Hayatın acelesi kimeydi? Kimi nereye yetiştirmeye çalışıyordu? Hayatın kendince parametreleri mi vardı kime neyin faturasını kesiyordu?
"Murat, kuzum... Murat" diye annem seslendi. Eve geldiğim günden beri odamda hiç uyumamıştım. Kaç gecedir salondaki kanepede bir misafir gibi sızıp kalıyordum. Çocukken verandasına balık ağlarını serdiğimiz tek katlı pembe gelin duvağı ile sarmalanmış ev; begonvillerin altında hiç oynamamışım hiç top koşturmamışım gibi bana çok uzak ve yabancıydı.
"Ben bunlarla ne yapacağımı bilemedim, buraya kaldırmışım..." annem, odamdaki yatağın bazasını açmış İstanbul'dayken ona gönderdiğim tüm eşyaları saklamıştı. Eski kıyafetlerimi ve kitaplarımı görünce biraz düştü, "Anne, ben bunları sana dağıt diye gönderdim" ve bazanın yanına çöküp "of "çekerek eşyalarımı yoklamaya başladım. "Artık bu kıyafetler bana olmaz, ver bunları..."diye kıyafetleri bir kenara, üniversite kitaplarını bir kenara ayırdım. Bazanın altında bir tek siyah deri kaplı defter kalmıştı ki annem benden hızlı davranıp ona uzandı, "Peki bu, bunu da alayım mı?" dedi. Suratına baktım ama cevap vermedim. Annem sorusunu tekrar yineledi, yine cevap vermedim. Sanki geçmiş ve gelecek arasında nefessiz kalmış zamanın bir noktasında donmuştum. Annem, benim mal mal bakışlarıma daha fazla dayanamayıp elindeki defteri alıp dizlerinin üzerinden kalktı, "Muhtara veririm, o bilir kimin işine yarayacağını" dedi ve yerdeki diğer kitapları da kucaklamaya başladı. Ben ise kıpırdamadan gözüm annemin elindeki deftere takılı kalmıştı sadece o deftere bakıyordum. Annem tam odadan çıkarken birden nefes almaya başarıp beynime giden oksijenle , "Dur! Tamam, ben muhtara götürürüm sen yorulma." dedim ve elindeki tüm kitapları da alarak evden çıktım.
Balıkçı barınağındaki küçük kayıktan bozma teknelerden birinin yanına gittim. Önce etrafıma bakındım sonra adımımı atıp atmamak konusunda kararsız kaldım. Ortalıkta kimsecikler yoktu. Ayak basmamla kayık suda sendeledi, ben hemen kendimi geri çektim. Elimdeki deri kaplı deftere baktım. Amcamın bana verdiği bu defteri aldığım günü, dün gibi hatırlıyordum. Soğuk havadan derin bir nefes çektim ve cesaretimi toplayıp hızla kayığın içine atladım. Okuldan çaldığım tebeşirlerle yerlere resim yaptığını gören amcam bana bu defteri hediye etmiş o gün bana bu eller sihirli, sakın bırakma, demişti ve ilk sayfasına "Cesaret bazen nesil atlayabilir..."notunu yazmıştı. Defterin sayfalarını karıştırırken o zamanlar çizdiğim karakalem resimleri capcanlı olabilmesine çok şaşırdım. Denize ağ atan balıkçılar aralarında konuşur gibiydi. Ağa takılan balıklar ise resimden kaçmak istercesine sağa sola zıplıyor, diğer sayfa da uçan martıların seslerini resimden duyulabiliyordum. Deniz, mandalina toplayan kadınlar, kahvehanedeki yaşlılar... Hayatımdaki her şey, tüm Karaburun o defterdeydi. Sayfalar arasında dolanırken içimi bir heyecan kapladı, yeniden çocuk olup her sayfada adım adım büyüyordum. Keyifle bir sonraki sayfayı açtım ki, yatın korkuluğunda tutunup bana bakan o gözleri, savrulan uzun saçları gördüm ve hemen defteri kapadım. Birden sergilediğim refleksle üzerinde durduğum kayık bile sallandı. Korktum, ne hissedeceğimi bilememekten kendimle yüzleşmekten çok korktum. Defteri ellerimin arasında iki büklüm yapıp sanki geçmişimi boğmak istercesine sertçe sıktım.
O son yaz liseyi bitirmiş, üniversite sınavına girmiştim. Aklımda gelecekte ne olacağım ne iş yapacağım hakkında hiçbir fikir yoktu ancak amcamın sürekli bu ellerde sihir var, deyip beni güzel sanatlara yönlendirme çalışmaları sonucunda içimde bir istek uyanmıştı. İzmir güzel sanatlar fakültesine gidip gelmek benim için biraz yorucu olsa da; hem ev kirası vermek zorunda kalmayacak hem de annemi de yalnız bırakmamış olacaktım. Yazın daha çok çalışmalı, üniversite masraflarını o zamandan biriktirmeliydim.
Temmuzun cehennem sıcağında, nemden nefes almanın imkânsızlaştığı o günlerde, herkes sabaha karşı esen meltemle biraz soluklanırken ben ve Hayri, yeni kiraladığımız mini buzdolabını sabahın köründe tekneye taşımaya çalışıyorduk. Tekne kadar boyu olan dolap, teknenin üzerinde karikatür sayfasından fırlamışçasına komik bir o kadar da emanet duruyordu. Marketten aldığımız dondurmaları, biraları, rakıları kavunları dolaba yerleştirip teknenin kalan kısımlarına da cipsleri sigaraları yerleştiriyorduk. Her gün kasabanın marketinden bir liraya aldığımız ürünleri zengin yat sahiplerine on katına kadar satabiliyor, hem de siparişlerini toplayıp yüklü bahşişlerde alabiliyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Profesyonel Hayaller
General FictionTanrı adaletli miydi?Adaletli ise peki nasıl dağıtıyordu?Bu hikayeyi herkes okuduktan sonra eline bir kağıt kalem alıp hayallerini ve hayatlarını baştan yazacak. Hayatın bir matematiği var mıydı? Peki, Tanrı her şeyi hesaplamış mıydı? Hayatın olasıl...