Bölüm 30: Mital Konağı

1K 137 5
                                    

Davet gününü ikimiz de sessizlik içinde geçirmiştik. Şafakla birlikte hanın mutfak bahçesinde yaptığımız kılıç eğitimindeki kısa direktifler hariç, tüm gün bir şey konuşmadan geçmişti. Ustamın gerginliği bende de yankı bulmasına rağmen, iştahım kapanmamıştı. Yemiş, içmiş ve bütün gün el oyalayan uğraşlar ile eğitim almıştım. Davete gün batımında iştirak etmemiz gerekiyordu. Vakit yaklaşırken, son bir defa kılık kıyafetimize çeki düzen verdikten sonra yola çıkmıştık. Heybelerimizi, pala ya da fırlatma bıçaklarımızı yanımıza almamıştık. Ustama göre, yanımızda silah sayılabilecek herhangi bir şey varken, askerlerin bizi asillerle aynı eve sokması mümkün değildi. Belimde sallanan palanın ağırlığı olmadan, kendimi bir parça eksik hissediyordum. Bu garip bir histi, zira çok da uzak olmayan bir zaman öncesine kadar, bütün bu kıyafetler ve ekipmanlar rahatsız edici birer ağırlıktı. Şimdi ise sanki kimliğimin bir parçasına haline gelmişlerdi. Ya uyum sağlamakta ya da şikayet etmekte üzerime yoktu doğrusu. Fakat hangisi, tam emin değildim. Şehrin, tüccar evlerini barındıran bölgesinden daha da yukarı çıkarken, gergin sessizliği dağıtmak için bir girişimde bulundum.

"Bir tüccar nasıl oluyor da asillerin bölgesinde yaşayabiliyor" diye sordum.

"Sanırım dul bir leydi almanın kendine has avantajları var" dedi ustam önüne bakmaya devam ederken.

Ses tonu keyifsizdi. Gerginliğin dağılacağı yoktu. En azından görevimizi yerine getirene kadar... Konuşmayı ben yapmayacaktım, ve normal şartlarda bu kadar gergin olmazdım. Fakat vahşi hayvanlar ile sakince mücadele eden ustamın ruh hali bulaşıcı gibiydi. Yürüdüğümüz caddenin sokağı genişleyerek bir meydana çıktı. Alan, henüz daha hava kararmamasına rağmen sokak lambaları ile biraz daha aydınlatılmıştı. Her yöne çıkıyor gibi görünen yolların buluştuğu meydanın orta alanını yeşillikler oluşturuyordu. Yeni kesilmiş taze çimler, budanmış ağaçlar, simetrik dikilmiş rengarenk çiçekler özenle yerleştirilmişti. Asillerin, sokaklarını süsleyecek kadar bile parası olmalıydı. Caddeden geçen faytonların ahşabı kakmalı ve cilalı, atları ise tıpkı insanları gibi son derece bakımlıydı. İnsanlar, çeşit çeşit renk ve kesimlerde kıyafetlere, ve saç modellerine sahipti. Hepsinin ortak noktaları, temiz, iyi giyimli ve göze hoş gelmeleriydi. Üstelik kimsenin acelesi yok gibiydi. Pazar yerinde ve ticaret bölümünde süre gelen koşuşturmanın gölgesi bile düşmemişti bu yere. Galiba geç kalmak, düşük sınıflara özgü bir kusurdu. Meydanın süslü kalabalığını geçip, Kuzey-Doğu ya ilerleyen yollardan birini tutturduk. Buradaki insanlar bana nasıl ilk bakışta tuhaf geldiyse, biz de onlar için aynı ölçüde dikkat çekici olmalıydık. Karşı istikametten gelen iki kişilik muhafız grubunun gözleri önce ustama, sonra bana dikilince bu sonuca hızlıca varmıştım. Üstelik muhafızların bakışına, gözlerimi kaçırarak cevap vermiştim. Bunun sanki suçluymuşum gibi şüphe çekeceğini düşünüp, tekrar göz teması kurup, hemen ardından tekrar gözlerimi kaçırmıştım. Üzerimdeki üniformanın, bakışlarımla yaptığım saçmalığı telafi edeceğini umarak yürümeye devam ettim. Muhafızlar ile aramızdaki mesafe kapanıp, adamlar bize seslenince kendimden hiç de memnun kalmamıştım.

"İyi akşamlar, beyler" dedi muhafız.

"İyi akşamlar" diye yanıtladı küçük bir baş selamıyla ustam.

"Nereye böyle, korucu birliğinden bir hayli uzaklaşmışsınız" diye sordu muhafız.

"Mital konağına gidiyoruz. Bir davete iştirak etmemiz emredildi" diye yanıtladı ustam.

"Sizin mi" diye sordu diğer muhafız şüpheyle.

"Evet. Hikaye anlatıp asilleri eğlendireceğiz" derken abartılı bir bıkkınlık takındı ustam.

"O halde geç kalmasanız iyi olur" diyen muhafızlar, asillerin eğlence anlayışını aynı bıkkınlıkla kafalarını iki yana sallayarak protesto etti.

EJDER RUH 1. KİTAPHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin