyle olmayacaktı, onu nerede bulacağını düşünmedi bile, yolda nereye gideceğini bilmeden koşmaya başladı, koşmaya başladığı üç beş adımdan sonra duraksadı, Tahir bu anı bir yerden hatırlıyordu, yoksa?
Nefesin Karadeniz'e geldiği ilk zamanları hatıladı. Bir keresinde yine Nefesi yatağında bulamamış, hafif yollu deliye dönmüştü. Belki de, dedi, yine medreseye gitmiş olabilir miydi? Bu saatte gidecek başka hiçbir yer aklına gelmiyordu. Zaman kaybetmedi düşünmek için hemen arabasına atlayıp medresenin yolunu tuttu. Öyle hızlı sürüyordu ki, aklından sayısız ihtimal geçmişti. Bu saatte bir başına nasıl giderdi, ya yolda bir şey olsaydı…
-Ah be Nefes… Diye geçirdi içinden…
-Ah be Nefesim…
Yolda Osman hocayı aramayı düşündü ancak yeni evi medreseye uzaktı, Tahir ondan önce ulaşırdı arabasıyla. Ama içini kemiren bu korku... Ya orada değilse,  o zaman ne yapardı?
Camiye yaklaşınca arabasını durdurdu. Medresenin yanan ışığını gördü, derin bir nefes aldı.
-Şükürler olsun Allah’ım, şükürler olsun.
Yavaşça medresenin merdivenlerini çıktı, yine o geceyi hatırladı, teveccüh vaktinde bulmuştu Nefesini gün ayana kadar beklemişti kapısında. Tek derdi nefesinin artık acı çekmemesi, artık güzel rüyalar görmesiydi, Tahir de belki kendini bu güzel hayallere kaptırmış, bir anlığına da olsa Nefesin acılarını unutuvermişti. Ama geçmiş, bırakmıyordu peşlerini.
Medresenin kapısına gelince usulca Nefesine baktı. İçeri girmeye meyil etti önce, sonra duraksadı, Tahir’den habersiz buraya geldiğine göre belli ki Rabbine sığınmak istemişti. Bir süre beklemeliydi belki. Tahir ona uzanacak kelimeleri bulamamıştı bugün, Nefes Rabbine dua ile kocaman bir yol bulmuştu. Sessiz ettiği duanın ardından ellerini yüzüne götürdü. Başındaki keşanını düzelttikten sonra iki elini dizleri üzerinde koydu, düşünmeye başladı, Tahir’in kapıda onu izlediğinden habersizce.
-Allah’ım… Ben bitti sanmıştım, imtihanım da, çektiğim acılarda bitti sanmıştım.
Nefes gözyaşlarına hâkim olamadı. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı başını dizlerine yaklaştırdı, öylece kaldı. Tahir dışarıda üzüntüden ne yapacağını bilememişti Nefesi böyle görünce, bir eliyle diğerini tutmuş, parmağını sıkmaya başladı ses çıkarmamak için…
-Osman babam bana, bekle der en iyisini verir demişti,  Sen bana Tahir’i gönderdin, bana dünyaları verdin, oğlumla ikimize kocaman bir dünya kurduk burada, kocaman bir ailemiz oldu. Ben de Tahire vermek istedim. Onun kendi canından bir evladı olsun istedim. Şimdi benim yüzümden… Nefes cümlesini tamlayamamıştı… Ağlamaya başladı tekrar. Tahir ise bu sözlerden sonra artık dayamadı kapıya biraz daha yaklaştı. Bugün onu anladığını sanmıştı da, Nefesinin bu yüzden kendini suçladığını anlayamamıştı.
-Nefesim… Dedi sessizce, usulca. Nefesi sesini duydu, başını kaldırdı, ağlamayı bıraktı bir kenara ayağa kalktı;
-Tahir?
Tahir nefesinin elinden tutu, az önce geçtiği merdiven başına oturttu, kendi de yanına oturdu. Şimdi ikisi de başı öne eğik, bir elleriyle diğer ellerini tutmuş öylece bekliyorlardı. Gökyüzünde ay vardı, onların bu acına şahit olan, vakitlerden seherdi, kulların Rabbiyle baş başa olduğu an.
Nefes ağlamayı bırakmıştı ama az önce söyledikleriyle  gecenin bir yarısı habersiz bir başına buraya gelmesinin mahcubiyeti vardı üzerinde.
-Sen beni nasıl buldun?
-Anılarımızı takip ettim.
-Sen… Yine mi delirdin beni göremeyince.
-Delirdim tabi ya… Buraya gelene kadar ömür gitti ömrümden.
-Ben özür dilerim, seni korkutmak istemedim ama sığamadım Tahir, Osman hocam böyle durumlarda bana inşirah okurdu. Senin canını yeterince sıktım zaten. Bende buraya geldim.
Tahir başını yukarı kaldırdı, gökyüzünde aya baktı, gözlerini kapatıp derin bir iç çekti.
-Nefesim… Yapma böyle…
-Tahir, ben sana bunu yaşattığım için özür…
Tahir başını hızla nefesine çevirdi, bakışlarını Nefesin gözlerine yerleştirdi…
-Sakın… Sakın özür dileme Nefes…
-Sana baba olmak isteyeceksin demiştim. Sen beni bir enkazken alıp çıkardın, sen bana inandığın, acıların olmadığı kocaman bir dünya yarattın ama bak… Yine başa döndük, ben sana veremedim.
-Nefes şunu deme…
Nefes zaten bebeği ile ilgili bu şüphenin ağırlığını yaşıyordu, onun omuzlarındaki diğer ağırlık ise Tahir’in de hayallerine nefes olamadığı endişesiydi. Bir çocuk mahcubiyetiyle baktı;
-Ama Tahir…
-Nefesim, ben hiç senden bekledim mi?
-Beklemedin, biliyorum, ama ben çok istedim. Seni mutlu etmeyi istedim. Sen her şeyin en güzelini hak ediyorsun ben sana en güzelini vermek istedim…
-Ben sana senden gelen her şey başım güzüm üstüne dedim. Ben sana yar olmak için kapına geldim, sen bana yarenlik ettin. Ben sana hem nefes olayım dedim sen bana kocaman bir dünya verdin. Ben seni o karanlık dünyadan çıkarayım dedim aslında sen beni içinden çıkamadığım karanlık dünyadan çıkardın. Elimden tutmasan, yalandan ibaret bir ailem olduğunu öğrendiğimde kayıp giderdim. Sen bana, bana baktığında gözlerinin içi titreyen bir evlat verdin.
Sen zaten bana her şeyin en güzelini verdin.
Sana benim nefesimi üzme demiştim, senin şu yaptığına bak.
-Tahir… Ben çok korktum. Hayalini kurduğumuz ne varsa yarım kaldı. Sen bana her defasında daha büyük hayaller kurma cesareti verdin. Aklıma bile gelmeyecek şeyler benim gerçeğim oldu. Eğer bebeğimize bir şey olursa…
-Nefesim… Benim şu yüreğimin üzerinde senin ömrün var. Her gün şükrediyorum Allah’a bana sizi nasip ettiği için. Almak da vermek de yalnızca Ona ait. Bir hayalimiz düşerse, yeni bir hayale yelken açarız seninle. Nefes Kaptan yolunu kaybederse, ben de kaybederim. O zaman kim götürür bu gemiyi. Sen yeter ki üzülme. Sen üzülürsen, benim kurduğum hiçbir hayalin bir önemi kalmaz, bilmiyor musun?
Nefes gözlerindeki çaresizliği çoktan yere sermişti.
Tahir son sözünü söylerken bir eliyle Nefesin saçlarını okşadı. Başını yavaşça göğsüne çekti, iki eliyle sımsıkı sarıldı. Gökyüzünde ay, şimdi bir karı-kocanın birbirlerine şifa oluşuna şahitlik ediyordu. Hafif bir rüzgâr esti, esen seher serinliği şimdi içlerindeki hüznü dağıtmış, yerini huzurlu bir tebessüme bırakmıştı. Osman Hocanın camiden ezan sesi geliyordu. Tahir bir kat daha sıkı sarıldı Nefesine. Üşümesin diye… Bedeni değil, ruhu üşümesin, artık gözyaşı dökmesin diye…
Umut olsun diye, kabul olunmuş duası olsun diye…
Karadeniz artık, bağrına basabilsin diye…

Bir Destan KaradenizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin