Giriş

5 0 0
                                    

Gözlerimi açtım. Hala o karanlık odanın ortasında oturuyordum. Kadın siyaha boyadığı iri gözleriyle acır gibi bakıyordu bana. Buruşmuş cildinden o an ki halinden ne kadar huzursuz olduğu belli oluyordu. Ortamızda duran sehpanın üzerindeki gaz lambasından başka odaya aydınlatan hiçbir şey yoktu. Ne zaman avuçlarına aldığını bile hatırlamadığım sağ elimi yavaşça bıraktı. "Ah! Kızım." Dedi titrek sesiyle. "Birini çok seveceksin. Canın pahasına... fakat o sana ya ihanet edecek ya da ölecek..." tıslıyormuş gibi çıkan sesinin ardından odada soğuk rüzgarlar esti. Kadın apar topar ayağa kalktı uzun siyah elbisesini düzeltip arkasına bakmadan karanlık odanın öbür ucuna yürüdü ve gözden kayboldu. Başım kadının söylediği şeylerle dönüyor nefes alamıyordum. "Mira?" Dedi kuzenim. Buz gibi ellerini koluma doladı. "İyi misin? Bak, boşver onu tamam mı sadece basit bir falcı. Hadi gidelim buradan." Elleriyle kolumu çekiştirmeye başladı. Konuşamıyordum sadece başımı sallamakla yetindim. Oysa buraya kuzenim için gelmiştik. Ben henüz 12 yaşındaydım ayrıca fallara da inanmazdım. Afallamıştım. Ayağa kalktık ve bir kaç adım sonrası küçük dükkandan kaleiçi ne adımımızı atmıştık. Antalya'nın nemli havasında derin bir nefes aldım. Güneş karanlığa alışan gözlerimi yakmıştı.

Altı yıl sonra

Heyecandan pır pır atan kalbimin sesi adeta kulaklarımdaydı. Yeniliği her zaman sevmiştim. Bugün daha çok sevdim. Yeni bir okul... yıllardır hayalini kurduğum gibi. Bu okula gelmek benim kaderimde vardı her zaman. Rüyalarımda bu okulu görüyor anneme her gün bu okulu sayıklıyordum.
"Burayı seveceksin." Bu tatlı ses düşüncelerimi bölmüştü, sahibini hemen tanımıştım. Altı yıl önce babam bir saldırı sonucu hayatını kaybettiğinde annemle Prag'a taşındığımız ilk günden beri beni koruyup kollayan Babamın acısını bana hafifleten tek insandı . İnna... bu dünya da ki tek dostum. İnna, güneşli, taştan örme sokağımızın karşısındaki tripleks villada oturuyordu. Taşındığımız ilk sabah kaldırımda sessizce ağlarken bulmuştu beni.  Babası antika alım-satımı yapıyor, annesi ise bir kasabada gönüllü öğretmenlik yapıyordu. Üçüde ailem olmuşlardı artık. İkimizin aynı okulda olmasının ortak bir sebebi vardı elbet. Sıradan insanlar değildik biz.
•••  
Okulun bahçesi genişti uzun şatoyu andıran kolonların yanından hızla geçip büyük kapıdan içeriye girdik. Farklı tüm bölümleri içinde barındıran bu okul her yıl 300 mezun verir ve 300 öğrenci alırdı. Sinema-Tiyatro, Tıp , Koruyucular, Bilim Tarihi, Sosyoloji, Müzik... en gözde bölümler arasında. Öğrencilerin ne kadar çalışkan olduklarından ve zekasından bahsetmeme gerek bile yoktu.   Tabi bu öğrenciler sıradan öğrenciler değil hepsinin özel yetenekleri var.  Tıpkı benim gibi. Ben bir rüyagezerim. Uykuya yattığımda başka insanların düşlerinde onların geleceklerinden parçalar yakalıyorum. Bu parçalar bazen yerine koyulacak kadar basit bazende beni gördüğüne pişman edecek kadar kahredici olabiliyor. Yeteneğimi Prag'a taşındığımız ilk hafta keşfetmiştim. Annemin, babamın ona aldığı son hediye olan elmas kolyeyi kaybettiğinde rüyamda onun kullanmadığı çantasının dibinde görmüştüm. Uyanınca ilk baktığım yer orasıydı ve evet, kolye gerçektende oradaydı. Bir kaç defa daha benzer durumlarla karşılaşınca bunu annemle paylaştım. Kendisinde de aynı yeteneğin olduğunu, yalnız olmadığımı ve büyüyünce gideceğim üniversitenin bana ve benim gibilere özel olduğunu anlatmıştı. Mutluydum. Farklıydım. Her geçen gün her rüya da kendimi geliştirmeye çabaladım. Tabi ki can dostum İnna'da benimleydi. İnna uzun sarı saçlarıyla adeta bir prensesi andırıyordu. Güzel zayıf yüzü onunla kıyaslandığımda beni yerle bir edecek kadar zarifti. Ona hep hayran olmuşumdur. İnna o minik burnuyla herşeyi koklayabiliyordu. Korkuyu, hüznü, mutluluğu, aşkı, insanları, yemekleri... akla gelebilecek herşeyi... koklayarak insanların yerini bulabiliyor, bulunduğu ortamda ki hüznü, korkuyu, neşeyi koklayarak hissedebiliyordu. Kendisine avcı köpeği lakabı takmıştı. Oda benim gibi neşeli bir kızdı biraz da ketum. Okulun içi 1500 öğrenciye ev sahipliği yapacak kadar modern ve çekiciydi. Evi San Mateo'da olmayanlar için kalabilecekleri bir pansiyon dahi vardı. "Hangi bölümü seçmem gerektiğinde o kadar kararsızım ki.."  İnna koyu kahve gözlerini endişeyle üzerime dikmişti. "Zaten bu yüzden bir ay boyunca farklı derslere girip gözlem yapacağız." dedim, hem İnna'ya konuşuyor hemde etrafımdaki insanları süzüyordum. Bu kadar basit  söylemiştim fakat işimiz bu bir ay gerçekten çok zordu. Tıpkı bir fragmanı bir ay boyunca izlemek gibi üst sınıfların derslerine girecek gözlem yapacak ve bir ayın sonunda üçüncü sınıftan bir öğrenciyle bölüm seçimi yapacaktık. Bunun amacı yeteneğimizin seçeceğimiz bölümle iletişimi olmasını sağlamak ve açıkçası sonradan pişman olmamak. Ben her zaman tıpa ilgi duymuştum fakat koruyuculukta hep içimde olan bir bölümdü. Tek arzum bir an önce derslere girmek ve bu serüvene kapılıp gitmek. "İkimiz için bir ders programı ayarladım. Sen tıpla ilgilendiğin için seninkini tabiki tıp ağırlıklı yaptım. Bende genelde bilim tarihi sınıfında takılacağım." İnna neşemi yerine getirmişti hemen her şeyin planını yapıp yoluna koyabiliyordu. Bilime ve tarihe ayrı bir düşkünlüğü vardı geçmişi her zaman kurcalamayı severdi. "Dersler için meraklıyım fakat ayrı sınıflarda tanımadığım insanlarla olmak biraz ürkütücü."dedim gözlerimi devirerek. "Umarım yemekler güzeldir." İştahım bir fille kıyaslanabilirdi.
"Tüm birinci sınıflar tiyatro salonuna!" Anons bir kaç defa daha tekrarlandı. Okul haritasına bakarak tiyatro salonuna doğru ilerledik. San mateo her zaman güneşli olmuştur fakat bugün yağmurlu bir hava durumu sunulduğu için üzerime giydiğim triko gömlek beni terletmeye başlamıştı. Geniş tiyatro sahnesinden üç sıra arkada oturduk yanıma kızıl saçlı gözlerinden koreli olduğunu tahmin ettiğim bir erkek oturdu. "Selam!" Dedi gülümseyerek bana ve İnna'ya baktı. "Selam."
"Sizce bizi neden buraya topladılar?"
"Okul hakkında geniş bir bilgilendirme yapacaklar sanırım." Dedim gözlerim hala kızıl saçlarını inceliyordu istemsizce. "Adım Ben. Buraya Kore'den geldim. Peki ya siz?" Meraklı gözlerle İnna ve beni süzüyordu. "Ben Mira, burada yaşıyorum aslen Türküm. Bu da İnna." İnna'yı işaret ederken biraz tedirgindim insanlarla kaynaşmayı seven birisi değildi. "Selam. Bende doğduğumdan beri buradayım." Dedi gözleri beni ince ince kesiyordu adeta. Gülümsedim. Biz tanışma evresini atlatamadan sahneye genç oldukça zarif bir kadın çıktı slimfit ceketinin üzerine kıvırdığı kolları ve tam dizinde bıraktığı kalem eteğiyle öğretim üyesi olduğu her halinden belli oluyordu. Saçlarını at kuyruğu toplamıştı. Sahnenin ortasında duran mikrofona eğilerek boğazını temizledi. Tüm salon sessizleşti ve onu meraklı gözlerle izlemeye başladılar. "Merhaba arkadaşlar. Okulumuza hoşgeldiniz." Sesi adeta bir melodiyi andırıyordu esintili ve çok güzeldi. "Ben Profesör Dino. Okulumuzda sizleri karşılamaktan onur duyuyorum. Biliyorsunuz ki okulumuz her yıl 300 mezun verir ve yerine 300 öğrenci alır. Mezun olan o muhteşem öğrencilerin yerlerine sizleri yetiştirmek bizim en önemli görevimiz. Önünüzde bölüm seçmek için tam bir ayınız olacak. Bir ay sonunda üçüncü sınıf öğrencilerimiz kura ile sizlere eşlik edecekler bir ay daha onlarla ders bilgilendirimi yapacaksınız. Tabiki sonra seçim vakti.  Yeteneklerinizi ve isteklerinizi lütfen göz önünde bulundurarak seçimler yapın. Planladığınız ders programlarını çıkışta ofisime getirin ve değerlendirmeye alalım. Kafeterya da yemeklerinizi yiyebilir günlük ihtiyaçlar için okulun her bölümünü ziyaret edebilirsiniz. Merak ettiğiniz şeyleri konuşacak kadar uzun bir zamanınız olacak. " gülümsedi. "Sormak istediğiniz soruları cevaplayabilirim." Dedi gözleri heyecandan parlıyor ve sahnenin karşısında duran 300 kişiyi inceliyordu. Çaprazımda oturan uzun boylu esmer tenli bir kız parmak kaldırdı ve konuşmaya başladı. "Merak ediyorum acaba neden üçüncü sınıflar seçmelere katılacak?"dedi tüm gözler onun üzerindeydi ve anı anda profesöre döndüler. "Güzel soru. Sizler yenisiniz ve ikinci sınıfta geçen yıl seçtiğiniz bölüme adapte olmakla meşgul oluyorsunuz tam bir geçiş evresi. Üçüncü sınıfta tamamen adapte olmuş durumda oluyorsunuz bu yüzden en istekli en belirgin ve en mantıklı düşünebildiğiniz yıl üçüncü yılınız. Onlar sizlerle tecrübelerini paylaşacaklar. Yeteneklerinizle doğru seçimi yapmaya yönlendirecekler. Sakın korkmayın. İçlerinden hiç biri sizi yanlış yönlendirmez. Empati bu okulun temel taşlarından oluşuyor." Okul ile ilgili bir kaç sorudan sonra odasına geçmek için Sahneden indi.  Gözden kaybolurken salonda mırıltılar yükselmeye başlamıştı. Salonda bulunan 300 kişinin -benimle beraber- heyecanı gözlerinden okunuyordu. İnna ile oturup biraz durum değerlendirmesi yaptık ve ders programlarını gözden geçirdik. Ben hala yanımızda oturuyor ve bizimle sohpet etmeye çabalıyordu. Annesinin de bu okuldan mezun olduğundan kore'deki evlerinin şehre ne kadar uzak olduğundan kendisininde duyguları eğitebildiği yeteneğinden bahsetti. Hem İnna ile konuşuyor hemde onun anlattıkları başımla onaylıyordum. Bazı noktalarda soru soruyor dinlemediğimi farkedip kırılmasını istemiyordum. Ben buydum, kimseyi kıramazdım, üzemezdim. Üçümüz okulu biraz dolaştıktan sonra öğle yemeği yedik sohpete artık İnna'da katılıyordu. Laf olsun diye değil gerçekten merak ettiği için Ben'e yeteneğiyle ilgili sorular sormaya başladı. "Peki hangi bölüm istiyorsun?" Dedi İnna elindeki elmanın çöpüyle oynuyordu. "Müzik!" Dedi Ben gözleri heyecanla parlıyordu. Aynı hevesi gözlerimde de gördüğüne emindim çünkü bende şarkı söylemeyi o kadar seviyordum ki şarkı söylerken adeta kendimi başka düşlerde bambaşka dünyalarda hissediyordum. "I only wanted to have fun. Learning to fly, learning to run..." ninni gibi çıkan ses tonuyla Adel'in şarkısını mırıldanmaya başlamıştı. Bana bakıyor ve sanki davet ediyordu. Şarkı söylerdim evet, fakat yalnızken. Yine de cesaretimi toplayıp onunla mırıldanmaya başlamıştım. Sesi çok güzeldi ve ben sesimi fazla yükseltmeyerek onun sesinin arkasına saklanmıştım. "To earn my stripes I'd have to pay And bear my soul..." bu inanılmazdı uzun zamandan beri ilk defa birilerinin beni duyabileceği kadar yüksek sesle şarkı söylüyordum. Sanki görünmez bir el bana cesaret veriyordu. Mırıldanmanında ötesine geçmiştik kaferyadaki bir kaç kişi de bizi dinliyordu. Ve dinleyenler giderek çoğalıyordu. Ona eşlik etmemden ne kadar mutlu olduğunu gören Ben ayağa kalktı ve benide kaldırdı. Bir eliyle belimi diğer eliyle elimi tuttu hem şarkı söylüyor hem dans ediyorduk. Müzik bölümünden olduğunu tahmin ettiğim küçük bir grupta bize katılmıştı. Prag'a geldiğimden beri ilk kez böyle eğleniyordum. İnna kahkahalarla bizi izliyordu. Şarkı bittikten sonra Ben tüm kafeteryayı selamlarcasına eğildi. Ona eşlik ettim ikimizde kahkalar atıyorduk. Bu okulu çok ama çok sevmiştim. Öğle molasından sonra ders programlarımızı profesör Dino'ya sunduk üzerinde anlaşmalı bir kaç değişiklikten sonra bir derse katıldık. "Eve gelmiyor musun?" Dedi İnna benim arabaya yürümediğimi farkedince. "Aslında kitapçıya uğramam lazım. Annemin benden istediği bir kaç kitap var. " dedim çantamda cüzdanımı arıyordum. "Ve sanırım cüzdanımı laboratuvarda unuttum." En son ordaki ikinci sınıf öğrencilerini izlemek için girmiştim. "Tamam. Kendin dönebilecek misin?" Bu bir soru değil teklifti istesem beni beklerdi. Canım arkadaşım benim için çok fedakardı. Her zaman. "Hayır canım. Sen git." Bana endişeli bir bakış attıktan sonra arabasına bindi. Küçük karamel rengi volkswagen'ine binip uzaklaşırken bende laboratuvar sınıfına doğru hızlıca yürüdüm. Okul çıkışı olduğu için kapıyı çalmadan içeriye daldım. İçeride parlak siyah kabarık saçlarını mikroskopa gömmüş tahminimce gözlem yapmaya çalışan birisi vardı. Gürültüyle içeri girmeme hiç tepki vermemişti. Öyle kabaca içeri daldığım için kendimden utanmıştım. Daha fazla ses çıkarmadan sıraları yerleri göz ucuyla kontrol etmeye başladım. Bir yandan da sürekli kafasını mikroskoptan kaldırmayan kişiye bakıyordum. Profesörlerden birisi olabilir miydi? Ama üzerinde siyah ince bir tişört vardı. Kolları kaslı ve biçimliydi. Profesör olamayacak kadar genç biriydi. Aramaya devam ettim. "Bunu mu arıyorsun?" Sessizliği bölen bu muhteşem ses yüzünden kafamı gömdüğüm sıranın köşesine çarpmıştım. Gülümsüyordu. Yüzü bir melek kadar güzeldi. Gözleri açık ela. Çenesi sivri ve gülümsediği için ortaya çıkan o muhteşem gamzeleri. Bu insan mıydı? O insandı ve peki ben neydim? Bu düşünceleri dağıtmak için kafamı salladım ve bana uzattığı eline baktım. Cüzdanım elinde duruyordu. "Kafan acıyor mu?" Dedi sesi o kadar güzeldi ki ya da bana öyle geliyordu sonsuza dek konuşmasını dinleyebilirdim. "Şey.." sesim kurbağa gibi çıkıyordu. Kafeteryada şarkı söyleyen kendinden emin ses değildi bu. Ezik büzük sanki kurbağaya aitti. Boğazımı temizledim. Onun büyüsünden kendimi kurtarmak için derin bir nefes aldım. "Evet benim. Teşekkürler." Dedim tek düze bir ses tonuyla cüzdanı alıp çantama attım. "Aslında kayıp eşya bürosuna götürecektim. Fakat elimdeki bu kan tüpünü acil olarak incelemem gerekiyordu." Yuktundu. Boğazındaki adem elması ortaya çıkıverdi. "Sorun değil." Söyleyecek bir şey bulamamıştım. "İçeriye öyle daldığım için üzgünüm ben...ben sınıfı boş zannediyordum." "Sorun değil."dedi tekrar gülümsedi sanki kulağımda ince bir müzik çalıyordu, saçlarım havalanıyor ve hafif rüzgar esiyordu. Üç idiot'taki sahne bir andan gözümde canlandı. Gülümsedim ve istemeye istemeye kapıdan çıktım. Neydi şimdi bu? Bakışları, gülüşü, sesi hala gözümün önündeydi. Onu düşünerek sessiz koridorda yürümeye başladım. Ne kadar derinlere daldığımı hatırlamıyorum fakat Ben'in arkamdan seslenmesiyle irkildim. "Hey! Gittiği sanmıştım. " dedi koşar adımlarla bana geliyordu. "Evet gidiyordum fakat cüzdanımı unuttuğum için laboratuvara geri dönmek zorunda kaldım." Dedim cümlemin sonunda mikroskop bebeğinin yüzü zihnimde canlanmak için beni bekliyordu adeta. "Ah! Bulabildin mi peki?"
"Evet birisi bulmuş ve bana iletti." Dedim. Evet tamam teslim oluyorum o muhteşem gamzeli gülüşün gelsin bakalım gözümün perdesine yine. "Bulmana sevindim. Bende merkeze gidiyordum müzik aletlerine bakmaya. Semde gelmek ister misin?" Dedi Ben, gözümün perdesine inen gülüşü tekrar bozmuştu. "Hayır teşekkür ederim eve gitmeden kitapçıya uğramam lazım annem beni bekliyor. Ama eğer istersen seni bırakabilirim. " dedim. Gelmesini istiyordum yolda giderken kafamı konuşarak dağıtabilirdi. Hatta en önemlisi beni şuan okuldan çıkmaya zorlayabilirdi çünkü ayaklarım laboratuvar sınıfına geri geri gitmeye başlamıştı. Yanına oturup yüzünü saatlerce izleyebilirdim. Acaba kaçıncı sınıftı ve incelediği kan tüpünün aciliyeti neydi? Adı neydi? Kimdi? En çok hangi şarkıyı severdi? Aklıma gelen kötü fikir tüm bedenimi ele geçirmişti. Tabiki de bu gece onun rüyasına uğrayacaktım. Suratıma kocaman bir gülümseme yayıldı. "Hey!" Ben yine beni kendime olduğum zaman getirmişti. Arabanın yanına ne zaman gelmiştik hatırlamıyordum. Siyah Beetle'ımın kapılarını açtım. "Özür dilerim aklım ders programına takılmıştı seni dinlemiyordum." Yüzümü astım üzgün değildim ama onu kırmakta istemiyordum özrümün inandırıcı olması için gerekliydi bu. "Hayır özür dileme aklının dalgın olması normal tabi." Ben ile bir kaç saattir tanışmamıza rağmen ona ısınmıştım biraz geveze müzik sever ve anlayışlı birine benziyordu. Yol boyunca ailesinden evinden ve arkadaşlarından bahsetti dikkatimi ona ve yola vermeye çalışıyordum. Onu düşünmemeye odaklamıştım kendimi. "Saçlarını kızıla boyamak aklına nasıl geldi? Yani neden kızıl rengi?" Diye sordum merakımı yanlış anlamayacağını düşünerek. "Aslında bu boya değil. Kendi rengi." dedi gülümseyerek. İkimizde yolu izliyorduk. "Gerçekten mi?!" Dedim şaşırmıştım çünkü ilk defa böyle doğal bir saç rengi görüyordum. "Evet" dedi hala gülümsüyordu. "Aslında bu rengin atalarımızdan yeteneği olanlara bulaştığını düşünüyoruz. 5 sene önce kız kardeşimde bu okuldan mezun olmuştu ve onun saçlarıda benimkiler gibiydi." Dedi. "Kız kardeşinle aynı yeteneğe mi sahiptin?" Dedim bir kardeşim olmadığı için yeteneklerin genetik olup olmadığını merak ediyordum. "Hayır, o bir rüyagezerdi. Başkalarının rüyalarına girer onların tatlı düşler görmesini sağlardı. Bunu hep severek yapar." Gözleri kocaman açılmıştı bu konuda heyecanlandığı kesindi. "Peki onların rüyasında sadece düşleri mi değiştiriyordu? Yani gelecekten kesitler falan görmüyor muydu?" Bunu biraz tereddütle sormuştum. Henüz okulda kimseyle yeteneğimi paylaşmamıştım önce araştırmaya karar vermiştim. "Hayır" dedi Ben biraz afallamıştı gözlerini kıstı. "Sadece düşleri değiştiriyordu. Bazende gördüğü düşlerden kişinin gün içinde neler yaşadığını tahmin ediyordu o kadar." Gözlerini yoldan bana çevirmişti. Ona bakmamaya göz göze gelmemeye çalışıyordum. İçimden yeteneğimi sormaması için dua ederken bingo! "Peki senin yeteneğin ne? Buraya neden taşındınız? Hiç kendinden bahsetmedin hep ben konuştum çok kabayım." Diye sordu.
"Ah, lütfen böyle konuşma seni dinlemek çok hoştu bende bir rüya gezerim tıpkı kardeşin gibi işte düşeri falan görür tahmin yürütürüm." Dedim göz ucuyla beni süzdü. Aman Allah'ım yoksa bu bir yemmiydi? Yoksa ablasıda gelecekten kesitler görüyordu ve söylemek istemedi mi? Pek inanmışa benzemiyordu fakat neden buraya taşındığımız mevzusuna geçemeden ineceği müzik aletleri evine varmıştık. "Yarın görüşürüz." Dedi arabadan inerken. "Hoşçakal" diyerek el salladım. Annemin istediği kitapçıya uğrayıp bir kaç tarihi kitap aldım. Eve gidip okulda olanları annemle paylaşmak için sabırsızlanıyordum. Sokağın başından döndükten sonra İnna'nın arabasını bizim evimizin önünde görünce rahatladım böylece onu anlatmak için hemen odama kaçabilirdik. Verandadan içeri girdim. Enda teyze -İnna'nın annesi- ve annem veranda daki küçük masamızın kenarına oturmuş çaylarını yudumluyor bir yandan da koyu sohpet ediyorlardı. Boğazımı temizleyene kadar benim geldiğimi farketmemişlerdi bile. "Tatlım, hoşgeldin. Okul nasıldı? Hadi bizimle otur ve bize okuldan bahset." Annemde en az benim kadar heyecanlıydı. Siyah saçlarını arkadan bir toka ile tutturmuştu. Beyaz yorgun yüzü ve koyu kahve gözleriyle anneme o kadar benziyordum ki. Babam annem uzun seyahatlere çıktığında her zaman yüzümü sever anneme ne kadar benzediğimden bahsederdi. Ayağa kalktı aynı boydaydık zayıf kollarını boynuma doladı ve ince dudaklarıyla yanağıma kısa bir öpücük kondurdu. Kokusunu içime çektim. Sarıldım. "Önce üzerimi değiştirmek istiyorum. İnna odamda mı?"
"Evet,seni bekliyor canım." Dedi Enda teyze. Mavi gözleriyle bana her zaman en sıcak gülümsemesini sunardı. "Teşekkürler" diye gülümsedim ona. Aydınlık holden geçerek merdivenlere ulaştım. Tahta merdivenlerin altında kalan geniş bir salon ve mutfak bulunuyordu. Annem bu evi kendi zevkine göre rengarenk döşemişti. Akşam güneşi tamamiyle evin içinde dans ediyordu. Üst katta benim ve annemin odası vardı. İkimizinde ayrı banyoları olması benim için büyük şanstı. Çoğu gece üzerinden altı yıl geçmiş olmasına rağmen banyoda hıçkırıklara boğularak ağlıyordum. Canım babam, öylece elimden kayıp gitmişti. Daha 12 yaşındaydım ona en çok ihtiyacım olduğu zaman artık yoktu. Ama olamaz olmamalı yani insanın babası ölür mü hiç? Koca dünya da öyle bırakır mı onu? Bu gerçekleri sindirebilmem iki yılımı aldı. Annem bana her zaman destek oldu hem baba hem anne hem arkadaştı benim için. Babam öldükten hemen sonra taşındık bu eve.
Düşüncelere yine dalarken kendimi odamın kapısının önünde buldum. Kapıyı açtım İnna yatağımda kulaklığını takmış müzik dinliyordu. İçeri girdiğimde yüzümde beliren hınzır ifadeyi hemen farketmişti. Gözleri büyüdü, kulaklığını fırlatıp "bir şey olmuş!" Dedi o kadar heyecanlandı ki kendimi ona kaptırdım. Yanına oturdum. Kar beyazı nevresim takımım geniş yatağıma en çok yakışan tondu. Sabırsızlanıyordu. "Cüzdanımı laboratuvarda unutmuştum geri döndüm biliyorsun." Dedim sesimdeki mutluluğu gizlemeye çalışarak. Sabırsızca başını salladı "Ee?"
"Neyse, oraya gittim ve tabi çıkış saati olduğu için kapıyı çalmadan içeriye daldım." Anlatırken aklım yine o sahneye gitmişti. "İçeride başını mikroskoba gömmüş simsiyah saçları olan birisi vardı. İlk önce yüzünü göremedim ama içeriye o kadar gürültülü girdim ki ben bile ürktüm fakat o kıpırdamadı bile."
"Öküz" dedi İnna kahkaha atarak. Ona aldırmadan devam ettim. "Sonra ben cüzdanımı ararken sıranın birine gömülmüştüm ve bir anda 'bunu mu arıyorsun?' diye sordu. Kafamı sıraya çarptım çok utanç vericiydi her şey üstü üste geldi." Bu sefer bende kahkaha atıyordum ama devam ettim. "İnna, o kadar güzel ve pürüzsüz bir yüzü vardı ki nefes almayı unuttum sanırım bir ara. Kol mesafesi kalacak kadar yakınına gelmişim meğerse gözlerini o kadar yakından görünce beynim uyuştu. Açık ela böyle içine çekiyordu sanki beni." Kahkahalarımız durmuştu ikimizde aşık aşık birbirimize bakıyorduk. "Peki sonra?" Dedi İnna gözlerini benden ayırmadı. Gözlerimi kırpıştırdım "Ah! Aptal kafam!"
"Ne? Ne oldu? Yoksa ona cevap vermedin mi?" benimle beraber endişelenmişti. "Bana kafamın acıyıp acımadığını sordu."
"Yani?" Dedi İnna kaşlarını kaldırarak. "Ona cevap vermedim!" Sesimdeki pişmanlığı hissetmişti. "Aman Allah'ım, sen ona aşık olmuşsun Mira." Sesi şaşkın ve bir o kadar da mutluydu. Sanki genç kızının düğününü izliyordu. Gururlu anne bakışı. "Hayır" dedim itiraz ederek başımı salladım. "Aşk böyle bir şey mi? Yani bence aniden olamaz. Öyle bir-"
"Öyle bir anda olur Mira." Sözümü kesti. Gözlerinin içi gülüyordu sanki. Benim iyiliğimi o kadar çok istiyordu ki... benimde onun için istediğim gibi. Bu zamana kadar hiç sevgilim olmamıştı aşık olmamıştım, kimseyi sevmemiştim. O yüzden bu duygulara çok yabancıydım. İnna bu duygulara benden daha yakın ve tanıdıktı. "Hayır. Bak anlıyorum ben biliyorsun. Kokusunu alıyorum bu mutluluk ve aşk gibi kokuyor Mira." Bana sımsıkı sarıldı. Biraz korkmuştum bu duyguya kapılarımı yeni açmıştım sadece hoşlanmıştım ondan bunu kendime itiraf etmenin bi sakıncası yoktu elbette. "Evet bahset hadi nasıl birisi? Ne konuştunuz? Adı ne? Kaçıncı sınıf?" İnna nefessiz bir şekilde soru mızraklarını bana saplarken ona verecek bir cevabım olmadığı için beni istemsiz bir telaş sardı. "Bilmiyorum." Dedim boş gözlerle. "Nasıl? Hiçbir şey mi?"
"Evet benim salaklığım sorduğu soruyu bile cevaplayamadım. Onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum." Dedim başımı yere eğerek. Üzüldüğümün farkındaydı. "Tamam yarın tekrar görürsün nasılsa." Dedi heyecanımı, düşüncelerimi onunla paylaşmak beni çok rahatlatıyordu. "Umarım." Dedim iç çekerek.  Beraber biraz müzik dinledikten sonra aşağı mutfağa indik. Yemek yapmak ikimiz içinde en eğlenceli aktivite sayılırdı. Biraz tavuk fırınlayıp sos ve salata yaptık. Mutfağın ortasındaki beyaz fildişi küçük masanın etrafında oturup annelerimiz ile birlikte güzel bir akşam yemeği yedik. İnna kafeteryadaki müzik ziyafetini kahkahalarla anlatıyordu. Masada herkesin keyfi yerindeydi. Ben'den bahsettik, saçlarından İnna bilim tarihinin son dersine katılmıştı. Oradaki öğrencilerden, profesör Dino'nun işinde usta olmasından konuştuk. Ortam biraz sessizleşince ikimizde göz göze geldik laboratuvar sınıfında olanlardan bahsetmememiz gerektiğini ikimizde biliyorduk. Sessizce kıkırdıyorduk sadece. Annemin gözünün üzerimde olduğunun farkındaydım. Dikkatli davranmaya çalışıyordum çünkü ismini bile bilmediğim O'nu şu an ona açıklayamazdım. Yemek sonrası odama çıktık ikimize bol köpüklü birer Türk kahvesi yaptım. İnna bu kahveye bayılır ve her seferinde "Bunu nasıl bulmuşlar inanamıyorum. Burada satılmaması büyük kayıp. Tadı damağımdan gitmiyor." Derdi. Babam vefat edip Prag'a taşındığımız yıldan beri her sene bir kez yurdumuza döner Antalya'da Bir hafta kalır sonra buraya geri dönerdik. Ziyaret edeceğimiz akrabalar eş dost yoktu etrafımızda. Gloria'da bir hafta kalır oranın hüznünü içimize doldurur babamı ziyaret eder dönerdik ve her gidişimizde havaalanında İnna benden kahve isterdi. -geldiğimiz sene tatması için bir kere ona yapmıştım- Gloria'nın annem için ayrı bir anlamı vardı. Babamla orada tanışmışlardı. Ah! Canım babam. Ondan bahsetmek hep içimi acıtırdı. Ben yine düşünce denizimde derin dalışlar yaparken İnna çoktan kahvesini bitirmişti.  "Bu gece rüyasına gideceksin değil mi?" Dedi sesi hınzır ve eğlenceliydi. Minik kuş çıkıntıları olan kahve fincanını yere bıraktı. O an bunu düşünmüyordum ama onu ilk gördüğümde gece rüyasına gitmeye karar vermiştim zaten. "Evet. Belki adını ve nelerden hoşlandığını öğrenebilirim. Ya da bir sevgilisi olup olmadığını. " dedim son cümle içimi acıtmıştı. Sevgilisi olmamalıydı. Onu tanımak sesini tekrar duymak, onunla normal şeyler üzerinden muhabbet etmek için can atıyordum. "Umarım sevgilisi yoktur." Dedi alt dudağını sarkıtarak. "Hey! Sana bahsetmeyi unuttum. Ben, kız kardeşinin benimle aynı yeteneğe sahip olduğunu söyledi. Rüyalara girip korkutabiliyor neler gördüklerine bakarak gün içinde yaşadıklarına yorum yapabiliyormuş. Fakat ona başka neler yapabildiğini sorduğumda sadece bu kadar dedi. "
"Ona kader ihtimallerini gördüğünü söylemedin değil mi?" Dedi gözleri korkuyla açılmıştı. "Hayır, tabiki söylemedim. Kardeşi benim gördüklerimi görüp müdahale edemiyorsa demekki bunu yalnızca ben yapabiliyorum. Okulda biraz araştırmasını yapacağım. Rüyagezerler genelde Koruyucular'ı seçiyorlarmış biliyor muydun. Tıp için can atıyorum fakat olmam gereken yer sanırım koruyucular. Biliyorsun babam bir Poland casusuymuş. " evet yine konu babama gelmişti ve içimde acı köpürmeye başlamıştı. Hemen konudan çıkmam gerekiyordu. "Mira, bu yeteneğinden kimseye bahsetmemelisin. Eğer böyle bir kapıyı açtığını bilirlerse seni kullanmak isteyeceklerdir. Cümlelerini kurarken bile çok dikkatli ol." Sesi korumacı ve bir o kadar da ürkmüş görünüyordu babamdan bahsetmeme takılmamıştı bile. Annesinin çağırmasıyla yanağıma bir öpücük kondurdu ve aşağı indi. Düşüncelerimle acılarımla ve hayallerimle yine başbaşaydım. Üzerimdekileri çıkarıp sıcak duşun altına attım kendimi. Rüya için heyecanlıydım. Pudra rengi ipek askılı pijamalarımı giyinip geniş yatağımın içine girdim. Saat gece yarısını geçmek üzereydi. Duşun verdiği mahmurlukla göz kapaklarım ağırlaşırken zihnimde onun simasını canlandırmaya çalıştım. İşte başlıyorduk. Uyuduğumdan yüzde yüz emindim fakat bu karanlık hiç normal değildi. Beyaz geçitler nerdeydi? Sürekli konuşan sesler? Peki gelecektek kesitlerin kader ihtimalleride mi yoktu? Allah'ım yanlış insanın rüyasına mı gezmişti.  İçimde derin bir ürperti hissetim koştum koştum. Nefes nefese kalmıştım. Sanki kaybolmuştum. Yanlış giden bir şey vardı hemen uyanmalıydım. Odaklandım. Gözlerimi kapattım ve derin yavaş bir nefes aldım. Gözlerimi yavaşça araladım. Olamaz! Hala aynı yerdeydim. Yoksa sıkışmışmıydı.  Adeta bir boşluktaydım. Koşuyordum fakat nerede olduğumu bilmiyordum. Koşmama rağmen nefes nefese kalmama rağmen olduğum yerden bir santim bile ilerlediğimi düşünmüyordum. Evet kesinlikle sıkışmıştım. Bir şeyler ters gitmişti ve hapsolmuştum. Uyanamıyordum. Annem. Evet! Annemin beni uyandırmasını beklemeliyim diye düşündüm. Oturdum. Orada ne kadar vakit geçirdiğimi hatırlamıyorum. Rüya dilimine göre 6.7 saniye, dünya dilimine göre tam 5 saat. Gözlerim faltaşı gibi açılmıştı sanki yuvalarından fırlayacaktı. Arkasını yetiştiremediğim nefesleri almayı durduramıyordum. Yatağımdaydım saat sabahın beşiydi. Yataktan kalkıp yüzümü yıkadım. Düzgün nefes almaya başlarken balkona çıktım. İçtiğimiz kahvenin fincaları yerde duruyordu. Onları alıp aşağı mutfağa götürüp bıraktım. Uykum kaçmıştı. Normalde saat 7 de çalacak olan alarmıma bir buçuk saat vardı. Geçen günden kalan Sherlock romanımı bitirmeyi düşündüm. Kitap bittiğinde saatim çaldı. Romanı geniş rafları olan ahşap kitaplığıma bırakıp tekrar duşa girdim. Üzerimde uğursuz kirlenmiş bir hava vardı sanki. Onu henüz tanımadığım için böyle bir durumla karşılaştığımdan emindim. Daha önce böyle olmamıştı ama daha önce de kimseyi iyice tanımadan rüyasına gezmemiştim. Sorunun bu yüzden olduğunu düşündüm. Güneş odamın içini sıcacık dolduruyordu. Aynanın karşısına geçip ince zayıf yüzümü inceledim uzun kıvırcık siyah saçlarımın buklelerini düzelttim. Koyu altın sarısına yakın gözlerimin baba tarafından yadigar olduğunu biliyordum. Üzerime  siyah ince bir bluz ve altına Loft kotumu geçirdim. Mükemmel bir vücut hatlarına sahip değildim ama hiç olmazsa zayıftım. Küçük Nike sırt çantama bir kaç not defteri tıkıştırdıktan sonra saate baktım  yedi buçuk olmuştu bile. İnna aşağıda bekliyor olmalıydı masamın üzerindeki annemin bu yıl ki doğum günümde aldığı son model cep telefonumu kapıp koşar adımlarla aşağı indim. Annem bu saatte uyanmazdı. O yüzden onu rahatsız etmemeye çalıştım. Kapıyı çarpmadan kapatarak dışarıya çıktım. Tahmin ettiğim gibi İnna beni arabasının içinde bekliyordu. Üzerine rengarenk bir bluz giymişti. Kendi arabama gitmedim. Kapıyı açıp arabasına binince şaşırdı. "Arabanı almıyor musun?"
"Hayır, anlatacaklarımı duyunca şok olacaksın." Dedim saçlarımı düzelttim. Allah'ım bu kabarık buklelerin derdi neydi bugün. "Sevgilisi var?" Dedi İnna hızlıca bir tahmin yürüttü. "Hayır" başımı salladım.
Yüzüme baktı gözleri kocaman açıldı. "İnanamıyorum yoksa gay mi?"
Gay mi? Bunu hiç düşünmemiştim böyle bir ihtimal olabilir miydi? Yok canım olamazdı ? Off İnna. Eşeğin aklına karpuz kabuğu sokuyorsun her zaman. "Hayır değil. Sorun şu ki...hiç bir şey."
"Hiç bir şey mi?" Tek kaşını yukarı kaldırdı yola odaklanmış gözlerini bana dikmedi.
"Evet sorun bu. Hiç bir şey yoktu. Sadece boşluk. Karanlık. Ve uyanmak istediğimde de uyanamadım. Sanırım o uyanınca uyandım. Saat beş gibiydi. Çok kötüydü İnna. İlk defa böyle bir şey oldu. İlk defa hapsoldum çıkamadım."  Sesimden ne kadar korktuğumu anlaşılıyordu. "Peki sence bunun onunla mı ilgisi var ? Yani kişisel mi sence?" Gözleri hala yemyeşil ağaçların arasından okulumuza uzanan yoldaydı. "Bilmiyorum. Çünkü daha önce adını dahi bilmediğim birinin yüzünü hayal ederek rüyasına dalmaya çalışmamıştım." Bunu söylerken biraz utanmıştım.
"Tabii ona soramazsında." Göz ucuyla beni süzdü. "Hayır tabikide düşüncesi bile beni mahvetti şuan." Kendimi ona bunu sorarken hayal edemiyordum. Ne diyecektim ki? "Şey pardon ismini bile bilmediğim aşırı yakışıklı dün sana biraz çarpıldım bu yüzden de rüyana dalmak istedim ama hapsoldum. Bunun seninle alakası var mı acaba?" 
Tam bir delilik. On beş dakikalık yeşillerle dolu yolculuğun sonunda okula varabilmiştik. Yol boyunca ihtimaller üzerine konuştuk ve vardığımız sonuç : sıfır.
Arabayı parkedecek bir kaç yer kalmıştı.
"Dur bekle."dedi İnna arabanın kapısını açmak için yöneldiğimde. "Sana bişey vermek istiyorum. Bunun sana ait olması gerektiğini düşündüm." Arka koltuktaki Gucci çantasını alıp içinden küçük bir zarf çıkardı ve bana uzattı. Göz göze geldik. Bir kadife kadar yumuşak olan zarf elimde tüy kadar hafifti neredeyse. Açtım. İçinde bakır renginde yuvarlak bir kolye vardı. Yuvarlak kısmın içinde minik safir ve yakut taşlar vardı. Küçük büyümekte olan bir ağacı anımsatıyordu. "İnna bu çok güzel." Dedim. Gözlerimi kolyeden alamıyordum. Laf olsun diye söylememiştim bu kolye cidden muhteşem bişeydi. "1400'lü yıllarda bir Osmanlı padişahı gözde cariyesi için yaptırmış. Sen Osmanlı soyundan olduğun için senin takmanın daha uygun olacağını düşündüm. Hem Bunu takan kadının saçlarıda senin gibi siyah ve kocaman kıvırcıkmış ve beyaz bir teni varmış." Kendinden emin bir ifadeyle gözlerime bakıyordu. "Sadece koklayarak bunların hepsini öğrenmiş olamazsın. Eminim baban sana biraz tüyo vermiştir."
"Hayır cidden tek kelime dahi etmedi."
Arabanın içi sanki ilkbaharda ormanda dolaştığınızda yeni açan çiçeklerin kokusuyla dolmuştu. Kolyeyi kokladım.
"Bu koku-"
"Amber kokusu. Kolyenin özü bundan geliyor. O yüzden sürekli böyle kokuyor. Hiç geçmiyor."
Arabanın kapısını açtı ve indi. Onu takip ettim. Hem yürüyor hemde kolyeyi boynuma takmaya çalışıyordum. Herkes durmuş bana bakıyordu. Hayır bana değil arkama bakıyorlardı. Arkamı döndüm.
İşte oradaydı.
Siyahın tonlarına hiç aşık olmuş muydunuz? Ben sanırım şu an oldum. Siyah mat motorun sessizce kalabalığı yarıp park yerine girmesini izledim. -Tıpkı bahçedeki tüm öğrenciler gibi-
Motordan kuğu zerafetiyle indi. Üzerine oturmuş önleri açık siyah deri ceketi içindeki siyah tişörtü ve altındaki gri tozlu kotu... siyah kaskını başından çıkarırken adeta dans ediyordu. Arkasını döndü kaskını motorunun kollarına asıp saçlarını düzeltti. Hala dün gördüğüm asilliği ve muhteşemliğiyle duruyordu.  Tüm okul bir anda puf olup uçmuş gibiydi. Sadece o vardı. Okula doğru attığı her adımda yüzler ona dönüyor Kızlar arasında fısıldaşıyor diğer erkekler kıskançlıkla -tabi sadece benim fikrim- onu izliyordu. Bana doğru mu geliyordu? Hayır. Yanlış gördüğümden eminim çünkü okul kapısı yerine benim yanıma gelmiş olamaz. Etrafıma baktım. Bir arkadaşını gördüğü için bu tarafa yönelmiş olacağını düşündüm fakat yanımda hatta iki metre çevremde İnna'dan başka kimse yoktu. Yaklaştı. Kalbimin sesi kulaklarımı tırmalıyordu. Eğildi. "Bu da senin sanırım?" Dedi yine o muhteşem kadifemsi ses tonuyla. Açık olan ağzımı kapatıp çattığım kaşlarımı düzelttim. Elinde az önce İnna'nın verdiği kolyeyi tutuyordu. Hemen elinden hızlıca aldım.
"Eşyalarını kaybetmek ya da savurgan kullanmak gibi bir huyun var sanırım."
"Kayıp eşyaları size çeken bir yeteneğiniz var sanırım." Evet! Hoşgeldin iğneli Mira! Dilimi ısırdım.
Tüm okulun gözleri onun üzerindeydi. Muhteşemliğinin farkında olup ondan fazlasıyla memnun ve küstah görünüyordu artık gözüme. Tüm okul bizi izliyordu. Ya da merakla beni. Teşekkürler ismini bilmediğim harikulade güzellikteki kişi. Sayende tüm okulun kızları fesat gözlerle beni süzüyor.
"Emin ol yeteneğim bundan daha da üstün."
Gülümsedi. Sade fakat ulaka bir gülümsemeydi. Ben daha ağzımı açamadan arkasını dönüp okul kapısına doğru yürüdü.
İnna arabanın diğer tarafından ağzı kulaklarında zıplayarak yanıma geldi. "Yoksa bu o mu?" Dedi arkasından babasını uğurlar gibi bir hüzünle bakıyordu. "Evet." Dedim iç çekerek. "Ama küstah birisi olduğunu bilmiyordum."
"Heey! O küstah dediğin tatlım, kendileri bir zaman lordu olurlar." Ben arkamda sırıtmış öylece dikiliyordu. Ne zaman geldiğini bile farketmemiştim. "Zaman lordu mu?" İnna benden önce dilimin ucundaki soruyu sormuştu.
"Ben nesilleri tükendi zannediyordum."
"Zaman lordu nun ne olduğunu sadece ben mi bilmiyorum." Dedim ikisini imalı gözlerle süzüyordum.
Beni duyan olmadı bile. Okula doğru yürümeye başladılar. Üzerime dikilen fesat gözlerin farkındaydım. "Hayır. Bizim zamanımızda sadece bir tane var. Oda bizim okulda. Söylediklerine göre bizim zamanımıza sıkışıp kalmış."dedi Ben elindeki tuttuğu renkli defterleri düşürdü. "Peki sen nereden öğrendin onun zaman lordu olduğunu?"dedi İnna, Ben'in defterleri toplamasına yardım diyordu. "Onu izleyen kızlardan öğrendim."dedi omuz silkerek.  "Zaman lordu, adındanda anlayabileceğin üzere zamanlar arasında gezebilen kişiye denir. Sana geçenlerde bahsettiğim Zihnemine yeteneği gibi buda nesli tükenmiş bir yetenek diye biliyorduk. Ama bir tanesi hala hayattaymış demekki." İnna merakıma su serpmişti. Zihnemine, insanların zihnine girip onları okuyabilir değiştirebilir insanlara istemedikleri, sevmedikleri şeyleri yaptırabilirmiş. Zaman içinde insanlar bu yeteneği kötüye kullanmaya başladıkları için bu yeteneğe sahip iyi-kötü, genç-yaşlı herkesi yakalayıp idam etmişler. Yüzyıllar öncesine dayanan bu vahşeti bana izlediğimiz bir korku filminin hemen sonrasında anlatmıştı İnna.
"Peki zaman lordlarının nesli neden tükenmiş ya da siz öyle düşünüyordunuz?"
"Dünya üzerinde zor bulunan bir yetenektir zaman lordu. Zamanlar arasında gezdikleri için sayıları bilinmiyor fakat yirmi yıldır kayda geçmiş bir zaman lordu bulunmuyordu. Neyse şimdi müzik sınıfına gitmem gerek ama ayrıntıları öğrenip sizinle öğle yemeğinde buluşalım kızlar."diyerek bize göz kırptı ve arkasını dönüp uzaklaştı. "Sanırım dedikoducu bir arkadaş edindik Mira."dedi İnna. Ben'in arkasından bakakalmıştık. "Neyse, ben tarih sınıfına gidiyorum. Ders aralarında görüşelim."
"Görüşürüz."dedim. Anatomi sınıfına giderken yüreğim pır pır ediyordu. Tahta kapı açıktı. Geniş aydınlık sınıfın içerisinde iskelet, kas ve organları gösteren modeller pencere kenarından göze çarpıyordu. Sınıfın yarısı boştu. Gözüme çarpan orta sıralardan birine oturdum. Birer ikişer geniş sınıf iyice dolmaya başladı. Benim yanımla beraber arka sıralardan bir kaç sıra daha boştu. İçeriye kıvırcık kabarık saçlı gözlüklü bir adam girdi. Saçlarının arasında ki grilikler çenesinin ucunda biten sakalına kadar iniyordu. Arkasından o girdi. Kapıda durdular. Aralarında bir şey tartıştıklarını anlamak için zeki olmaya gerek yoktu. Hem profesörle konuşuyor hemde sınıftakileri süzüyordu. Gözleri önce bana sonra yanımdaki boş sıraya takıldı. Profesöre  anlamlı bir bakış atıp sıralara doğru yürümeye başladı. Bana doğru yaklaştıkça yine az önce kapıdaki gibi hissetmeye başladım. Yaklaştı. Yaklaştı. Gözlerini gözlerime dikti. Yanıma oturacağını düşünüp biraz kenara kayıyordum ki arka sıralara doğru yöneldi. Ah! Salak ben. Bu kısa mallığı üzerimden attıktan sonra dikkatimi derse ve profesöre verdim.

SİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin