dear diary, november 16, 2018

245 24 1
                                    

16/11/2018 Seoul

sevgili günlük,

geçenlerde çok tuhaf bir gün yaşadım. nasıl hissetmem gerektiği hakkında bir fikrim yok ama sadece yazmak istedim.

kısaca anlatmam gerekirse;
dün iş çıkışı hava çok kararmıştı ve ben kalan vaktimi çöp toplayarak ve yerleri paspas ederek geçirmiştim. çok fazla erkeklerin bulunduğu bir odada hepsi delice dans ve şarkı söylüyorlardı. kpop dinlemek tarzım değildi, anlamadığım bir dili dinlemek kulağıma hep saçma gelmiştir (yazar notu; kpop is life). ama bu çocuklar iyi iş beceriyorlardı, yani hiçbirini ayırt edemesem bile. hepsi gözüme aynı geliyordu, ayırt etmekte zorlanıyordum. gerçi hiç birisiyle konuşmuyordum ama, aslında konuşmak için ortak dilimiz bile yoktu. neyse, işim bittikten sonra kıyafetlerimi değiştirip çıkmaya hazırlandım. o an aklıma seonghwa oppa geldi, bayadır görmemiştim onu. hatta aslında buraya bir misafir olarak geldiğinden bile şüphelenmeye başlamıştım. pek fazla kafaya takmadan yorgun ve halsiz bedenimi şirketin kapısından dışarıya attım. attığım gibi üzerime düşen şiddetli yağmur yüzünden hızla tekrar içeriye girmem bir olmuştu. zaten bende şans olsaydı...

yağan yağmur gözümü korkutmuştu, ama yinede şemsiyem olmadığı için hiç bir çarem kalmamıştı. tam koşarak çıkacaktım ki karşıdan şemsiyeli gelen adamlar dikkatimi çekmişti. binada çalışan çocuklar olduğunu anlamıştım, gözüm seonghwayı ararken onu en sonda görmüştüm. çok uzun bacakları ve keskin çenesi vardı. güzel kıyafet seçiyor ve  böylelikle tüm dikkatini sadece kıyafetiyle bile üzerine çekebilirdi.

dudaklarım titremeye başladığında başım ağrımaya başlamıştı, bacaklarım ise titremeye başladığı için eve gitmem gerektiğini anlamıştım. şemsiyemin olmadığı için kendime küfürler ederek, ve, oppayı gördüğüme sevinerek -ki sevincimin cidden nerden geldiğini bilmiyordum-, hızla yağmurun altında koşmaya başladım. bacaklarım uzundu, attığım adımlar ise büyüktü fakat inanılmaz bir soğukluk vardı ve ben küçük bir gerizekalı gibi gözüküyordum. her attığım adımda yerdeki birikmiş su parçaları pantolonumu ıslatıyordu ve ellerimi başımın üzerinde ağrımaya başlamıştı.

geçtiğim ara sokaklar gittikçe kararıyor gibiydi ve eve kolaylıkla varacakmışım gibi gözükmüyordu, bu yüzden bir kimchi dükkanın önünde durmuştum. hava biraz düzelse koşarak devam edecektim fakat kolumda hissettiğim bir ağrıyla, gözlerim fal taşı gibi açılmış ve kalbim göğüsümü deşecek kadar hızla atmaya başlamıştı. ve sana yemin ederim günlük, bacaklarım o kısa sürede bedenimi taşımayacakmış gibiydi, her an yere düşüp bayılacak gibi olmuştum. refleks olarak bağırmak istemiştim fakat ağızımı kapatan bir el yüzünden sesim çıkmamıştı. gözlerim, ağızımı ve bileğimi tutan kişiye kayınca, sırtım zaten bir duvara yapıştığını yeni fark etmiştim.

karşımda, saçları ıslak ve anlını kapatan, gözlerine doğru uzun saçları vardı. öyle ki, gözleri çok, nasıl desem, siyah bakıyordu. kemikli elleri -peçete toplarken fark etmiştim- bileğimi kafamın yanına getirip sıkıca tuttuğu için o elimi kullanamıyordum. diğeri ise, göğüsündeydi (?)..

kalbimi şuracıkta durdurmuş, bütün vücut fonksiyonlarımı altüst etmişti. evet çok korkmuştum, ama korkumun bittiğini söyleyemem. hala titriyordum ama bunu belli etmemek için çok direniyordum. yakınlılığı bedenimi cayır cayır yakmıştı, gerçi şu am yağmurun altında ıslandığımızı bile fark etmemiştim. baygın bakışları, bakışlarımla kesiştiği an ağızımda duran elleri inmişti ve bir adım geriledi. ondan sonra ise, gülümsedi. günlük, kalbim titremişti. dudaklarım bile. bacaklarım artık uyuşmuştu ve cidden başım zonkladı. bir gülüş ya, bir gülüş..

"hungry?" dedi yanıbaşımızdaki kimchi dükkanı işaret ederek. tepkim mi? hiç. baş salladım, kimchiyi cidden sevmediğimi unutarak.

dear diary, i think i fell in love - park seonghwaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin