19/11/2018 Seoulsevgili günlük,
koşarak eve döndüğümden beri işe gitmeye korkar olmuştum. korkumu yenmek için beynimde kurduğum bütün bahanelerden bir gemi kurup bütün okyanusu aşabilirdim. fakat elimde bir karar alabilme gücü var olsaydı, inan bana günlük, çoktan bu şehri terk etmiş ve ailemin yanına dönmüş olurdum. çünkü yavaş yavaş pişmanlık bütün bedenimi ele geçiriyordu ve ben her gün eve gelip ağlamaktan yorulmuştum. bitsin istiyordum, artık eve döneyim ve artık babam ne yapacaksa yapsın diyordum içimden. ama bunu düşündükçe diğer yanım cayır cayır yanıyordu, babamla yüzleşmeye cesaretim var mıydı, yoksa bu sefil hayati ben seçtiğim için sorumluluğu göze mi almam gerekiyordu?
bugün işe gittim her zamanki gibi, hava çok soğumaya başlamıştı ve ben üzerime giyeceğim doğru düzgün kıyafet olmadığı için elimdeki tüm kıyafetleri üst üste giymiştim. titreye titreye vardığım binaya çok fazla tereddütle girmiştim, gerçi tereddüt bile edemezdim. ödemem gereken bir kira borcum vardı ve allah kahretsin ki yorgunluktan bitmiş haldeydim. ışe başlamaya koyulduğumda ise içimden dualar ediyordum, onunla karşılaşmamak için. ne tuhaf değil mi? birkaç gün önce onu görmek isteyen ben, her yerde onu arayan ben, şimdi onu bile görmek dahi istemiyordum. bir sıçanın kediden saklandığı gibi bende ondan saklanmaya çalışıyordum, hatta korkumdan erkek tuvaletine gelen herkesi o zannedip yüzümü saklamaya çalıştım. herkes beni bir manyak gibi görüyor olabilirdi, fakat umurumda bile değildi. hemen işimi bitireyim de hızla eve gideyim, yüzümdeki maskeyi çıkarayım, tek odalı evdeki tek döşeğin içine girip, tekrar hüngür hüngür ağlamak istiyordum. bunu cidden arzuluyordum.
düşündüğümden daha hızlı biten işimin sonunda eşyalarımı küçük odama koyup asansöre doğru ilerlemeye başladım. umduğum gibi tüm gün onu görmemiştim, aslında görmediğim için mutlu muydum bilmiyorum, çünkü şu son zamanlar içim hep hüzün doluydu, biraz mutlu olmak beni ne kadar mutlu edebilirdi ki? okyanusa bir kıvılcım atmak gibiydi bu, ne kadar küçük olursa olsun sevincim illa sönecekti o kocaman hüznün karşısında.
kafam düşüncelerimden dolayı başka bir yerdeyken, farkında bile olmadan yanından geçtiğim bir odadan çok güzel bir ses çıktı. var olan tüm ilgim o sese doğru giderken, bedenim de beni takip etmeye başladı. bu ses, çok tanıdıktı. adım adım yaklaştıkça odaya, sesin artışı gibi kalbimin de ritmi dur durmak bilmedi. nefesim kesilesiye kadar yaklaştım kapıya ve o küçük camdan içeriye daldırdım bakışlarımı. neden sunay? neden? neden tüm gün ondan kaçmaya çalıştıkça ona kendi ayaklarınla gidiyorsun? neden istemedikçe tam tersini yapıyorsun? neden kendine bu eziyeti yapıyorsun? kendine gel sunay, o bir artist, o bir kpop ünlüsü bir adam ve sense bu ülkede sıkışıp kalmış kalbi ve hayalleri kırık bir kızsın. ne korece konuşabiliyorsun ne derdini kimseye anlatamıyorsun. sen busun sunay, sen bir eziksin ve o çok yüksek bir yerde. neden seninle ilgilensin ki? neden sana yardım etsin ki? ve en önemlisi, seni neden mutlu etsin ki?
ama bir yandan ne kadar yakışıklı olduğunu görmek, sesinin bu denli huzur vermesi, giydiği dar yırtık pantolon, çenesi, gözleri. gözleri... bir çekik gözlü için çok ilgi çekici, bilmiyorum diğerlerine hiç benzemiyor. daha bir güzel, daha bir derin, daha bir hoş...
gözlerim onu süzmekten alıkoyamıyorken birdenbire gözüm kollarına kaydı, kollarındaki damarlar... sunay kendine gel! ama, peki elleri de böyle mi? gözüm yavaş yavaş eline inerken, birden kaşlarımı çattım. bileğinde bir toka vardı, siyah bir tokaydı bu. ne yani sevgilisi mı vardı? ama onlara yasak değil miydi sevgili yapmak? hayır ya, olamaz. sevgilisi olamaz. istemiyorum!
bedenim benden izinsiz bir adım gerilediğinde bu saçma düşüncelerimin kurbanı olduğum için kendi kendimden nefret etmeye başladım. ha ne bekliyordum ki ben? beyaz atlı bir prens olup beni bu faciadan kurtarmasını mı bekliyordum? ah aptal ben, her zaman düşüncelerim yüzünden kendimi paramparça ediyorum ve sonuçlarına katlanmak dahi çok yorucu. üzüntüyle nefesimi dışarıya verdim ve bakışlarım yeri buldu. son bir kez daha başımı kaldırdığımda, o küçük çekik gözlerle göz göze gelmem bir olmuştu. hani diyorum, şu yer yarılsa da ben içine düşsem, hiç çıkmasam ve bu dünyadan ebediyen kaybolsam? ondan koşa koşa kaçan ben ve onu süzerken onunla göz göze gelmem? kalbimi bu sefer hiç hissedemedim, o kadar hızlı atıyordu ki kulaklarımdan uğultu sesleri gelmeye başladı. bedenimdeki sıcaklık, göğsümden başlayıp yüzüme kadar ulaştı ve ben tekrardan kendime lanetler okudum. o kadar kıyafeti üst üste giymiştim, titreye titreye işe gelmiştim ama sadece ona baktığım için bütün bedenim bu kadar alev alabilir miydi?
bakışlarımı başka bir yere çektim, hayır sunay yapma, git. git ve bir daha dönme, dönersen eğer burada takılı kalırsın, bir nokta değil de bir virgüle koyarsın ve her şeyi mahvedersin. yapma suna, bunu kendine yapma. ayaklarım, arka arkaya gittiğinde hızla bedenimi çevirdim ve en başından beri yapmam gereken şeyi yaptım. büyük adımlamalarla onu terk ederken, içimdekileri tarif edemedim. sadece uzaklaşmak istedim veya yok olmak.
"sun-ah" durdum. benim adım, benim ismim, bendim. ben. peki neden durdun sunay? gitmek istemiyor muydun buradan? vazgeçmek istemiyor muydun? gözlerimi kapattım ve olduğum yerde kalakaldım. beynimde o kadar şeyler donuyordu ki artık bir çare bulamıyordum. 'istemiyorum çıkın beynimden' diye bağırasım var, ama ben daha kendi kendimle yüzleşemiyorken bunu nasıl halledecektim ki?
saçlarımda hissettiğim ellerle irkildim, gözlerim o an fal taşı gibi açılırken ne yapmam gerektiğini bilemedim. bu oydu, biliyorum çünkü o güzel parfümü burnumda bitmişti. bedenimde bir elektriklenme hissi yaşadım, saçlarımla oynanması benim zayıf noktamdı. şuracıkta mayışmıştım ve saatlerce ellerinin saçlarımda olmasını istedim. saçlarımda olan hareketlenme bittiğinde gözlerimi yavaşça araladım ve karşımdaydı. ellerim istemsizce saçlarıma gittiğinde saçımın bağlı olduğunu hissettim. lakin ben tokamı kaybettiğim-
dur bir dakika. yoksa o gün ellerimin arasındaki tokayı o mu almıştı? ama neden? yani sevgilisi yok muydu? sevmiyor muydu kimseyi?
şaşkın bakışlarım karşısında bana sunduğu o küçük tebessüme bütün ömrümü sığdırmak istedim, işte, işte bir tebessümün beni az da olsa mutlu edebiliyormuş demek. mutlu olmak için büyük şeyler arzulamak çok saçma, bir tebessüm yeterdi.
peki ben her şeyi sırf bu tebessüm için mahvedecek miyim? ve ben galiba hayatımdaki ikinci en büyük yanlışı yapıyordum. tebessümle karşılık verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
dear diary, i think i fell in love - park seonghwa
Fanfictionsevgili günlük, bende diğer kızlar gibi tanışmamızı erkekler tuvaletinde olsun isterdim. gerçi erkek tuvaletinde tanıştık, tek sorun bizim lisede olmamamızdı. ben temizlikçi, o bir artistti. bizim hikayemiz böyleydi, en azından öyle zannediyordum.