1. Bölüm

169 64 16
                                    

İNSAN EN ÇOK KENDİNDE KAYBOLURMUŞ

Bazı hikayelerde güzel anlar vardır. Benim hikayemin tek güzel yani vefadır.  İnsan hayattaki birçok şeyin kıymetini ne yazık ki kaybedince anlıyor. Sonradan değerini bilse bile eskisi gibi olmuyor. Ben hayatım boyunca çok şey kaybettim. Çok şey ve çok insan. Sonradan değerini anladığım ama kıymetsizleşen çok şey.
Geçmişinden memnun olan insanlar zamanı geriye almak ister. Oysa ben hatırlarken bile ürperirim. İnsan büyük kayıplardan sonra boşluğa düşermiş. Ne büyük nimeti o boşluk. Ben çoğu zaman o boşluğu ararım sığınmak için. Ben hayatın bana 3 beden büyük diktiği fistanın içinde sıkışıp kaldım.
Para, hırs, mertebe, güç, töre, Avrupai bir zihniyet ya da kültürüne bağlı bir zihniyet bunların hangi biri insanlığımızı kaybetmemize yete bilir ki? Hala biraz insan kalmayı becere bilen biri hiçbiri deme cesaretine sahiptir.
Anlatacağım hikâyede yeni sorular sormak yerine, cevaplar bulun eksik yanlarınıza. Her satır bir boşluğunuzu dolduracaktır, inanın bana. Yeter ki siz neyi nereye koyacağınızı bilin. Sakın vicdanlarınızı rahatlatacak bahanelerin ardına saklanmayın. Katledilen nice genç kızın kanı ellerimizdedir gerçeğinin önüne rengarenk sayfalar çekmeyin. Uçurum'dan atılan nice nefislerin çığlığını ancak vicdanlarımızlar duya biliriz.  Tabi eğer vicdanlarımıza muhabbet hapis vermediysek!

***

Çocuklar masumdur yalanıyla büyüdük hepimiz. Ben bu gerçekle 10 yaşımda tanıştım. Her çocuk masum değil. Bir şeyi çocukça çok fazla istedim ve o şey hayatımın geri kalan tüm güzelliklerini aldı benden. Sadece güzelliklerini değil. Çocukluğumun masumiyetinide aldı. Birinin ölümüne sebep oldum ben. Beni oraya çocukça bir istek mi götürdü yoksa kader mi bilmiyorum. İnsanlar kader diyor. Şu kader denilen şey insanların kararları doğrultusunda kendine yön bulan kör yolcu değil mi?  

Hayatım boyunca keşke çocuk kalabilseydim diye cümleler hiç kurmadım. Çünkü çocukluğuma dönecek, geçmişi hatırlayabilecek gücü kendimde hiçbir zaman bulamadım. Acı, sadece acı var geçmişimde. Bu hayatta kendim olmak yeterliydi ama kadın olup kendin olmak zordu. Zorluklar daha da zorlaştırdı beni. Kendimi ararken kendimde kaybolmak, güçlü olmaya çalışırken imkânsız olmak asıl kayıpmış onu anladım. Bugününü yaşarken geçmişten ve o günden, çocukluğumdaki masumiyeti benden alan o karanlık günden bahsedeceğim sizlere...

Belki de o kadar çok ısrar etmeseydim hiç gitmeyecektik o tepeye. Ali abimin anlattığı bir efsaneye göre, birbirini çok seven iki kardeş birbirinden ayrılmak zorunda kalırmış. Bir tepeye iki ağaç ekerlermiş. Sonra ektikleri ağaçların dalları birbirine değince Allah bizi yine burada birleştirecek diye dua ettikten sonra birbirlerinden koparlarmış. Aradan geçen uzun yıllar sonra gerçekten de o ağaçlar büyümüş ve dalları birbirine değince iki kardeş kavuşmuşlar. Bir çocuk olarak anlatılan bu hikâyeden o kadar çok etkilenmiştim ki abime köyün hemen karşısındaki tepeye iki ağaç ekmesi konusunda defalarca ısrar etmiştim.
Abim üniversiteyi birincilikle bitirmiş yıllar sonra köyüne geri dönmüştü. Abimin en büyük isteği olan at çiftliğini babamın desteğiyle inşa etmiş ve çiftliği büyütme işine yeni yeni girmişti. Çok azimli biriydi. En büyük isteği atçılığı dünya standartlarının üstüne çıkartmaktı. Tabii buna kendi çiftliğinden başlaması gerekiyordu. Her gün çiftliği hakkındaki yapacağı değişiklikleri ve hayallerini anlatıyordu.  Ta ki o güne kadar. Abim ısrarlarım üzerine çiftliğin karşısındaki tepeye iki ağaç dikmeye karar vermişti. Aslında ağaçları dikmiş eve dönüyorduk. Güneş batmak üzereydi. Daha 10 yaşındaydım ama etrafta bir huzursuzluğun döndüğünü anlayabilmiştim. Abim etrafına garip garip bakıyor endişeli gözüküyordu.
“Ne oldu abi bir şey mi var?”
Diye sormuştum. Abim ellerimi ellerinin arasına alıp önümde diz çökmüştü. Zoraki bir gülümseme ile
“Biliyor musun ben küçükken bu tepeden koşarak inerdim hep. Sen de öyle yapsana. Çok hoşuna gidecek eminim.”
Çocukları kandırmak kolay oluyormuş. Kendimden biliyorum. Abimin söylediği şeyi önce kafamda canlandırmış sonra hemen uygulamaya koyulmuştum. Tepeden aşağıya koşm aya başlamış çığlık ata ata aşağıya inmiştim. Yüzüme değen Rüzgar öyle çok hoşuma gitmişti ki bunu her tepeye geldiğimde tekrar tekrar yapacağımı hayal etmiştim. Ve kurduğum bu hayali abimle paylaşmak için bir anda durup geriye dönüp bakmıştım. Abim hala bıraktığım o yerdeydi. Arkasını dönmüş sanki biriyle konuşuyormuş gibi el kol hareketleri yapıyordu. Sonra bir silah sesi duydum. Etraf öyle bir sessizliğe gömülmüştü ki buna ölüm sessizliği deniyormuş bunu sonra anladım. Ardından tek bir ses duymuştum abimin tepeden yuvarlanırken ezdiği kurumuş otların cılız sesiydi bu.  Abim ayaklarımın dibinde durunca son nefesini veriyordu. Boynunda bir yara izi vardı. Belki de yuvarlanırken olmuştu tam kalbinin üzerinde ise bir kurşun deliği. Kana bulanmış tişörtü korkunç görünüyordu. Abim can çekişirken sonuna kadar açtığı gözleriyle bakışıyordum. Tepkisiz, donuk bir ifade ile abimin can çekişini izledim uzun bir süre. Son sözlerini birkaç kez tekrarlasa da bir türlü anlayamamıştım ne demek istediğini.
“Ha... Ha... has.”
Gibi birkaç şey tekrarladı. Devamını getiremedi. Bana bir şeyler söylemeye çalıştığını anlamıştım ama ne söylemeye çalıştığını bir türlü anlayamamıştım. Belki de katilinin adını sayıklıyordu. Etrafta bizden başka kimse yoktu. En azından ben hiç kimseyi o an görememiştim. Havva neredeyse kararacaktı. Abimin başında belki de dakikalarca belki de saatlerce beklemiştim hatırlamıyorum. O gün orada abimin cesediyle beraber dakikalar mı yoksa saatler mi geçirmiştim bilmiyorum. Bana sorarsanız bir ömür gibiydi.
Aradan ne kadar geçti bilmiyorum. Bir ses duymuş ve ürpermiştim. Gelen Şivandı. Şivan bizim konağın kahyalarını yapan Rüstem amcanın yeğeniydi. Hem sağır hem de dilsizdi.  Herkes onun deli olduğunu düşünse de ben asla deli olduğunu düşünemedim. Sadece ben değil aslında Ali abim de inanmazdı.
Şivan çıldırmış bir vaziyette bana ve yerdeki cansız halde yatan abimin cesedine bakıyordu. Kolumdan çekiştirip gün batımına doğru elini uzatıp bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Onu anlamıyordum. Hala şoktaydım. Aslında işaret dilinden anlayan biri onu kolaylıkla anlaya bilirdi.
Güneşin son ışıklarının kızıllaştırdığı köyde bir karartı köye doğru hızla ilerliyordu. Ve Şivan ısrarla orayı işaret ediyordu. Galiba abime bu kötülüğü yapan kişi karanlıkta köye doğru kalan o kişiydi. Şivan onu görmüştü. El kol hareketleri ile bir şeyler anlatmaya çalışsa da o an onu anlayamıyordum.
Abim gözlerimin önünde öldürülmüştü ve ben bunu bir daha hiç unutamayacaktım. Küçücük yüreğimde taşıyacağım bu acı gerçek hayatım boyunca sırtımda kamburum olacaktı. Büyümek istiyordum. Hemen o an orada kocaman biri olmak istiyordum. Çünkü küçük aklımla gördüğüm şeyleri idrak edemiyordum. Önümde kanlı bir ceset vardı. Ve bu ceset abime aitti. Bu ne demekti bir türlü kavrayamıyordum. Ben bir daha abimi göremeyecek miydim?

***

DOĞUDA BİR KADINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin