Kurabiye

1.8K 134 287
                                    

no magic!


Girdiğim minik pastane bol güneş alan sevimli bir yer. Sabahları genelde burada kahvaltı ederim, buranın poğaçalarını seviyorum. Her zaman oturduğum masaya oturuyorum. Birçok masa gibi bu köşede kalan masaya da güneş vuruyor, sabah kahvemi güneş alan bir yerde içmek güzel.

Çalışan gelene kadar kitabımı çıkarıp okumaya başlıyorum bile. Kitap okurken birinin beni rahatsız etmesinden inanılmaz rahatsız olurum bu yüzden sonradan biri başımda dikilmeye başladığında "Aynısından." diye mırıldanıyorum.

Ama başımda dikilen çalışan gitmiyor ve öylece dikilmeye devam ediyor. "Ne var?" diye çıkışıp kafamı kaldırmamla şapşal şapşal bakan bir surat görmem bir oluyor. Doğrusu siyah karman çorman saçları ve yeşil gözleriyle... bu kadar tatlı bir oğlan falan görmeyi beklemiyordum.

Boğazımı temizleyip tekrar konuşuyorum. "Yani efendim? Üzgünüm, biraz kaba kaçtı ama kitap okurken rahatsız edilmeyi pek sevmem."

Ne zamandır kendimi birilerine açıklama gereği duyuyorum ki?

Yeşil gözlü tatlı çocuk gözlüğünü oynayıp konuşuyor. "Özür dilerim efendim. Ben sadece burada yeni çalışmaya başladım ve her zaman aldığınız menünün ne olduğunu bilmiyorum."

Demek ki bundan sonra onu burada sık sık göreceğim. Kafamı sallayıp devam ediyorum. "Filtre kahve ve zeytinli poğaça."

Neşeli bir ses tonuyla şakıyor tatlı çocuk. "Hemen geliyor efendim. Bundan sonra aynısından dediğiniz zaman anında siparişinizi getirebileceğim!"

Her zaman böyle Pollyanna gibi miydi bu çocuk? Fazlasıyla sevimli görünmüştü gözüme.

Siparişim geldiğinde kitabımı bırakıyorum bir kenara. Ellerimi sarı saçlarımın içinden geçirip gözüme giren güneş ışınlarıyla gözlerimi kırpıştırdığımda tatlı bir şekilde kıkırdıyor şeker çocuk.

Kafam karışmış bir şekilde ona baktığımda daha çok gülmeye başlıyor. "Siz neden buraya oturdunuz ki; baksanıza saçlarınız, gözleriniz parlıyor; zaten güneşten bir farkınız yok efendim."

Sanki benim anlayamadığım bir püf noktası varmış gibi hala gülüyor. "Siz resmen güneşsiniz."

Biraz rahatsız oluyorum açıkçası. Yavaş yavaş da sinirleniyorum. Anlamış olacak ki eli ayağı birbirine dolanıyor, kendisini açıklamaya çalışıyor. "Yani ben dalga geçmiyorum, hayır hayır yanlış anlamayın efendim, bu güzel bir şey."

Daha fazlası için beklediğimde devam ediyor. Dalmış gibi oluyor bir an, daha sonra devam ediyor. "Annem derdi ki; bazı insanlar sadece güneşe benzer, sanki ışık onlardan geliyormuş gibi hissedersin."

Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırıyorum. "Işığın benden geldiğini mi düşünüyorsun?"

"Bilmiyorum ama öyle gibi geliyor bana. Yani baksanıza ortamda dikkat çekiyorsunuz."

Daha sonra yüzüme doğru eğiliyor inceler gibi. "Ve siz bence... güzel bir insana benziyorsunuz." Gittikçe şaşırıyorum ama hoşuma gitmediğini söyleyemem.

Tekrar dalar gibi oluyor. "Annem öyle derdi. Bazı insanların iç güzelliği dışına da vururmuş, hatta bazıları öyle güzel olurmuş ki ışık ondan geliyor gibi hissedermişsiniz. Güneş gibi."

Annesinden bahsettiği her seferde daldığını ve ondan geçmiş zamanla bahsettiğini fark ediyorum. "Annen... annene bir şey mi oldu?"

Hafif gözleri doluyken gülümsüyor. "Annem öldü." Gözlerinden birini siliyor hızlıca. "Küçük bir kardeşim olacaktı. Küçük bir kız kardeş... Doğum sırasında ikisi de öldü."

Nasıl hala bu kadar hayat dolu olabilir bilmiyordum ama hiç şüphe duymadan benimle bunları paylaşması hoşuma gitmişti.

Yutkunmaya çalıştığını fark ettiğimde kahvemi ona uzatıyorum ve küçük bir yudum alıp bana geri veriyor. Hiçbir şey olmamış gibi gülümseyerek konuşuyor. "Teşekkür ederim efendim, çok naziksiniz."

Pasta tezgahının arkasından pastanenin sahibi olan orta yaşlı kızıl saçlı kadın sesleniyor sonra. "Harry buraya gel tatlım, Bay Malfoy'u yeterince rahatsız ettik sanırsam."

Harry. Demek adı bu. Gülümsüyorum sadece. Harry bana döndüğünde konuşuyor. "Bay Malfoy. Demek adınız buydu. Acaba bir mahsuru yoksa... ilk isminizi de sorabilir miyim efendim?"

Hafifçe gülüyorum. "Tabii ki. Bana sadece Draco diyebilirsin. Efendim demene gerek yok."

Ne zamandan beri yeni tanıştığım insanlarla bu derece samimiyet kurar oldum peki?

Harry mırıldanıyor kendi kendine. "Draco." "Ama size burada böyle seslenmemin doğru olacağını sanmıyorum efendim, sonuçta bizim müşterimizsiniz."

Kızıl saçlı kadın yeniden sesleniyor. "Harry!" "Geliyorum Bayan Weasley!"

"Üzgünüm sizi fazlasıyla rahatsız etmiş olmalıyım. Burada yeni başladığım için tam alışamadım, birden insanlarla sohbet etmeye başlayabiliyorum."

"Hayır, hiç de rahatsız etmedin Harry." Güzel gözleri hafifçe açıldığında soruyor. "Gerçekten mi?" Kafamı sallıyorum aşağı yukarı. "Hem de hiç. Bu kadar sevimli bir insandan nasıl rahatsız olabilirim ki?"

Yanakları hafiften kızarmaya başlıyor. "Teşekkür ederim Draco. Sen de çok sevimlisin." Birden konuşurken hiç görmediğim ama flörtöze benzer olduğunu sandığım bir ifade beliriyor yüzünde ve göz kırpıyor bana.

Öylece kalakalıyorum. Sonunda poğaçamı ve kahvemi bitirdiğimde kalkıyorum yerimden. Aldıklarımın parasını ödemek için tezgaha doğru ilerlediğimde Harry kurabiyelerin arkasında duruyor.

"Şimdi borcum ne kadar söyle bakalım." Beni yeniden şaşırtıyor. "Önce sen söyle bakalım, kurabiye ister misin?"

"Aslında tatlı şeyleri pek sevmem. Dolayısıyla kurabiye de."

Bir anlığına yüzü düşüyor. Tanrım, ona tatlı olduğunu söylemiştim ve şimdi tatlı şeyleri sevmediğimi söylüyorum. Nasıl bu kadar aptal olabilirim ki?!

"Yani demek istediğim şekerli şeyleri pek sevmem."

"Ha anladım." Ancak daha sonra heyecanlı heyecanlı devam ediyor. "Yalnız şunu söylemeliyim ki bu büyük kurabiyeleri ben yapıyorum. Seveceğine emin olabilirsin."

"Ah, o halde kurabiyelerin hepsini almam sorun olmaz diye umuyorum." dediğimde kıkırdıyor. "Hayır hayır başka müşterilere de kalmalı Draco, uslu bir çocuk olmalı ve sadece bir tane almalısın."

Bana Draco diye seslenmesi hoşuma gidiyor. "O halde bana en güzelinin hangisi olduğunu söyle." diyorum. "Aslına bakarsan yeni tatlar deniyorum. Onlar çok daha güzel." Arkada benim göremediğim bir yerlerden büyük bir tepsi çıkarıyor.

"Buraya gelsene oradan göremezsin." Cebimden çıkardığım küçük bir kağıda hızla bir şeyler yazdıktan sonra konuşuyorum. "Geliyorum."

Tezgahın arka tarafına geçtiğim zaman tepsinin içine sırayla dizilmiş olan rengarenk kurabiyeleri görüyorum. Açıkçası yeşil olanlar dikkatimi çekiyor. Elimi hafifçe Harry'nin beline koyduğumda minik bir tepki veriyor. "Şu yeşil olanlar neli acaba? Gözlerinin rengine benziyorlar."

Tezgahın arkası çok geniş olmadığı için yan yana durmuyoruz, onun biraz arkasındayım bu yüzden yüzünü göremiyorum ancak tatlı tatlı kızardığını biliyorum.

"Onlar kivili." diye fısıldıyor bir sır söyler gibi. "Kivili istiyorsan doğru seçim derdim, gerçekten güzeller."

Ben bir şey demeden öylece beklerken bir kese kağıdı çıkarıp bana birkaç tane kivili kurabiye koyuyor. Hala tezgahın arkasındayım. Kurabiyeleri bana verirken "Bunlar bizden." diye mırıldanıyor.

Pantolonunun cebine az önce numaramı yazdığım kağıdı yerleştirirken dudaklarımı kulağına değdirerek fısıldıyorum.

"Eğer kurabiyelerin de senin kadar tatlıysa beni araman gerekecek."

drarry • one shotsHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin