Sıkıntıyla nefesimi dışarıya saldım. Yine aynı parkta, aynı meşe ağacının altında oturuyordum. Odak noktam yalnızca parktaki küçük çocuklar ve anneleriydi. Düşündüğüm tek şeyse, şuan annem yaşasaydı acaba ne yapıyor olurduk? Bu soruyu ilk kez düşünmüyordum elbette. Neredeyse günün her saati davetsiz bir misafir gibi çalıyordu aklımın kapılarını ve ben bu davetsiz misafire hayallerimi sunabiliyordum yalnızca. Babam her zaman, "hayallerin değil, hedeflerin olsun" der. Oysa benim için işler tam tersiydi.
İnsanın elinden hiçbir şey gelmemesi kadar acı bir duygu yok şu hayatta. Çaresizliğin izahı yok, yalnızca ben varım bu kelimeye örnek olarak. Yavaşça beynimi kuşatmaya başlamıştı aynı düşünceler ve ben bir kez daha mutsuzluğun o acımasız, soğuk namlusuna alnımı dayadım. Yavaşça kapattım gözlerimi, küçük bir çocuğun 'anne!' diyen neşeli çığlıkları yeni bilenmiş keskin bir bıçak misali saplandı kalbime. Mutlu bir çocuk olabilirdim, mutlu bir ailem olabilirdi fakat hayat adaletsizdi. Benim yaşamam için annem ölmüştü. Oysa ben yaşayamıyordum, tek yaptığım nefes alıp vermekti. Eksiktim, hissizdim, anne kokusundan yoksundum. Buna da yaşamak denmezdi. Aslında çaresizlik kelimesi bile noksan kalıyordu benim yanımda. İntihar etsem edemezdim, bu anneme yapacağım en büyük hakaret olurdu. O, benim yaşamam için kendi hayatından vazgeçmişti. Düşünceler beynimi bir sıçan gibi kemiriyordu ve ben de buna kayıtsız kalmaya devam ediyordum.
Gözlerimi açtım ve son kez parkı dikkatle inceledim. Gözüm mor ceketli, sarışın bir kız çocuğuna takılınca odağımı değiştirmedim. Eteği çamur içindeydi, altındaki çorabın dizleri yırtılmıştı ve avazı çıktığınca ağlıyordu. "Anneciğim" kelimesinden başka bir kelime çıkmıyordu ince dudaklarından. Bu görüntüye ayırdığım dikkatimi dağıtan şey telefonumun aptal melodisi oldu. Ağır hareketlerle elimi cebime attım ve telefonu çıkarıp arayan kişinin kim olduğuna baktım. Sanki beni arayacak kişi sayısının yüzlerce ihtimali varmış gibi. İçimden açmamak geçse de parmağım çoktan cevapla tuşuna basmıştı. Tekrar derin bir nefes aldım ve olabildiğince ilgili bir tonda cevap vermeye çalıştım.
"Efendim Bade'ciğim?" dediğimde sesim istediğimin aksine paramparça çıkmıştı. Sanki kelimeler birer camdı ve ben tüm kelimeleri parçalamıştım içimde. Şimdi de her konuşmaya çalıştığımda boğazımı kesiyorlardı sanki. Telefonun diğer ucundan cevap gelmesini beklerken sağ ayağımla kumda daireler çiziyordum. Bir kaç saniye sonra ezber ettiğim ses duyuldu;
"Ah pardon tatlım! Telefonu düşürmüştüm de, anca alabildim. Konuşabilecek durumda mısın?"
Beni Bade'den başka merak eden yoktu şu hayatta. Tabii beni bu yaşıma kadar getiren Ayşe Sultan dışında. Babam bile merak etmezdi beni. Programlanmış bir robot gibi, tek ilgilendiği şey iş hayatı, bir kaç kadın ve gözünü kör etmiş para hırsı. Bade'nin bir yardım eli gibi "hey!" diyen sesiyle bir enkaz kadar ağırlık yapan düşüncelerimin altından güçlükle yavaşça sıyrıldım.
"Eee, evet iyiyim ama konuşma işini erteleyelim, biraz işim var. Seni sonra ararım!" dedikten sonra cevap vermesine fırsat vermeksizin telefonu kapatıp, cebime sıkıştırdım.
Sağımda duran kum rengi küçük çantamı boynumdan geçirip ağır hareketlerle ayağa kalkıp parkın çıkışına doğru yürümeye başladım. Ayakkabılarımın çözülen ipleri ya da bu sabah Bade'nin
özenle düzleştirdiği saçlarımın darmadağın oluşu umrumda değildi. Uzun zamandır hatta kendimi bildim bileli çok şey umrumda değildi.Hava içim kadar olmasa da yavaştan kararmaya başlamıştı. Gökyüzünün maviliği, birçok derdi varmışçasına griye boyanıyordu. Rüzgar sertleşmeye başlamıştı ve açık olan göğsüme iğne misali saplanıyordu her estiğinde. Yemeğe geç kalmıştım ve açıkçası bu da umrumda değildi. Babamın her yaptığım hareketi azarlamasına çoktan alışmıştım. Susmak benim için zor bir şey değildi. Ben ki on dokuz yıldır susuyordum. Kötü bir fırtına geliyordu yavaş yavaş. Adımlarımı evin istikametinde hızlandırdım. Cılız bir vücudum vardı ve bu yüzden fırtınaya kapılmamam işten bile değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GEÇMİŞİN GELECEĞİ
Genç KurguO adaletsiz hayatın içinde çaresizlik kelimesinin en güzel örneğiydi. 'Anne' onun için sadece harflerden oluşan bir kelimeydi. Sonra ne mi oldu? Kendini en gerçekçi yalanların içinde buldu. Bir cinayete şahit oldu. Meşe ağacının altındaki...