kimsenin bilmediği ve pek gitmediği, eskimiş, küçük kalplerin kırık parçalarının olduğu bir yere gelmiştim sabah sabah. hava o kadar soğuktu ki, kargalar bile üşürdü bu havada. doğrusu, hava Kore'de bu kadar soğuk olurken hangi karga burada kalmayı tercih ederdi ki. hepsi şu anda diğer sıcak ülkelerde.
eskimiş tahta parça kalıkları vardı burda. kahverengi ve solmuş tahtalardı bunlar. duvarların üzerinde siyah tebeşirle ingilizce ve korece sözler yazılmıştı. bu sözleri yazan her kimse birisine fazla âşık olmalıydı. kelimelerini âşık olduğu kişiye söylemekten çekinen birisi olmalıydı. böyle seven kaldı mı ki şimdi? sevdiğini duvarlara bağıran kalmışmıdır ki şimdi?
en köşe yerde ise küçücük, ve sanırım terk edilmiş bir ev vardı. hatırlıyorum, bu yıl başlarında sınıfımızdakı çocuklar okulun arkasında gizli bi ev olduğunu söylemişlerdi. kimsenin o yere gitmediğini, korktuğunu söylemişti. ve sanırım o ev, bu ev olmalıydı. kahverengi tahtalar ile kaplanmış ve eskimiş, hatta çökmüş bi evdi bu. uzaktan evi gözetlediğimde kapısının açık olduğunu gördüm. uzun ve karanlık bi kolidor vardı. doğruyu söylemek gerekirse, tırsmıştım.
terk edilmiş bi evdi sonuçta. belki de içerisinde ruhlar yaşıyordur.
terk edilmiş ruhlar.
korkuma yenik düşemediğimden evi gözetlemeyi bıraktım. şu an macera yaşamak için çok yorgundum.
o korkunç evin tam yanındakı küçük hasarı tırmanarak evin üzerine çıkmayı denedim. başarmıştım da. çatı soğuk olsa da buradan şehir daha güzel görünüyordu.
üzerimdeki kahverengi yun ceketimi iyice sardım bedenime. buradan her yer cidden çok güzel görünüyordu. havanın turuncu ve sarı karışımı olduğu saatlerdi. bu saatlerde gökyüzünü izlemek çok zevk vericiydi.
ev çökmüştü doğrusu, ama 46 kilo bi kızı taşıyamayacak kadar güçsüz değildir umarım. etrafı yüzümdeki geniş gülümseme ile izlerken o sırada telefonum çaldı. telefonumu yanımda getirdiğim için kendime küfür ettim bir kaç saniye.
telefona baktığımda arayan rosé'ydi. bu keyifli anımı bozduğu için ona da bi kaç saniye küfür ettikten sonra telefonu açtım.
“neredesin lisa? hemen okula gelmelisin.”
hafif gözlerimi devirdim. “yine n'oldu?”
“claire yine bi şeylerin peşinde,” telaşlı bi sesi vardı. “bu sefer işi seninle.”
“benimle mi?” “evet.”
benimle ne işi olabilirdi ki? ah tabi bu claire. okulun müdürü ile bile işi olur bazen.
“geliyorum.” diyerek telefonu kapattım. derin bi iç çekerek, “allah belanı versin claire,” dedim. ve çatıdan atlayarak yere indim.
5 dakikalık yolun ardından okulun bahçesine girdim. tam okulun merkezinde bi kalabalık vardı. aralarında bizim sınıfın çocukları da vardı. ayrıca irene'de oradaydı.
yanlarına meraklı bakışlarla gittim. yanlarına ulaştığımda cılız bi kız sesi “ah! hikayenin baş kahramanı da geldi!” diye bağırdı. hâlâ ne olduğunu anlamazken birkaç kişi yana çekildi. gördüğüm manzara ile ağzım açık kalmıştı. claire elinde o gün çektiğim taehyung'un resmini tutmuştu! yanlarında taehyung, jungkook, rosé ve jisoo vardı. taehyung sabrını zorluyormuş gibi duruyordu ama o da ne olduğunu anlamamış gibiydi.
“çekilin bakayım,” diye etrafındakı kişilerin yana çekilmesini söyledi claire. “lisa, bebeğim herhangi bi açıklaman var mı?”
demek o gün portretimi çalan sendin. seni parçalamak istiyorum claire.
taehyung'un bakışları beni bulurken ne söyleyeceğimi bilmez durumdaydım. bi açıklama yoktu. onun resmini çizmiştim ve bunun bi açıklaması yoktu.
cesaretimi toplayarak tam karşısına dikildim. elindeki portreti aldım ve iyicie gözüne soktum. “en yakın arkadaşımın resmini çizmişim işte. bunun ne gibi bi açıklaması olabilir ki?” sinirli bi sesle söylemiştim bunları. taehyung bize anlamaz bakışlarla bakarken, claire “bilmem,” diye gıcık bi ifade gösterdi yüzünde.
“ayrıca claire, insanların özel eşyalarına dokunmazsan iyi edersin.” bir süre bana sinirli bakışlar atarken benim de ondan bi farkım yoktu. etraftan dedikodu sesleri geliyordu. beni bu hâle düşürdüğün için senden de kendimden de nefret ediyorum taehyung.
“peki.....” kendinden emin bi şekilde cebinden bi kağıt çıkardı claire. “bunu da mı arkadaşça yazdın lisacığım?” elinde tuttuğu kağıta baktım. bu taehyung için yazdığım bi şiirdi. bunu nereden bulmuştu ki! okulda bile yazmamıştım bunu, evde yazmıştım hatta yıllar önce yazmıştım! odamın en gizli yerine bile saklamıştım! bunu nasıl bulurdu!
bi kaç dakika şaşkın bakışlarla kağıda ve claire'ye baktığımda claire'nin şiirin ilk satirlerini okumaya başladığını anladım. elinden kağıdı alarak elimde paramparça ettim.
sinsi gülüşler atarak bana bakıyordu. rezil olmuştum. gözlerim dolmuştu. şu an yere çöküb ağlamak istiyordum. dizlerim acısa da ağlamak istiyordum. taehyung tam yanımızdaydı. “claire...” diye bi ses duydum taehyung'dan.
yine onu korumaya çalışacaktı. yine onu savunacaktı. çünki âşık ona. gözü kör.
onun bu hâllerini görmeye dayanamazdım artık, ama burdan ağlayarak çıkmak da istemiyordum.
gözlerimi tekrardan Claire'nin gözlerine diktim. etrafta kimse olmasaydı onu parçalayabilirdim. gözlerini devirdi ve tekrardan bana baktı. “bana ve arkadaşlarıma zarar veren sensin. geçen jungkook'u o duruma düşüren de sensin. rosé'nin dans yarışmasını kazanmaması için para verip sahneyi ıslak yapan ve rosé'nin yere düşüp kolunu incitmesine sebep olan da sensin. seni mahvedeceğim claire.”
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.