güneşli bir gündü. minho kendini harika hissederek uyandı. okuduğu üniversite tekrar bir konser düzenliyor ve orada dans becerilerini gösterebiliyordu. sahne kıyafetlerini, sevimli pembe bir kazak ve mavi kot pantolon, giyindi ve yalnız yaşadığı evinin kapısını kapattıktan sonra koşmaya başladı. yalnız yaşıyor çünkü ailesi la'de.
güvenli bir şekilde üniversiteye ulaştı. herkes dikkatini ona verdi. evet, yakışıklıydı, tabii bu kelime onu tanımlamak için yeterliyse. sınıfa doğru yürüdü ve en sonunda yalnız başına oturdu. hiç arkadaşı yoktu çünkü utangaçtı ve ilk adımı kendisi atamıyordu. birisi onunla konuşmaya çalıştığında bile, panikleyip kaçıyordu.
konser mükemmel geçmişti. minho hazırladığı koreografiyi güzelce dans etti.
konser çok zaman aldı çünkü katılan birçok öğrenci vardı. minho okulu terk ettiğinde ise etraf zaten yeterince karanlıktı.sabahtan beri hiçbir şey yemediği için hızlı bir akşam yemeği yemeye karar verdi. birisi ona çarptığında, sokakta yürüyordu.
çocuk fısıldadı, "üzgünüm."
"sorun değil." dedi ve yürümeye devam etti. dükkana girmek üzereydi ki birileri tarafından tutuklandı ve binanın arkasına götürüldü.
"ne oluyor-" minho'nun kafası aniden bir çantayla kaplandı. ve iki çocuğu görebilmesi için ufak bir görüş alanı oluştu. bacaklarıyla bacaklarını tekmelemeye çalıştı. kafasından ani bir ağrı geçti ve sonra her şey karardı.
minho uyandığında çanta artık yüzünde değildi. hatta bağlı bile değildi. çevresini tanımıyordu. sadece az önce sekiz çocuğun birlikte bir şeyler konuştuklarını gördü. uyandığında onları zar zor duyuyordu.
o kişilerden biri bağırdı, "o kim?! seni kahrolası, başka birini kaçırmışsın!"
"üzgünüm chan hyung, biz sandık ki..." diğer çocuk sözünü tamamlamasına izin vermedi.
"hayır, ben üzgünüm hyunjin. peki şimdi ne yapmamız gerekiyor? sanırım onu öldürmek zorundayım." minho'nun gözleri genişledi.
bir başkası, "onu bulunduğu yere geri götürebiliriz. böylece olanların sadece bir rüya olduğunu düşünür." diyerek düşüncesini beyan etti.
chan aniden aklında beliren minho'yla arkasına döndü ve onunla karşı karşıya geldi. minho buz tuttuğunu hissetti. çocuk aniden:
"artık bunu yapamayız. yapmam gereken tek şey onu öldürmek." minho bunları duyunca çığlık atarak nereye olduğunu bilmeden koşmaya başladı. ama sonu kendisinin duvara sabitlenmesiyle bitti.
"kaçabileceğini mi düşündün, ha?"
"lütfen beni öldürme, sana yalvarıyorum beni öldürme." minho gözlerini kapattı, karşısında dikilen yabancıya bakmaya cesaret edemedi.
"bizi gördün ve hâlâ yaşamak mı istiyorsun?"
minho ağlamaya başladı. "lütfen, lütfen..."
"ne kadar da zayıf." adam kıkırdadı. "her neyse, seni öldürmeyeceğim." minho vücudunu saran rahatlama hissiyle beraber gözlerini de araladı. adam, minho'nun kolundan tutarken konuştu, "ama... buradan asla dışarı çıkamazsın."
minho, acı içinde sızlandı. "ne? hayır... gitmeme izin ver, lütfen." adam onu mahzenin bulunduğu kata indirdi. hücrelerle doluydu. adam hücrelerden birinin kapısını açtı ve minho'yu zemine, hücrenin içine attı ve kapıyı tekrar kapattı.
"burada kalacaksın, seni salak." ve bulunduğu yeri terk etti.
"hayır, lütfen. lü-lü-lütfen." minho, yatağı olmayan hücrenin bir köşesine kıvrıldı ve daha çok ağladı. hücrenin sadece tavanda, gökyüzünü gösteren bir penceresi vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ー don't kill me, love me ♡ banginho
Fanfiction❝bir çetenin üyeleri yanlışlıkla minho'yu kaçırıp onu liderlerine, chan'a, getirirlerse neler yaşanırdı?❞ /hyunsung ☆ changlix\ ᐷ çeviri, angst.