Hayatta nadir olarak yaşadığım dönüm noktaları olmuştur. Bunların ikisi peş peşe oldu.
Bir yol ayrımında başka bir yol ayrımı karşıma çıktı.
Bir düğümün üzerine bir düğüm daha...
Çocukken önüme koyulan ekmekten tutun sütüme kadar hepsi annemin alın teriydi.
Ve annem hayat kadınıydı.
Karanlık banyoda yüzüme bakarken sol gözümün seğirdiğini fark eder gibi oldum. Çenemi sıkarak boynumu çıtlattım. Aynada kendime bakarken kendimden korkmak kadar bana zevk veren başka bir şey yoktu o anda. O yaşa kadar birçok şey görmüş olabilirdim ama asıl masumiyetimi şu an kaybettiğimi hissediyordum. Çocukluğumun bir kısmı yalandı ve ziyandı. Hangisi helaldi?
Toprak altında birine nasıl hesap sorabilirdim? Ya da bunu yapmaya hakkım vardı? Açtığım musluktan çağlayan gibi hızlıca akan suya diktim gözlerimi. Düşününce, her şeyi bizim için yapmıştı ve üzerimde hakkı vardı. Üzerimde hakkı olduğuna göre onu reddetme ya da kabul etme hakkı da bende vardı. Reddedebilir miydim peki?
Onu seviyordum. Annemi ama annem olduğu için değil. Sert bir kadın olduğu için seviyordum. İntihar etmesi dışında bir güçsüzlüğünü görmediğim için seviyordum. Onu annem olduğu için değil de karakteri için seviyordum. Alımlı ve güzel bir kadın olduğu için de seviyordum onu. Hep dik durduğu için, dans eder gibi yürüdüğü için ve çekici olduğu için seviyordum onu. Yokluktan harikalar yaratırdı, derme çatma bir evi lüks bir restoranta çevirebilirdi. O an yaşıtlarımın bile bilmediği tüm nezaket kurallarını bana öğrettiği için bile onun ayaklarının altını öpebilirdim.
Suyu kapatıp aynaya baktım ve gözlerimi aynadan ayırmadan takım elbisemin ceketini bir hırsla çıkardım. Ardından iki elimle aynı anda gömleğimin kenarlarından tutarak çektim. Düğmeler annemin ölümünden bu yana kendimi bağladığım karanlık derinlikten kurtulmamın simgesi gibi kopup arka arkaya yere düştüler. Gömleğimin üzerimde çekmemle gerildiğini hissediyordum ama daha da keyiflisi yırtılmanın çıkardığı o sesti.
İşte bir ruh serbesti.
Aynaya keyifle bakarken gülümsemeden edemedim. Annemin bana kattığı son derste içime yerleşirken hevesle ellerim pantolunuma kaydı. Tek bir hareketle ondan da kurtuldum. Ayak bileklerime düşen pantolondan bir tekmeyle kurtuldum. Altımda sadece siyah bokserim kalmıştı. Aynaya hırsla bakarken makinayı çalıştırdım. Çıkan gürültüyle makinayı yüzüme yaklaştırdım. Yüzüme masaj yaparmış gibi dolanan makine cildimde karıncalama hissi yaratırken derimin altında ki tüm hücrelerin bu masajın etkisiyle harekete geçtiğini hissediyordum. Birlik olmuş tüm tüyler toplu bir yumak halinde yere düşüp ayaklarımın ucunda varla yok arasında bir etki bırakıyordu.
Başımı kaldırıp çenemin altından itibaren tıraşa devam ettim. Bundan daha keyif aldığım bir tıraş keyfi olamazdı. Aynadan kendime bakarken dudaklarımın kapalıyken bile dudaklarımın sol ucu yukarı kıvrıldı. Boynumu iki tarafa yatarak çıtlattım.
Suyu açtığım gibi duşa girdim. Soğuk su bir anda vücuduma kılıç darbesi gibi saplanıp etlerimi büzüştürürken hazla bağırdım. Sanki uzun süredir bunu bekliyordum. Annemin hayat kadını olmasını değil belki ama onu her şeye rağmen affedip kendim olmayı bekliyordum. Bunu bekliyordum işte.
Onu affediyordum. Bana hem meydan okuyup hem de arkamda dağ gibi duran kadını her şeye rağmen seveceğimi tahmin edemezdim ama seviyordum. Beni tek bırakmadığı için ve ne olursa olsun Rüya'yla bizi aynı babaya ait adlettiği için onu seviyordum. Ve babam... Her şeye rağmen Rüya'ya babalık yapan o adamı da seviyordum. Çünkü... çünkü bizi asla ayırmadı. Tam tersine ayrımcılık yapan hep Rüya olmuştu.