Şehrin eski ama oldukça güzel görünen binalarla dolu caddelerinden birinde sürüyordu. Bir ara sokağa girdiğimizde arabayı uygun bir yere park etti ve dışarı çıktık.
İnsanı geçen yüzyılda hissettiren bu eski apartmanlara ilgiyle bakarken onun da aynı ilgiyle beni izlediğini fark ettim. Evlerdeki bakışlarımı ona çevirdiğimde yanıma gelerek elini belime yerleştirmiş ve beni hemen karşımızdaki binaya doğru yönlendirmişti. Anahtarla açtığı geniş kapıdan önce geçmeme izin verdi. İçeriye adım atmamla çok sevdiğim rutubet kokusu ciğerlerime doldu.
Geniş ve ahşap merdivenleri çıkarken "Beni şaşırtmaya devam ediyorsun." dedim ona bakıp.
"Şimdi seni ne şaşırttı?"
"Burası. Eski ve sana göre çok küçük."
"Bence küçük yerler daha güvenli."
"Öyle diyorsan..."
Üçüncü kattaki beş numaralı kapının karşısında durduğumuzda hızlıca kapıyı açtı ve geçmem için yine kenara kaydı. İçeri geçtiğimizde kapıyı kapadı ve omuz kısımlarından tuttuğu ceketimi üzerimden alarak askıya astı.
Apartmanın aksine daire çok da geniş değildi. Uzun antre boyunca yürüyüp sonundaki salona geçtik. Ne büyük ne de küçük bir odaydı. Sokağa bakan tarafın tamamını eski tip pencereler dolduruyordu. Ahşap zemine uygun koyu kahverengi bir koltuk, koltuğun karşısında apartmanın tamamına aykırı duran duvara monteli dev bir televizyon vardı. Koltuğun önündeki geniş sehpanın bir köşesinde duran poşeti gördüm. İçi esrarla doluydu ve hemen yanında da sarmak için kağıtları duruyordu. Orada saksıdaki kuru bir bitki, kül tablası, gümüş bir çakmak ve sigara paketi olsa da asıl dikkatimi çeken bu değildi. Esrarın diğer yanında duran silahta gözlerim takılı kaldığında nereye baktığımı anladı ve oraya gidip silahı alarak belinin arkasına yerleştirdi.
"Keyfine bak. Kahve yapacağım."
Rüzgar gibi odadan çıktı. O sırada bakışlarım odanın diğer tarafındaki kitaplığa kaydı. Onun kitap okumadığını biliyordum ancak kitaplığın rafları kitaplarla doluydu. İlgiyle onların karşısına geçip dikkatlice incelediğimde aslında bu kitapların yıllar boyunca benden aldığı kitaplar olduğunu fark ettim. Hepsini özenlice yerleştirmişti.
Gülümseyerek ikinci raftaki Uğultulu Tepeler' i aldım. Sayfalarını karıştırırken epeyce vakit harcamış olmalıyım ki, elindeki kahvelerle geri döndüğünde başımı anca kitaptan kaldırabilmiştim. Uğultulu Tepeler' i yerine bırakıp koltukta onun yanına oturdum ve elime tutuşturduğu siyah kupadan bir yudum aldım. Tadı çok güzeldi.
"Benden aldığın kitapları hep çöpe attığını düşünürdüm."
"Şaşırtmaya devam ediyorum."
"Evet." deyip gülümsediğimde sehpanın ortasında duran saksıya baktım. İçindeki bitki, dokununca küçük parçalara ayrılacak kadar solmuştu.
"Annem beni ziyaret ettiğinde getirmişti. Çiçekleri sever." dedi o da saksıya bakıp. "Güzel bir çiçekti. Onunla ilgilenmemi söylemişti ama..." Omzunu silkip kupayı dudaklarına götürdü.
"Neden ilgilenmedin?"
"Sadece bir çiçekti."
"Ben de annemin çiçekleri çok sevdiğini hatırlıyorum. Hatta o gittikten sonra onun çiçekleriyle babam ilgilenmişti. Babam da gittiğinde çiçekleri başka insanlara verdim. Çiçeklerle ilgilenmek zor."
"Evet." diye onayladı beni.
"Aklıma Küçük Prens geldi." dedim ona bakıp. Bana dönük bir şekilde oturup kolunu koltuğun üst kısmına yerleştirdi. "Gülünü ona harcadığı emek ve zamanla yetiştirmişti. Karşılığını onun sevgisiyle aldı."