Yine yağmurlu bir öğle vakti, günlerden pazartesi. Yaşlı Bayan Bennett her pazartesi buraya gelip bu hafta okuyacağı iki yeni kitap alır ve dakikalarca torunlarından bahsettikten sonra giderdi. Çok fazla torunu var. Bazen kendisi bile onları karıştırıyordu. Yaşından da kaynaklı bir durumdu bu sanırım. Yakında seksen beşe girecek ve söylediğine göre büyükbabamın gençliğinde bile buraya gelip ondan kitap alırmış.
Bugün okuyacağı iki yeni kitabın yanında torununun doğum günü hediyesi için bir de çocuk kitabı almıştı. Kitabın ilk sayfasına bir not yazmam için benden ricada bulundu.
Masadaki kalemlikten siyah renkli bir kalem alıp "Torununuzun adı ne?" diye sordum.
Yüzünde karmaşık bir ifade oluştuğunda çantasını açıp içinden siyah deri bir defter çıkardı. Defterin her sayfasında torunlarının büyük fotoğrafları ve altlarında da isimleri yazıyordu.
"Bazen çok önemli şeyleri unutabiliyorum." dedi. "Çocuklarım bazı torunlarıma daha önce duymadığım kadar garip isimler verdi. Ne yapabilirim?"
Sonunda bir sayfada durup "İşte!" dedi heyecanla. "Onun doğum günü. Martha' nın. Tatlı Martha' m! Yarın on bir olacak. On bir yıl, Nova. Çoğu şeyi unutuyorum ama onu kucağıma aldığım ilk günü asla unutamam. Umarım sen de bir gün torunlarını kucaklarsın canım."
Hiç öyle bir düşüncem yoktu. Sanırım yalnız öleceğim.
"Martha için ne yazmamı istersiniz?"
Bir süre düşünüp ardından gözlüklerini düzeltti. "Sevgi- Hayır. Biricik Martha' m, artık dişlerimi çıkarttığımda benden korkmayacak kadar büyüdün. Kitapları benim kadar sevmen dileğiyle, doğum günün kutlu olsun. Vay canına Nova, yazın çok güzel."
"Teşekkür ederim. İşte oldu, Martha buna bayılacak."
Kitabı kırmızı hediye kutusunun içine yerleştirip aldığı diğer kitapların bulunduğu torbaya koyacağım sırada kapı açıldı ve dükkanda yankılanan zil sesini duydum. Bakışlarım onun ela gözleri ile kesiştiği anda elimdeki kutuyu bir aptal gibi yere düşürmüştüm.
Panikle eğilip yerdeki kutuyu aldım ve hızlıca torbanın içine yerleştirip torbayı Bayan Bennett' a doğru uzattım. "İyi günler Bayan Bennett, haftaya görüşürüz." dedim tıkanırmış gibi.
"İyi günler hayatım."
Bayan Bennett gittiğinde kaçamak bir şekilde ona bakıp önüme düşen saç tutamlarını kulağımın arkasına sıkıştırdım. Daha önce hiç bu kadar erken bir vakitte gelmemişti.
"Niye geldin?"
"Kitap alacağım."
Bunu söyledikten sonra arkasını dönerek kitapların yanına giderdi ancak bu sefer beni izlemeyi sürdürdü. Kıpırdamamaya çalışıyordum. Kıpırdadığım anda masadaki her şeyi yıkacak gibiydim.
"Aradığın bir şey mi var?"
Başını onaylar anlamda salladı. "Kurtlarla Koşan Kadınlar."
Neredeyse gülecekken son anda yüzümü toparlayabildim. Neden komiğime gittiğini bilmiyorum. Sanırım biraz ön yargılıydım. Onun gibi birisinin kadınlığın kutsallığından bahseden bir kitabı isteyeceğini hiç düşünmezdim.
Derin bir nefes alarak masamın bulunduğu bu küçük yerden çıkıp karşıdaki kitaplığa doğru yürürken arkamdan gelen adım seslerini duyabiliyordum.
Kitaplığın en üst rafından başlayarak kitaplarda göz gezdirdim. İstediği kitabın bu raflardan birinde olduğunu bilsem de hemen yanımda durup gözlerini bana dikmişken dikkatim durmadan dağılıp en baştan başlamak zorunda kalıyor ve sessizlik çok canımı sıkıyordu.
Bu sessizliği yalnızca konuşarak bozabileceğimi fark ettim. "Kitap okumadığını sanıyordum."
"Okumuyorum."
Bir alt rafa geçmeden önce yine kaçamak bir şekilde ona baktım. "Neden okumayacağın bir kitabı arıyorum?"
"Hediye ettiğim kişi okuyacak."
Aramaya devam ettim. Yanaklarımın çoktan alevler içinde kaldığını hissediyor, üzerimdeki yünlü kazağı parçalayarak çıkarmak istiyordum. Bana çok yakın duruyordu. Aslında çok yakın değildi ama yine de... Üç adım benim için yakın sayılırdı.
Saniyeler geçtikçe göğsümdeki alev büyüdü. Bu kitaplığın raflarından birinde olduğuna yemin edebileceğim kitap şu an yoktu! Oysa onu satmadığıma da emindim.
"Yan tarafta olabilir." diye mırıldanıp onun yanından geçerek diğer raflara bakındığımda bana doğru döndü. Her hareket edişinde parfümünün ferahlatıcı kokusu çevreye yayılıyordu.
Kitabı üst raflarda bulamadım. Ancak göğüs hizama denk gelen rafa bakarken sonunda aradığımı görmüştüm. Zaferle alt dudağımı dişleyip kitaba uzandığımda o da aynı anda elini kitaba uzattı ve buz kadar soğuk olan parmakları benimkine değdi. Elektrik çarpmış gibi aynı anda ellerimizi kendimize çektik. Ellerini hızla pantolonunun cebine sokarak tekrar bana baktığında aptal gibi görünmemek için acele ederek kitabı alıp masamdaki kasaya doğru yürüdüm.
Kitabı okutup "Sekiz Sterlin." dediğimde bu sefer bana tam para vermişti.
"Hediye kutusu ister misin?"
"Evet."
Hediye kutularının da bir ücreti vardı ancak bunu ona söylemeyecektim. Bundan önceki gelişinde onlarca hediye kutusu alacak büyüklükte bir para bırakmıştı bana.
Aşağıdaki bölmeden en güzel hediye kutusunu alıp kitabı içine yerleştirdim ve sonra kutuyu torbanın içine koydum. Hediyesini ona uzattığımda "Teşekkür ederim." dedi ve torbayı alarak dükkanı terk etti.
Masanın arkasından çıkıp dışarısını sergileyen camdan onu bekleyen siyah arabaya baktım. Yüzünde derin bir yara izi olan şoförü onu görür görmez kapıyı açtı ve patronu zarif hareketlerle arabaya bindiğinde de kapattı. Kapatmadan önce esen sert bir rüzgar yüzünden ceketi geriye doğru açıldığında adamın beline sıkıştırdığı silahı görmüş, ürkerek masama geri dönmüştüm.
#zova