Cama çarpan sert yağmur damlaları okuduğum kitaptaki dikkatimi darmadağın ettiğinde yazılarda olan gözlerimi kaldırarak dışarıya baktım. Hava çoktan kararmış ve yağmur son birkaç dakikadır epey hızlanmıştı.
İç çekerek kitap raflarında gözlerimi gezdirdim. Bugün kaç kitap satışı yapmıştım? Üç? Dört? İnsanların çoğu artık kitap okumuyordu. Okuyanların büyük bir kısmı da dijital ortamlarda okuduğundan kitapevleri eskisi kadar işlek değildi. Ya da sadece ben bu işi beceremiyordum.
Hayalim buydu. Üniversiteye gidemeyeceğim kesinleştiğinde büyük bir mutsuzluk yaşamamamın nedeni her zaman büyükbabama ait olan bu kitapçı dükkanının başına geçmek olmuştu. Ama günde birkaç kitap satmayı akıl edemediğimden şimdi yalnızca genel ihtiyaçlarımı karşılayacak kadar kazanabiliyordum. Neyse ki aç değilim. Eve giderken duvar diplerinde oturmuş ya da yemek bulabilmek adına çöpleri karıştıran evsiz insanları gördükçe tanrıya bana verdikleri için şükrediyordum.
Uzun süreli bir gök gürültüsünün ardından dükkanın içi anlık parlak bir ışıkla dolduğunda derin bir nefes bırakarak soğumaya başlayan çayımdan bir yudum daha alıp kitabıma geri döndüm. Ancak bir paragraf bitirememiştim ki, açılan kapıdan gelen tatlı zil sesini işittim. Bakışlarımı kitabımdan kaldırıp geleni karşılamak için gülümseyeceğim sırada onu görmüş ve herhangi bir tepki verememiştim.
Her zamanki siyah elbiselerinin içindeyken bir heykeli andırıyor, şemsiyesini kapatıp kapının yanına bırakırken bakışlarını bir an için benden ayırmıyordu. Gözlerini size dikmiş bir adamın amacı genelde kötü olurdu ama onun hakkında asla böyle düşünmezdim. En azından ne olursa olsun bana zarar vermeyeceğini biliyordum.
Yumuşak görünümlü siyah saçlarını özenle yukarı dikmiş, pahalı parfümünün hoş kokusu anında burnuma dolmuştu. Pantolonundan, içine giydiği gömleğinden, ayakkabılarından ve üzerindeki kabanından zarafet akıyor, kolundaki saati adeta parlıyordu. Giyimine her zaman dikkat ederdi.
"Niye geldin?" diye sordum sessizce.
Ela gözlerini yüzümde gezdirmeye devam ettiği için rahatsız edici bir süre sessiz kaldı. Sonra ise normal bir tavırla "Kitap alacağım." dedi.
Yavaşça sırtını bana dönüp raflara doğru ilerlediğinde gergin bir nefes daha bıraktım. Beni endişelendiriyordu ve endişelenmekte haklıydım.
Onunla lisenin başından beri tanışıyorduk. Popülerdi. Ama bunun için hiçbir zaman çabalamamış, insanlar onu popüler yapmıştı. Herkes onunla arkadaş olamaz, onunla konuşamazdı bile. Seçiciydi. Ve beni seçmişti.
Okulum özel bir okuldu ve burslu olduğum için notlarımı yüksek tutmak tek büyük amacımdı. Bu yüzden gereksiz insanlarla iletişim kurmamış ya da kızların arkasından salyalarını akıttığı erkeklerle ilgilenmemiştim. İnek gibi görünsem de hiçbir zaman bir inek olmadım. Notlarımı yüksek tutarken elbette eğlenceden geri kalmamış, sevgilim ve güzel anlarım olmuştu.
Mason ile çıkmaya başlamadan önceki günlerde karşıma çıktı. Okulun kişisel çalışma odalarından birisindeydim ve bir anda onun içeri girmesi beni çok şaşırtmış, hatta onu kızdıracak bir yanlışlık yaptığımı bile düşünmüştüm. Ama sadece yanıma oturdu ve her zaman yaptığı gibi yüzümü izledi.
Kulaklığımı çıkarıp sorarcasına ona baktığımda "Rahatsız ediyor muyum?" diye sordu. Bunu kaba bir şekilde sormasa da sesi kalın olduğu için o gün kaba olduğunu düşünmüştüm.
Test kitabımı gösterip çekinerek "Çalışıyordum." dediğimde onun yerine ben gözlerimi kaçırdım.
"Daha sonra gelebilirim."
Gideceğini sandım ama oturmaya devam ederken hala benden bir cevap bekliyordu.
"Bir sorun mu var?"
"Senden hoşlanıyorum."
Ulaşılmaz birisinden bunu duymak epey şaşırtıcı olabiliyordu. O kadar şaşırmıştım ki, belki de iki dakika boyunca konuşamadığımda muhtemelen karşılık vermeyeceğimi düşünerek ayağa kalkmış ve hiçbir şey söylemeden gitmişti.
O günden sonra ona karşı daha dikkatli olduğumdan çevremdeyken gözlerinin yalnızca benim üzerimde olduğunu fark ettim. Bunun dışında ayda iki ya da üç kere yanıma gelip nasıl olduğumu soruyor ve ben de ona iyi olduğumu söyledikten sonra hiçbir şekilde beni rahatsız etmeden gidiyordu. Mason' la çıkmaya başladığımızda bile onunla sataşmamış ve yine rahatsız olmamam için ayrılana kadar yanıma gelip nasıl olduğumu sormamıştı.
Onu hiçbir zaman istememiştim. Bunun en büyük nedeni gerçek anlamda tehlikeli olduğuydu. Babası çok ünlü bir iş adamıydı. Ama yaptığı işler kazançlarını aklamak için kullandıkları bir yoldu sadece. Kanıtım olmasa da onların yasal olmayan işlerle ilgili olduklarını biliyordum. Şu an bile belinin arkasında bir silah taşıdığına eminim.
Okul içinde yalnızca bir kere kavgaya karışmıştı. O güne dek gördüğüm en kötü kavga olabilirdi bu, birçok şeyin parçalandığını görmüştüm. Ve okul içinde yaşanan küçük bir kavga dahi öğrencinin atılması için geçerli bir sebep olduğundan onun atılacağı konusunda herkes emin olmuş, kızlar çoktan ağlamaya başlamıştı. İşte o gün babasını ilk kez gördüm. Ardındaki iki adam ile beraber okula girdiğinde odasından çıkmayı tercih etmeyen müdür ve hatta okulun sahibi bile onu girişte karşılamış, neredeyse önlerinde eğilmediği kalmıştı. Çok güçlü bir adam olduğunu ilk bakışta herkes anlayabilirdi. Ama beni şaşırtan bu değil, Yaser Malik' in kameralara her zaman gülümseyen samimi bir adamken okula gelen adamın bundan çok daha farklı olması olmuştu.
Müdürün odasında nelerin konuşulduğunu kimse bilmiyordu. Ama oğlu okuldan atılmadı ve her şey yoluna girdi.
Lise bittikten sonra bir daha asla karşıma çıkmaz diye düşünmüştüm. Öyle olmadı tabi. Bazen buraya geliyor, her geldiğinde ona neden geldiğini soruyor ve o da kitap alacağını söyleyip kitabını aldıktan sonra gidiyordu. İlişkimiz yıllardır bundan ibaretti.
Birkaç dakika sonra elindeki kitaplarla birlikte tavana kadar uzayan iki kitaplığın arasından çıkıp bana doğru geldi. Gergin bir halde ayağa kalktığımda aldığı sekiz kitabı önümdeki masanın boş yerine bırakmıştı. Seçtiği kitaplar birbirinden öyle alakasızdı ki... Üç tanesi klasik, birisi fantastik, ikisi şiir, bir tanesi atlas ve diğeri de on yaşındaki bir çocuğun okuyacağı türden bir kitaptı.
Beni izleyen gözlerine baktığımda "Aldıklarını okuyor musun?" diye sordum. Genel iletişimimiz dışında ilk kez kurduğum bu cümle beni açıkça şaşırttı. Belki de o da şaşırmıştı, bilmiyorum, ama bunu yüzünde göstermedi.
"Hayır."
Belli oluyor zaten.
Başımı onaylar anlamda sallayarak gereksiz bir acele ile aldığı kitapları tek tek okutup "Elli iki Sterlin." dedim. Cüzdanını çıkardı ve ben de kitapları büyük bir torbaya yerleştirmeye koyuldum.
Bana uzattığı banknotu aldığımda aklım karıştı. Kasada iki yüz Euro'yu bozacak kadar para olmadığından emindim ve ne yapacağımı bilmiyordum.
"Üstü kalabilir."
Ona baktığımda "Bu çok fazla." demiştim sessizce.
"Sorun olmaz."
"İstersen... Sonra da getirebilirsin. Gerçekten, bu çok fazla."
Masanın üzerinde duran torbayı alıp "İyi akşamlar Nova." dedi ve şemsiyesini tekrar açarak dükkanı terk etti.
#zova
ŞİMDİ OKUDUĞUN
phosphene • malik
FanfictionKarşılık alamayacağını bilse de yıllardır ona aşıktı. 21819