*müziği açarak okuyun*
saat 00:00.evden elimdeki kaykay ile çıktım. evimizden 20 dakika uzaklıkta olan parka kaykay ile giderek kafamdakı düşüncelerden arınmaya çalışıyordum.
son 2-3 gündür hiçbir şey hakkında düşünmek istemiyordum. hele ki gece saatlerinde, kendimle yalnız kaldığım zamanlarda kafamdakı düşünce raflarına göz gezdirmemeyi, daha doğrusu içine haps olunmamak için çabalıyordum.
sonbaharın son günleriydi. 29 kasım. hava o kadar da soğuk değildi, bu yüzden siyah, dizden iki üç parmak kısa etek ve siyah gömlek giymiştim. ve tabii siyah botlarımıda. klasik giyimim işte.
dün jennie ile buluşmuştuk. yılbaşı için parti düzenlemek istediğini söyledi. daha bir ay vardı ama şimdiden nasıl bir parti olacağını düşünüyordu.
jennie asla bir işin hatalı olmasını istemez. hep tüm ayrıntısına kadar araştırır veya düzenler, öyle yapar. küçük bir hata bile onun delirmesine sebep olabilir.
bu özelliğini çok severdim hep.
parka yakınlaştığımda her ne kadar düşüncelerime haps olmak istemesemde istemeden oluyordu. ama neyseki o konuları düşünmemiştim.
parkta kimse yoktu. tabii gecenin 1'inde parkta kim olur ki?
kız başıma gece parka gelmem tehlikeli olabilirdi. ama umursamıyordum bunu. böyle durumlarda hep erkek kendisini kontrol etmeliydi, kadın kendini kısıtlamalı değil.
annem evde olsaydı asla yalnız bırakmazdı ama bu sabah babamı ziyarete -rusyaya- gitmişdi. bugünde koskoca evde yalnız kalmaya çalışacağım. umarım hayaletler gelmez.
elime kaykayımı alarak parkın içine geçtim. tam ortasındakı, arkasında su olan taşa oturdum soğuk olmasını umursamayarak.
telefonumu ve kulaklığımı çıkartarak bu güzel anı müzikle güzelleştirmeyi istedim. ve playlistime girerek ruelle'nin war of heart şarkısını dinlemeye başladım.şarkıyı hüzünle dinlerken o sırada yerde uçuşan yaprakları izliyordum. sarı, kırmızı, turuncu. sonbaharda zaten bu üç renkten ibaretti. yani öyle söylüyorlardı. öyle olmadığı inkar etmek istesem de edemiyordum. hatta bu konuya değinmeyeceğim bile. saçma bir konu çünkü.
etrafı boş boş izlerken arada tam ayağımın altımdakı kurumuş yapraklarla oynuyordum. o sırada yanıma birinin gelip oturduğunu fark etmemiştim tabii.
müziği hâlâ daha dinlerken sıcak bir elin sol kulaklığımı kulağımdan çıkarması ile irkildim.
tahmin edildiği gibi, taehyung'du.
"yalnız başına n'apıyorsun burda? ya başına bir şey gelirse?"
gözlerimi devirerek diğer kulağımdakı kulaklığı da çıkartıp siyah çantama attım. "yemezler beni merak etme,"
bir süre o bana bakmaya devam ederken ben karşıdakı rüzgardan dolayı sallanan ağaçı izledim."hem sen n'apıyorsun burda?"
diye sordum hafifçe başımı ona doğru çevirerek. her zamanki gibi simsiyah giyinmişti."markete girmiştim, sonra uzaktan burada oturduğunu gördüm. yalnız olmayasın diye geldim,"
"iyi yapmışsın."
hiçbir şey düşünmemeyim derken düşündüğüm şey ayağıma geliyordu. bunu neden yapıyorsun bilmiyorum kim taehyung.
"hadi sana bir soru sorayım, cevaplayamazsan seni bir yere götüreceğim."
dediği şeyle şaşırmış hâlime büründüm. sol ayağımı hafifçe kaldırarak diğer ayağımın altına yerleştirdim ve ona döndüm. şu an karşı karşıyaydık.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
toi et moi ❦ taelice [düzenleniyor]
Fanfiction❝Beni hiç sevmedin mi, Taehyung?❞ [ Kim Taehyung x Lalisa Manoban ] toi et moi, fransızca 'sen ve ben' demek.