Hiç unutmam ben dokuz, Rüya altı yaşındayken annem bir kurumun yemekhanesinde çalışırdı. Okul çıkışları eve gelir, annem ocağı kullanmayı yasakladığı için dünden hazırladığı sandviçleri yer ve akşama kadar aç bir halde onun işten dönmesini beklerdik. Beklediğimiz gibi de olurdu, annem her seferinde eli boş dönerdi. Çalıştığı kurumda bir çok artık yemek olsa da patron anneme artıkları katiyen vermez, annemden hepsini çöpe atmasını isterdi ama biz yine de annem eve geldiğinde Rüya ile sevinçten çıldırırdık çünkü her şey belli bir sırada ilerlerdi. Biz sevinçten Rüya ile birbirimize sarılırken annem nadiren gözlerine ulaşan o gülümsemeyi bizimle paylaşma lütfunda bulunurdu. O zamanlar bu bizim için gerçekten lükstü.
"Sıra sizde. Hadi bakalım."
Yerimizden fırlarken kalçamıza da bir fiske atmayı ihmal etmezdi. Rüya ile el ele koşar ve annemin kendi elleriyle çöpe attığı yemeği alırdık. İş yerinin patronu bize her zaman ki boş bakışını atardı ve biz eve varana kadar Rüya ile kıkırdar dururduk.
"Bizim annemizin çocukları olduğunu anlamadı enayi."
Eve geldiğimizde elektrikler gitmişse annem mumları yakmış olurdu. Zengin soframızı kurduğumuzda annem hem kendisine hem de Rüya'ya sandalye çekme nezaketi göstermemi isterdi. Rüya saçlarını savurarak havalı bir endamla yerine otururdu. Annem belli etmese de o da havaya girerdi. Masanın üzerinden bize doğru eğilirken mumun ışığı yüzünde güzel bir dans oyunu yapardı. Annemin en mutlu olduğu an bu an olabilirdi. Hem benim hem de Rüya'nın elini tutar ve sanki bizi biri duyabilecekmiş gibi fısıldardı.
"Şu an çok lüks bir restoranttayız."
Rüya kıkırdardı.
"Hişşt," diyerek annem onu sahte bir öfkeyle azarlardı. "Yemeğimizi bıçak ve çatalla yiyoruz. Bıçağı sağ elimizle, çatalı sol elimizle. Her zaman ki gibi. Anlaşıldı mı?"
Bacaklarımı sandalyenin üzerinden sallarken sorardım. "Anne sen nereden biliyorsun bunları?"
Annem dalardı. Mum ışığına öyle dikkatle bakardı ki Rüya ile bize de hüzün düşerdi. Biz de mum ışığına bakardık. Üzüldüğünü anladığım an sesimi koca bir adammış gibi kalınlaştırırdım. "Hadi, yemeğe başlayalım bayanlar."
Rüya kıkırdardı. Tek fark annem de ona katılırdı.
Ardından sorularımız devam ederdi.
"Anne restorantta nasıl yer ayırttırılır?"
"Menülerde gerçekten her yemek var mı?"
"Babam menüden en çok hangi yemeği sipariş ederdi?"
"Dana antiktot."
Babama bakarken gülümsemeden edemedim. Annem yine bilmişti. Ardından yanında ki güzel kadına döndü. "Sen hayatım?"
Adının Gülcan olduğunu öğrendiğimiz kadın karides salatası söyledi. Siparişi babama bırakmamasına özellikle dikkat etmiştim. Erkeklere pabuç bırakmayan bir kadına benziyordu. Annemden yola çıkarsak babamın da benim gibi güçlü kadınları beğendiği aşikardı. Yanımda suratını asmış oturan Rüya'ya baktım. Yanağını sıktım. Bana ters ters baktı.
Başımı kaldırdığımda Gülcan ikimize de gülümsüyordu.
Rüya başını eğdi. Babam ne yapacağını şaşırarak sohbete girdi.
"Gülcan da başarılı bir Psikiyatrist."
İki kaşım da havaya kalktı. Psikiyatrisiler bana her zaman araştırılması gereken saklı bir sandık gibi gelirdi. Kendi anksiyete problemimden dolayı çok psikiyatriye danışmışlığım vardı ve hepsinden birbirine benzeyen ama asla birbirine değmeyen tavsiyeler alırdım. İşe yaradı mı diye sorarsanız Deniz'i takip ederken yaşadığım ataktan işe yaramadığını anlayabilirsiniz. Gerginlikle elim beyaz şarabın cam bardağına gitti. Narin bir tavırla bir kadını okşarcasına okşadım bardağı.