Geçen yaz tam bir kabustu. Yıllardır biriktirdiklerimi daha fazla içimde tutamamış ve patlamıştım. O zaman sınıf grubunda sınıfça çekildiğimiz bir toplu fotoğraf konuşuluyordu. Hiç kimsenin fotoğraf çekileceğinden haberi olmadığı için herkes tuhaf çıkmıştı ama en tuhaf çıkan bendim ve sürekli bunun üzerinde konuşuluyordu. Herkesle dalga geçilmişti ama en ağırı bendim. Kendimden zaten nefret ediyorken tüm o iğrenç mesajları okumak beni çıldırtmıştı. Tam anlamıyla kafayı yemiştim ve hiçbir şey söylemeden gruptan çıktıktan sonra çığlıklar atarak odamda ki her şeyin altını üstüne getirmiştim. Neyse ki büyükannem evde yoktu.Daha sonra ise evden çıkmış, parka gitmiş ve orada saatlerce ağlamıştım. Bilinmeyen numara ise beni görmüştü. Neden ağladığımı biliyordu ve bana yardım edemeyeceği için üzülmüştü. Ve beni sevdiğini söylüyordu. Bu tam bir saçmalıktı. Kim zayıf birini severdi ki?
Yine de yalan söylemediğini biliyordum ama buna inanmak da istemiyordum. Kabullenemiyordum. Kafam çok karışmıştı. Hem kim olduğunu öğrenmek hem de öğrenmemek istiyordum. Kim olduğunu bilmezsem daha kolay olurdu çünkü.
Ona cevap vermedim ama onu engellemedim de. Numaramı nereden öğrendiğini de anlamamıştım. O günden sonra telefon numaramı değiştirmiştim ve Nayeon'dan başka kimseye vermemiştim. Nayeon'un ise hiç kimseye vermeyeceğinden emindim.
Gece uyumak için odama geçtiğimde iyi geceler mesajı atmıştı ama ona da cevap vermedim. Telefonumu tamamen kapattım ve üzerimi değiştirdikten sonra uyumak için yatağa uzandım ama gözlerimi kapatamamıştım bile.
Bu kadar takıntılı olmaktan nefret ediyordum. Bir şeyleri sürekli düşünüp durmaktan, kafamdan atamamaktan ve bu beni yiyip bitirene kadar düşünmekten nefret ediyordum. En çok da kendimden nefret ediyordum.
Ben bile kendimden bu derece nefret ederken, o beni nasıl sevebilirdi ki? Çok saçmaydı. Yanlış düşünüyordu. O sadece bana acımıştı. Bundan da nefret ediyordum.
Hava yavaş yavaş aydınlanmaya başladığında saatlerdir hiç hareket etmeden yattığım yatağımdan kalktım ve duş almak için banyoya ilerledim.
Uzun bir duşun ardından ise odama gidip kısaca giyindikten sonra mutfağa ilerledim ve büyükannem için kahvaltı hazırlayıp, evden çıktım.
Daha dersin başlamasına çok olduğu için yürümeyi tercih ettim.
Aslında okul fazla uzakta değildi ama yakın da diyemezdim. Bu yüzden bazen yürüyor, bazen de otobüsle gidiyordum.
Yol üzerindeki kafeyi gördüğümde adımlarımı oraya yönlendirdim. Kahvaltı yapmamıştım, kahve alsam iyi olurdu.
Kafenin kapısını açıp, içeriye girdim ve tam kapıyı arkamdan kapatmak üzereydim ki biri kapıyı tutarak durdurdu. Anında kapıyı bırakıp kafamı kaldırdığımda, onu gördüm. Jeon Jungkook. Üzerinde siyah pantolon, okulun beyaz üniforması ve siyah montu vardı.
Göz göze geldiğimizde hafifçe gülümsedi ve kafasını eğerek selam verdi. Ben de kafamı eğerek selam verdim ve sonra hızlıca arkamı dönüp, sıraya ilerledim.
O da hemen arkamdaydı. Okula yürüyerek mi gidiyordu? O da mı buralarda oturuyordu? Onu okul dışında daha önce görmemiştim hiç. Ki zaten okula da pek fazla geldiği söylenemezdi.
O an onun hakkında çok az bilgi sahibi olduğumu fark ettim. Sadece ismini ve yüzücü olduğunu biliyordum. Bir de pek fazla okula gelmediği halde derslerinin çok iyi olduğunu. İyi bir izlenimi olsada, diğerlerinden pek farklı olduğunu sanmıyordum. Jongin ile yakın arkadaşlardı ve Jongin'in nasıl biri olduğu da ortadaydı. Jungkook'un yakın arkadaşından ne farklı olabilirdi ki?