Bir gün ölmeye hazır hayatımdan beni bileğimden çekip kurtaran bir kızla tanıştım.
Dibe vurmak üzereyken benimle birlikten o dipten kurtulmaya çalışıyordu. Yüzünde eksik olmayan gülücük, ruhunun etrafına gezegenler dizilmişti.
Her bir gülüşünde yen...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
🕉
3. RENK: İNSANLAR, ANORMALLER VE LACİVERT SAÇLI KIZLAR"
"Heath, Evan odasında kendi kendine konuştuğunu duyuyorum. Sanırım o iyi değil."
Büyük babamın sesi endişeli geliyordu. Oldukça geç bir saatte büyükbabam yine beni babam zannederek benim hakkımda bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Gece olduğu için gözlüğü gözünde değildi ve takma dişleri takılı olmadığı için onu anlamıyordum.
Keşke su içmeye kalkmasaydım diye düşünmüştüm. Bardağı geri koyarken büyük babam endişeli bir şekilde kafasını salladı.
"O hasta bir çocuk, doktora götürün."
"Tamam." Diyerek mutfaktan çıktım ve odama girip masa lambamı açtım. Bitkin hissediyordum. Uykum kaçmıştı ancak tüm kaslarım ağrıyor gibiydi.
Odama geri dönerken her şeyin neden bu kadar olması gerektiği yerde olduğunu düşünüyordum. Kabul, bu biraz saçma ama o televizyon ya da çiçeklerle dolu vazo kaç yıldır orada? Ya da küçük mavi renkli koltuk ve önünde ki büyük babamın balık tutma hakkında binlerce yersiz dergileri? Bana göre fazla normaller ya da ben kafayı -içinde tümörle!- sıyırmak üzereyim. Anormal bir varlık olmanın en kötü yanı da senden başka anormal çok az sayıda bulunması herhalde. Oysa ki dergiler, vazo ve televizyon normal olarak olduğu yerde, ben ise anormal olarak bu evin içindeyim.
Başka anormal tanıdığım yok...
Demek istediğim kanserli, ölümü bekleyen ve anormal biri...
Aklıma tam o anda Rose geldi. Onun fazlalıkla anormal olduğunu bildiğim yanım renklerle dolu odasını hatırlattı bana. Küçük bir kavanozun içine aklınıza gelebilecek her rengi atmışsınız -Kavanoz onun odası oluyor bu arada- ve çalkalayıp sonunda çıkan renge bakmışsınız gibi. Hastalıklı ve bir o kadar renk kusmuğu...
Çalışma masamın önüne oturup çizgi romanlardan birini elime alana kadar her şey gayet yerindeydi. Cama çarpan sesleri duyana kadar. İlk bunun hayal gücümün bana karşı oynadığı küçük bir oyun olduğunu düşünüp öylece dergilere bakmayı sürdürdüm. Sonra ise cama bakıp atılan küçük taşları görünce ise ayağa kalkıp pencerenin önüne adımlamıştım. Size söylüyorum, tam şu anda penceremin önünde en olmayacak kişinin taş atacağına inanırdım hatta bir köpeğin bile! Aklımdan asla o geçmezdi...
Rose elinde ki küçük taşları pencereme fırlatıyordu çünkü.
Beni görmeden sokağın ortasında bir taş daha alıp attığında anlıma çarpan taşla küçük bir lanet okudum.
"Aman tanrım özür dilerim." Dedi Rose endişeli bir şekilde. Pencereye yaklaştı ve etrafı kolaçan edip bana baktı. "Bir şeyin var mı?" fısıldayarak konuşuyordu.