Ustamla beraber aynı anda donup, heykeller kadar kıpırtısız bir şekilde göl bölgesine baka kaldık. İki haftayı geçen bekleyişimizin ardından nihayet hayvan bize kendini göstermişti. Aramızdaki bir saatlik yürüyüş mesafesine rağmen, hayvanın cüssesi olması gerektiği kadar küçük değildi.
"On-ikiler adına..." diye fısıldadı ustam.
Kılıç talimimiz henüz bitmişti. Mataramızdaki suyu yudumlayıp soluklanırken, ayının görüntüsü bizi gafil avlamıştı.
Hızlanan kalp atışlarım eşliğinde telaşla konuştum. "Hay lanet... Kocaman! Şimdi ne yapacağız, Bay Fernar?"
"Göle doğru yanaşıyor. Şu anda tek yapmamız gereken, bir fırsat çıkana kadar onu güvenli bir mesafede göz hapsinde tutmak" dedi tecrübeli kolcu.
Hayvan tembel adımlarla göle gidip, su içti. Bu bölgede onu rahatsız etmeye gönüllü bir yırtıcı olacağından şüpheliydim. Onun da yürüyüşü, bu savımı doğrular rahatlıktaydı. Su kenarında bir süre oyalandıktan sonra, dağın eteğini takip edip, güney batıya doğru ilerledi. Köye de gidiyor olabilirdi. Bunu bilmenin bir yolu yoktu.
Yine de cevabını bildiğim soruyu istemsizce sordum. "Köye gidiyor olabilir mi?"
"Gidiyorsa bile şu anda bununla ilgili bir şey yapamayız. Zamanımız az evlat. Daha önce hiç yapmadığımız kadar hızlı hareket etmeliyiz" diyerek doğruldu ve sırt çantasından pençe tuzağını alıp heybesine attı. "Yanına gereksiz bir şey alma. Silahların yeterli."
Ustam yayını da omzuna attıktan sonra, yataklarımızı ve çantalarımızı arkamızda bırakarak, eğimli arazi boyunca ilerlemeye geçtik. Eğim hızımıza hız katıyordu. Artık orman zemininde yürümeye oldukça alışmıştım fakat normalden çok daha süratli gidiyorduk. Ustam bir kaç metre önümdeydi. Onun adımlarının rehberliği ile duraksız ilerliyorduk. Heyecanım, karnımı dev bir el gibi sıkıyordu. Ustam devrilmiş bir ağacın geniş gövdesinin üzerinden atladığında, onu taklit ederek zıpladım fakat konduğum yer nemli ve yosunluydu. Çizmemin tabanları zemini gerektiği kadar tutmadığı için kayıp popomun üstüne düştüm ve ciğerimdeki hava bir gürültüyle boşaldı.
"Bir şeyin var mı," diye sordu ustam
Kafamı olumsuz anlamda sallayıp anında toparlandım. Bütün bu çalışmalar boyunca, sayısız defa üstüne düştüğüm arka tarafım artık duruma aldırış etmiyordu bile. Üstüne sertçe düşülmek, popom için günlük hayatın bir parçasıydı. Kendi kendime kızmayı sürdürerek ustamın peşine düştüm. Islak ve kaygan orman zemini, sulak bölgenin yadsınamaz bir habercisiydi. Göle yaklaşıyorduk. Toplamda yarım saate yakın süren koşumuzun ardından kolcu yavaşladı ve sık ağaçlı bir bölgenin ortasında durdu. Yanına gittiğimde, yüzü bir ciddiyet maskesi gibiydi.
"Marver, bu ava gerçekten katılmak istiyor musun?" diye sordu.
Soruya bozuldum. Korktuğumu düşünüyordu. Gerçi korkuyordumda. Fakat ardıma dönüp kaçmayacaktım.
"Elbette istiyorum" dedim dürüst bir kararlılıkla.
"O zaman, sana gitmeni söylediğimde, durum ne olursa olsun, koşarak önce kampa, oradan da doğruca köye gideceğini bilmeliyim. Bu iş geçen seferki gibi olamaz, beni anlıyor musun?" diye sordu.
Yaralı kurtla ilgili olayı unutmamıştı. Ben de unutmamıştım. Üzerine konuşmuyorduk ama o akşamı ömrüm boyunca hatırlayacağımdan emindim. Ustam bir korkak olduğumu düşünmemişti. Beni korumaya çalışıyordu. Kendimi kontrol altına alamadan, sızı veren küçük bir mutluluk hissetmiştim. Fakat o an, aç bir yetim olmanın sırası değildi. Avcı olmalıydım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EJDER RUH 1. KİTAP
Fantasy[Fantastik türde 2019 Watty ödüllü] Son ejderha, uyandığı yeni çağı tanımak için bir insan yavrusu olarak yeniden doğar... Savaşları, aşkları ve gizemleri ile Marver 'in büyülü dünyasındaki maceralarına, serinin bu ilk kitabında siz de katılın.