hikâyeye başlamadan önce okuyucularıma (var mı emin bile değilim fakat bu hikâyeyi yazmak cidden keyif verici) bu geç bölüm için özür dilemek istiyorum. covid-19 sebebiyle birkaç dertle karşılaştım ve başıma birçok olay geldi. bu yüzden özür dilerim.
bir ufak bilgi daha, okuma esnasında yazılım hatasına denk gelirseniz lütfen yorum bırakıp beni düzeltebilir misiniz? yurt dışında kaldığım için belki benim yazdıklarım biraz estetik açışından güzel durmayabilir ama sizin sayenizde bunu düzeltip kendime yeni kelimeler öğretebilirim. fazla tutmadan, iyi okumalar. love you guys xxx
ps: tarihi hep yanlış yazmışım, ilk önce gün ve ondan sonra ay geliyor (görmemiş gibi davranın bende fark etmemiş gibi)
26/11/2018 seoul
sevgili günlük,
bazen bu yazdıklarımı ne için yazdığımı bile bilmiyorum. içimde bir acı var, atılan her adıma kalbime biraz daha derinden yara bırakıyor. bunu nasıl anlatırım bilmiyorum fakat aynı yıl içerisinde ikiz kez bırakılmak nedir bilir misin? insana kendini o kadar değersiz hissettiriyor ki, sanki dünyadaki herkes beni kullanıp istediği an elinin tersiyle fırlatmak istiyormuş gibi. bu histen o kadar nefret ettim ki, o kadar kin besledim ki resmen korktuğum başıma geldi. ceylin abla beni terk etti, onunla birlikte kaybettiğim evim ve isim bile canimi yakıyordu.
neden yaşıyordum ki ben eğer herkes beni terk edecekse? neden ben hala buradayım ki eğer herkesin istediği sadece beni kullanmaksa? bende size verebilecek neyim var ki sevgimden başka? kendi düşüncelerim yüzünden kendimi bu bataklığa daha çok attım, acaba ben yaşamayı hak ediyor muydum ki? eğer ailem beni gerçekten sevseydi, beni aramaya gelmezler miydi? onlar bile sevmiyorlar beni. sevgilim bile terk etti beni. çünkü senin değerin bu kadar sunay, insanların istediklerini tatmin edesiye kadar varsın anca. seni sen olduğun iççin sevmiyorlar, sen sadece onların isine yarayacak bir piyonsun sadece.
sokaklarda kalmanın tehlikesi sonucu kendimi attığım bu hamamdan artık bunalmaya başlamıştım. ağlamaktan ve kendimi değersiz hissetmekten o kadar yorulmuştum ki biraz nefese ihtiyacım vardı. ne komik değil mi sevgili günlük? yaşamamı sorgularken bile dışarıya çıkıp nefes almak istiyorum. ölmeye bile cesaretim yok benim, bu kadar korkağım iste.
ayaklarım yavaş yavaş hamam binasından dışarıya yavaş hareketlerle ilerlemeye baslarken, tam binanın karşısında bulunan otobüs durağına doğru ilerledim. boynumdaki bütün yüklerle beraber kendimi o duraktaki oturağa oturdum ve bacaklarımı karnıma doğru çekerek başımı tam arkamda bulunan cama yasladım. ister istemez gözlerim doldu, gerçi son iki gündür sadece ağlamaktan başka bir şey bile yapamıyordum. nefes aldım ve yavaşça içime çektiğim nefesi tekrar saldım, sanki o bir nefes hayatimi değiştirecek kadar. neden hala bir umudum vardı? neden sanki tüm hayatimi değiştirecek olan bir şey varmış gibi hissediyordum?
gülümsedim. şimdi su kaldırımdan oppa geçse, sonra beni görse. ne güzel olurdu değil mi? acaba bana sarılır mıydı? ya da saçlarımı toplar mıydı? gerçi tokamı da kaybetmiştim ama, güzel olmaz mıydı be sevgili günlük? böyle beni kolları arasında öyle sımsıkı tutsun ki bütün dünyamı o kollarına sığdırsa ve korusa? terk eder miydi o da beni sonunda? bu düşünceden o kadar yoruldum ki, nefes alırken bile göğüsüm o kadar acıyor ki. keşke yeterli biri olabilseydim, kendimi sırf 'ben' olarak sevdirmek için. nelerimi vermezdim tekrar eski günlere dönebilmek için.
yaklaşık bir saat -ağlamam bittikten – sonra, yavaşaca gözyaşlarımı silecekken yanımda hissettiğim biri bana bir mendil uzattı. yavaşça ona dondum ve mendili alarak göz yaşlarımı ve ardından burnumu sildim. ağlamaktan sismiş ve kırmızının her tonunu almıştı gözlerim artık. bedenim yavaşça ayağa kalktı ve yanımdaki kişinin bana mendil sunduğu için eğilerek teşekkür ettim ve ağır adımlarla arkamı dönerek yürümeye başladım. bir mucize, istediğim tek şey küçük bir mucizeydi. beni hayata döndürecek, kendimi daha hissettirecek bir mucize. çok fazla da istemiyordum ki.
kaldırımın başına geldiğim sırada başımı kaldırdım ve yeşil olmasını bekledim. bekledim, bekledim, biraz daha, çok az daha ve... yeşil. ayaklarım ilerledi ama ruhum durmuştu, kımıldamıyordu. beynim artık işlemini yitirmişti, şu an harekette kalan tek şey adımlarım ve saçma sapan atan kalbim. ilerledim, daha fazla, yaklaşmıştım halbuki kaldırıma. durdum. söndü, ışıklar söndü. kırmızı yandı. ben ortadaydım hala. gidemedim, dönemedim. ordaydım ama orda da değildim. nefesimi tuttum, daha önce içime çektiğim bu nefes ne ara bu kadar ağırlaşmıştı? nefes verdim. arabalar artık yeşil yandığı için geçmeye hazırlanmıştı, bunu duyabilmiştim. yavaşça bedenimi dondurdum, iste tam o anda her şey durmuştu. ne arabalar geçmeye hazırdı ne de ışığın kırmızı olmasına rağmen yine de karşıya koşarak gecen insanlar. nefes aldım, duyabildiğim tek şey içime çektiğim nefes ve kalbimin atisiydi. ellerim yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına koyarken ellerimin titrediğini bile fark etmemiştim. hiç düşünmedim, yürüdüm ona doğru. hiçbir şey umurumda bile değildi, yasamak bile bana bu kadar anlamsızken yapacağım en büyük saçmalık bile bana az bile olsa heyecan katmıştı. yürüyüşlerim hızlandı. koştum. koştum. tam karşısına geldiğimde durdum. izin istermiş gibi ona baktım. o da bana baktı. gözlerime baktı, yüzüme, saçlarıma ve sonra bakışları aşağıya kaydı fakat hemen kaldırdı. ifadesizdi, anlamamıştım neden bana öyle baktığını. ağlamak istiyordum, yine ve tekrardan. bana öyle bakarken ne düşünebilirdim ki? düşünemedim, sadece bana beyaz bayrak sallamasını bekledim. sonra bir adim yaklaştı, panik oldum. ellerim daha fazla titrerken ne yapmam gerektiğini düşünüyordum, düşünemedim ki doğru düzgün. sonra ellerini kaldırdı ve saçlarıma dokundu, "yeppeun" dedi.
ve ben o an fark ettim, sensin benim mucizem oppa. burası ve bu ülke değil, sensin beni hayata tutan. sensin beni kendim gibi hissettiren.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dear diary, i think i fell in love - park seonghwa
Fanfictionsevgili günlük, bende diğer kızlar gibi tanışmamızı erkekler tuvaletinde olsun isterdim. gerçi erkek tuvaletinde tanıştık, tek sorun bizim lisede olmamamızdı. ben temizlikçi, o bir artistti. bizim hikayemiz böyleydi, en azından öyle zannediyordum.