***
"Koca selleri meydana getirenler, küçük dereciklerdir."
SHAKESPEARE***
Bu gün birkaç kere ölmüş olsam da yeni doğmuş gibi hissediyordum.
Şeytanımın kollarında içli içli ağlarken bile mutluydum, huzurluydum. Bu yüzden kendimi ahmaklar gibi hissetsem de kalbime yerleştirdiği küçük güven tohumlarını söküp atamıyordum. Ne kadar kötü davransa da o çiçekleri büyütmek geliyordu içimden. Kollarında cenneti hissettiğim adamın, temelini attığı çiçekli bahçeden haberi yoktu. Belki de hiç olmayacaktı. Yine de onları söküp atasım gelmiyordu. Hem midemde uçuşan kelebekler arada kalbime çıkıp o çiçeklerin üstüne konuyorlardı. Tatlı bir kıpırtı bırakıp büyük bir güveni aşılıyorlardı. Onlar da memnunlardı hâllerinden.
"Bundan sonra ne olacak kestiremiyorum. Bir bilinmezliğe kapıldık, öylece bekliyoruz. Başıma neler gelecek söyle artık?" dedim burnumu çekerek. Ağlamaktan bulanık görüyordum ve gözlerimi ağrısından dolayı zor açık tutuyordum. Hâla onun kucağındaydım ve güvenli kolları hâla belimi sarmaktaydı. Ellerim omuzlarındayken ona olan yakınlığımın içimi ısıtmasına izin verdim.
"Gücün gayet güçlü fakat yaşamana yeter mi bilmiyoruz. O kapıyı açtıktan sonra yaşama ihtimalin var gibi görünüyor fakat yeraltı yine de emin olamayacağımızı söylüyor." dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan.
"Cehennemi çok mu istiyorsun?" dedim gözlerimi kaçırarak. Böylesi güzel bir adam cehennemi neden isterdi ki?
"Sen bunları düşünme. Güçlerine yönel. Sana yardımcı olacağım öğrenmen için."
"Dik durmaya çalışıyorum ama bunlar beni yoruyor. Bir an önce olsun bitsin istiyorum. Öleceksem de öleyim ama bir an önce. Gücümü de öğrenmek istiyorum fakat korkuyorum da." derken sesimin titremesine mani olamamıştım. Yüzüne vuran loş ışık kirpiklerinin elmacık kemiklerine düşmesine neden oluyordu. Elime alıp saymak istesem de bunu yapamayacağımı biliyordum.
"Korkmanı gerektirecek bir durum yok. Önlemler eşliğinde doğru bir şekilde öğreneceksin." diye konuştuğunda usul usul başımı salladım. Elden ne gelirdi ki?
"Sabah seninle birinin yanına gideceğiz. Birkaç gün onunla kalacağız." diye konuştuğunda kimin yanına gideceğimizi merak etmeye başlamıştım.
"Diğerleri de gelecek mi?" dediğimde dudaklarını yaladı. Gözlerim oraya kaysa da fazla oyalanmadan koyu kahvelerine çıkardım. Luca ile anlaşabiliyor olsam da diğerleri için aynı şeyi söyleyemeyecektim ve beni rahatsız ettikleri elle tutulur bir gerçekti. Gelmemeleri işime gelirdi.
"Hayır." diye cevap verdiğinde rahatlamıştım fakat şimdi de orada ne yapacağımızı merak ediyordum. Üstelik o biri kimdi?
"Kimin yanına gideceğiz peki?" diye sordum bu seferde. Ellerini sıkılaştırıp beni kendisine doğru çekti. Yanağımı göğsüne yaslayınca parmaklarını saçlarımda gezdirmeye başladı. Sorumu yanıtsız bırakmış olsa da şu an hiçbir şeyin önemi yoktu. Önemli olan tek şey saçlarımda gezintiye çıkmış parmakları, belimi sarmakta olan naif eliydi.
Sol elim göğsündeyken, sağ elimi ensesine uzanan saçlarına uzattım. Tereddüt etmeme izin vermeden parmaklarımı ipek gibi saçlarıyla buluşturdum. O kadar yumuşak, o kadar okşanasıydı ki... Âdeta cenneti sunuyordu bana. Masaj yaparcasına oynamaya başladığımda tatlı bir mırıltı bıraktı kulaklarıma. O an gözüme küçük çocuklar gibi görünmüştü. Uykusu gelen minik yavrular gibiydi sanki. Bu sese sessizce gülümsedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOR ALEV
Fantasy"On üç yaşında meleğin mühürü kendisini gösterdi çünkü şeytan olan annesi, o yaşında ölmüştü. Bir şeytanın melek kızı vardı, şeytanın öldüğü yerde melek can bulacaktı. Şeytan öldü ve melek can buldu. Annesi; melek, acı çeksin diye intihar etmişti."...