Bölüm 14: Adalet Meydanı

1.3K 173 2
                                    

Akşam saatlerine yaklaşırken, şifacı hanımın da indiği han salonunda üç kişilik grubumuz yemek yiyordu. Diğer gecelerde, halsiz olduğumdan dolayı akşam yemeklerini odamda yemiştim. Hayatın biraz daha normalleşmesi güzeldi. 

"Bence Onbaşı doğru demiş. Burada gerektiğinden bir dakika daha fazla kalmak istemem. Kasabada ilgilenmem gereken hastalar, ve ebeliğime ihtiyaç duyan hamileler var" dedi şifacı.

"Merak etmeyin, Bayan Manaste. Konuştuğumuz gibi gün ışığı ile yola çıkacağız" diyerek temin etti ustam.

"Bay Fernar, yolları kesen şu eşkıyalar hakkında endişelenmeli miyiz" diye sordum.

"Eşkıyalar, ele geçirilecek değerli şeyleri olanlara saldırır. Şifacı hanımın otları ve bizim bir kaç dahnemiz ilgilerini çekmeyecektir. Fakat yine de ben arabanın önünden gidip, bir pusuya düşmeyeceğimize emin olacağım" diye cevap verdi kolcu.

Tabağımdaki yemeği bitirdiğimde, köy meydanından gelen kalabalığın sesini duydum. Han hemen meydana kurulu olduğu için, yüksek sesli bağırışmaları, ve bot seslerini net bir şekilde seçebilmiştik. 

"Hancı!" diye seslendi üst katlardan birinde olan adama ustam. 

Bir dakika sonra, gürültülü ayak sesleri eşliğinde hancı salona indi.

"Buyrun korucu beyim" dedi adam.

"Dışarıdaki bu gürültüde nesi?" diye sordu ustam.

"Az önce pencereden gördüm beyim. Askerler bir grup insanı zincirleyip meydana getirdiler" diye yanıtladı hancı.

"Ben bir göz atsam iyi olur" diyerek masadaki yerinden doğruldu ustam.

"Ben de geleceğim, usta" dedim.

Ustam cevabını vermeden önce şifacı kadına baktı. Bayan Manaste bezgin bir ifade ile omuz silkince ustam "Gel bakalım..." dedi.

Yaşlı kadın bana laf anlatmaktan usanmıştı. Ona kalsa, bütün gün heykel gibi yatakta kalmamı tercih ederdi. Kim çıldırmak pahasına iyileşmek isterdi ki? Bir kaç sene yetecek kadar uyumuştum. Ustam yine de han kapısına doğru yürürken ağır adım ilerliyordu. Arkasından koşturmam gerekmemişti. Hoş bunu yapabileceğimden değildi ya. Tekrar onu bir yerlere doğru takip ediyor olmak iyi geliyordu. Handan çıktığımız meydana, evlerinden çıkan köy halkı doluşuyordu. Meydanın ortasında, cömert bir gölgesi olduğunu düşündüğüm, çok büyük bir çınar ağacının altına askerler doluşmuştu. On kişiye yakın asker grubundan bir tanesi, bizi tehdit eden onbaşıydı. Asker grubu, dört kişiden oluşan, dizleri üstüne çökertilip, zincirlenmiş tutukluların önündeydi. Tutukluların hepsi hırpani görünüşlü tiplerdi. Aralarından en yaşlı olanı hemen tanımıştım. Bu korkulu gözlerle etrafa bakan adam, köyün daimi sarhoşuydu. Yüzü çürümüş, ağzının kenarında ise kurumuş kan vardı. 

"Gebora..." diye hayret dolu bir fısıltı kopardım.

"Ne dedin, evlat" diye sordu gürültü yüzünden söylediğimi duyamayan ustam.

"O adam... Şu yaşlı olan tutuklu. Onunla daha bu sabah konuşuyordum. Buranın her zamanki berduşlarından" diyerek elimle tutukluyu gösterdim.

Ustam hemen kendi eliyle, benim işaret eden elimi indirdi.

"Dikkat çekmeden izleyip neler olduğunu anlayalım önce" diye ihtiyatla konuştu deneyimli kolcu.

Köy halkından, meydana katılan her bir yeni üye, önce askerlere, sonra mahkumlara baktıktan sonra, çevresindeki tanıdıklar ile hararetli bir fısıldaşma içine giriyordu. Ortaya ise gürültülü bir uğultu çıkıyordu. Bir süre sonra, onbaşı toplanan kalabalığa doğru dönerek konuşmaya başladı.

EJDER RUH 1. KİTAPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin