Sabahın köründe beni aşırı rahatsız eden alarm sesi kulağımı deliyordu. Bense ona inat gözlerimi açmak yerine daha da kapatıyordum. Lakin içerden gelen sesle gözlerimi aralamak zorunda kaldım.
Efe hadi ama geç kalacaksın..
Bu annemin sesiydi ve biraz daha uyuşukluk yapsam sonucu pek iyi olmayabilirdi. Yıllar geçse de şu erken uyanma maharetini hiç yaşayamadım. Bıraksalar kim bilir ne zaman uyanırım bilmiyorum. Uyumak hayatta en çok sevdiğim şeydi. Gerçi kim sevmez ki uykuyu. Uyku esnasında bilincimin kapalı olması, beni düşüncelerden sıyıran tek şeydi. O sayede düşünmemiş oluyordum. Ama bilinçaltım buna izin vermiyor, düşünmesem bile rüyalarla beni meşgul ediyordu. Ah hayat neden bu kadar zorsun?
8 yaşındaysanız hayat gerçekten güzel olabilir, ama yaş ilerledikçe o güzellik yerini telaşa, üzüntüye, sıkıntıyla kasılan mideye, çeşitli hastalıklara bırakıyor. Belki de yaşam seni yavaş yavaş etkisiz hale getiren ve sonunda bu hayattan yolcu eden bir araçtır değil mi?
Sabah sabah bu kadar kederli olmak benim her zamanki halim. Uykulu gözlerle yatağıma oturup yerdeki halıya gözlerimi dikip hayatı sorgulamak her sabah yaptığım bir aktivite haline gelmişti. Tabi annemin sesiyle gerçek hayata dönüp üzerimi değiştirmeye başlıyordum. Biraz daha geciksem sorgulayacak hayatım bile kalmayabilirdi.
Sabah sabah bu kahvaltıyı kim bulmuş anlam veremiyorum. Hayatımda belki de en sevmediklerimden olan şu kahvaltıyı her sabah yapmak zorunda mıydım? Evet malesef. Hadi bir gün yaparız diğer günde yaparız ama bazen ara verelim yahu. Hiç bitmiyor şu kahvaltı faslı. Homurdana homurdana midem aldığınca bir şeyler yemeğe çalıştım. Neyse ki geç kalma bahanesiyle hemen masadan kalkıp hazırlanmaya koyuluyordum. Bu da olmasa kahvaltı işkencesi bitmezdi çünkü.
Sabahın ilk ışıklarında uyanıp dışarı çıkmak beni kendime getiriyordu. Hafif bir esinti yüzüme vurdukça gözlerim biraz daha açılıyordu. Etrafta işe gitmek için yola koyulanların ve benim gibi öğrencilerden başka kimsenin olmaması bana huzur veriyordu. Sessiz ve sakin bir ortam, benim için anlatılması tarif edilemeyen bir mutluluk ve huzur verirdi. Yalnızlığı seviyordum kendi halimde yaşamayı, kimsenin gözü üzerimde olmadan hareket etmeyi, kendim çalıp kendim oynamayı seviyordum. Belki bu yüzden etrafımda çok arkadaşım yoktu. Belki de etrafımda çok arkadaşım olmamasından dolayı yalnızlığa alışmış ve yalnızlığı sevmiştim. Bunun cevabını bilmiyorum lakin bildiğim şey şu ki: Yalnızsan Özgürsün.
Dolmuşa bindiğimde içimde hep şu korku vardır. "Bu kalabalıkta ben nasıl ineceğim şimdi?" Okul yoluna gelene kadar planlar yapmaya çalışırdım kafamda, neyseki planlarımı hayata geçiremezdim. Çünkü o saatte benim gibi okula giden öğrenciler dolduruyordu dolmuşu, e bu sayede onlar inmeye başladıkça dolmuşta kimse kalmıyor ve bende rahatlıkla inebiliyordum.
Hayatta hep temkinli davranmaya çalışırdım, bir sonraki adımı düşünmeye çalışırdım. Biraz da korkak olduğum için temkinli olurdum aslında. O yüzden ne yaparsam sonuçlarını düşünmeden edemezdim. Okulun bahçesine girdiğimde hep huzursuzlukla dolardı içim. Herkes okula gelip kankalarını ararken bense kimseye görünmeden sınıfa gitmeye çalışırdım.
Sınıfa her girdiğimde muhakkak bir ya da iki kişi olurdu. E mecburen Günaydın demek zorunda kalırdım.
Günaydın..
Günaydın..
Sessizce sırama geçip ilk dersin kitaplarını masama koyardım. Biraz ağır davranırdım ki zaman geçsin. O sırada sesin geldiği yöne doğru baktım. Sınıftaki kız bana bir şey demişti ama ben kendi kendimle takıldığım için ne dediğini anlamamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sıradan Adam 🌈
HumorHayatı klişelerle dolu olan birinin yaşamı ne kadar değişebilir ki? Ne de olsa Sıradan Adamın sıradan bir hikayesiydi bu. Yalnız, bu kişinin hayatı bir çok olaylara gebe.. Kendini tanımaya çalışan, tanıdıkça kendini reddeden ama içten içe kabullenme...