dear diary, november 17, 2018

227 24 3
                                    

17/11/2018 Seoul

sevgili günlük,

çok tuhaf şeyler yasadığımı itiraf edebilirim sanırım, ya da hayatımın en kötü anında ne olursa olsun yine de bir tarafımı güldürebilecek bir şeylerin var olabileceği bile beni mutlu edebiliyormuş meğer. her neyse, o gece çok tuhaf şeyler yasadım. çünkü o kimchi dükkanında sevmediğim yemeği zorla yemiştim ve en tuhafı da neydi biliyor musun? o hiçbir şey yemedi, oturdu sadece beni izledi. ellerime baktığını gördüm, soğuktan kurumuş ve tırnaklarımın iğrenç olduğu halini gördü, çok utandım günlük. o an o kadar utandım ki, nefesimi tuttum. kaybolmak istedim, her şeyimi bile bile mahvetmiştim ve sorumluluklarımdan kaçmak istiyordum. küçükken kırdığım ev eşyasını annem görmesin diye evin oradaki parka kaçmak istiyorum, yüzleşmekten çok korkuyorum günlük. ve o anlamıyor, sadece bana bakıyor. Gözlerimin derinine bakıyor, belki anlıyor halimi belki hiçbir fikri yok, ama ne değişir ki, dile getirmediği sürece?

o küçük bir anda, elini uzattı. kafamı kaldırmaya çekinmiştim, gözlerimin soğumuş yemeğe dalmışken o ellerini kaldırdı ve yüzüme düşen bir miktar saçı kulağımın arkasına yerleştirdi, bunu yaptıktan sonra kafamı kaldıracağımı biliyordu, hayır, bundan emindi. ve yapmıştım da yerin dibine gire gire o kafamı kaldırmıştım, keşke bilseydi ne kadar kendimi zor tuttuğumu, bacaklarımın heyecandan titrediğini, belimin onun bana yaşattığı histen dolayı litrelerce ter akıttığını. gözleri gözlerime değdi, baktı, gülümsedi ve bakmaya devam etti. ah, ben bu çubukları kullanamıyorken neden beni yemeğe getiriyorsun ki? kalbim yavaş yavaş hız sinyalini bedenime efekt yollarken, o utanç verici durumdan kurtulmanın tek yolunun öksürmekle olduğunu düşündüm. hani olur ya, filmlerde o gergin anda biri öksürür ve diğeri o girdikleri dünyadan çıkarlar? bu onunla işe yaramadı, hatta kaşları havalandı ve masada hazır bulunan bardağa su koyup bana uzattı. şimdi ben ne yapayım? kalbimi bırakabilirim su masaya, gerçi o bile beş para etmezdi, hey neyse.

ve en en tuhafı neydi biliyor musun günlük? sessizliğimiz tüm yemek boyunca sürdü, tüm yağmurun gök yüzünden ayrılışı kadar sürdü, tam dükkânın kapanasıya kadar sürdü. sessizliğin bu kadar sessiz olduğunu o an anlamıştım, kirpiklerime kadar hissetmiştim.

"bana acıyor musun?" diye sordum. anlamadı, anlamasını da beklemiyordum gerçi. gözlerini dikti gözlerime, cevabını gözlerimde arıyormuş gibiydi. hayır, gözlerim yanıltır seni, anlayamazsın sen beni. "biliyor musun," dedim yolda yürürken ellerimi saçlarımdan daldırıp adımlarımı hızlandırarak. "ben saçlarımı hep uzatırım, hatta bak" dedim ve hemen yolunu kesip elimi saçımdaki tokaya tuttuğum gibi çektim ve böylelikle uzun ve toplu olduğu için çok çirkin olan saçlarım omuzlarıma düştü. her şeyim çirkindi şu an ve sokakta bunu yapmak bile o an umurumda değildi. "onları kesmeyi sevmem" dedim ellerimi saçlarıma gezdirirken. adımları durdu, yüzüme baktı ve bir adim attı, aramızdaki o küçük mesafeyi de bu hareketiyle yok etti. gözlerine bakmaya çekinmedim, çünkü zaten karanlıktan o küçük gözleri belli bile olmuyordu. bakmak istedim aslında, beğendiğini görmek istedim, kendimi ve egomu tatmin etmek istedim. çünkü lanet olsun ki buna çok ihtiyacım vardı, desteğe ve ilgiye ihtiyacım vardı.

"yeppeun" dedi yüzündeki küçük bir gülümsemeyle. ve daha da yaklaştığında nefesimi tuttum, o anlık refleks ile gözlerimi bile kapatmıştım salak gibi. öpmesini mi bekliyordum? hayır, öpmeyecekti, bundan ise ben emindim. yine de açmadım gözlerimi, yapacağı her hareketi algılamaya çalıştım beynimde. ve o an elleri ellerimdeydi, bana dokunuyordu. geri adim atmak istedim, kaçmak istedim, arkama bakmadan koşarak kaçmak. bir tarafım bunu çok fazla yapmak istiyorken, diğer tarafım ısrarla orada duruyordu. ve sonra, yüzüme düşen bir nefes hissettiğimde gözlerimi açtım, yüzü tam yüzümün dibindeydi. korkudan gözlerimi kocaman açtım. hayır, hayır, hayır! anksiyetem o an tekrar bedenimi ele geçirirken, gözlerim dolmaya başladı. ellerimi hızla göğsüne yerleştirip bütün var gücümle ittim. ve sonrası mı? ağlaya ağlaya, koşa koşa eve geldim. oppa, benden ne istiyorsun?

dear diary, i think i fell in love - park seonghwaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin