Felsefeye çok meraklı bir adam değildim. Benim işim sayılar ve gerçeklerdi. Hayatta hep bir ile biri toplayınca iki sonucuna varmış hiç üçü elde edebileceğime inanmamıştım. Dünyada en çok satan kitapların hayat hakkında yazdıklarını çok kez ben de okumuş hatta o kitapları okurken ben de yazılanlara inanmıştım. "Secret"larla elektrik faturalarını paraya çevirmeye çalışmış, "kuantum"la pozitif düşünerek kendimce hayatıma olumlamalar yapmış "Mevlana'yla hiç olayım derken hep yok olduğumu fark edip benden bir bok olmayacağı anlamıştım. Bana göre evrenin kimseyi duyduğu yoktu ve Tanrı ise sadece bekliyordu.
Bilinçli ya da bilinçsiz insanları baskılamak adına bizlere hayatta hep sabırlı olmamız ve beklememiz öğretilmemiş miydi? Peki, beklemek Tanrının işiyse bizler harekete geçmekten yaşamaktan neden bu kadar korkuyorduk?
Doğru zaman doğru yer... Kime göre, neye göre belirleniyordu. Beklemek Tanrı'nın işiyse ben neden Tanrı olmaya çalışıyordum. Sormadan sorgulamadan günü yakalayıp anı yaşarken kurduğum hayallerden vazgeçip değişmekten ve değiştirmekten korktuğum hayatımda sadece kendimi akışa bırakabilir miydim? Ben de uçabilmek için bir rüzgârı beklemek zorunda olan karahindibayla aynı kaderi paylaşıyor olabilir miydim? Hayatı sorguladıkça içinde kaybolduğum komplo teorileriyle kafayı yemek üzerindeyken çok geç olmadan kendime bir kayyum atamadan elimin altındaki bir listeyi tamamlamaya odaklandım. Evdeki dizüstü bilgisayarımı açtım ve internet sitesindeki formu doldurdum. Telefonumda yeni açtığım instagram hesabımda biraz dolandım, annemi aradım, Happy'i yürüyüşe çıkardım ve kanepeye uzanıp bir aksiyon filmi açtım.
Sabah metroda Makato çalıştığı çevre gönüllüleri Sea Shepherd Örgütü'nü ve yaptıklarını heyecanla bana anlatıyordu. Metroda, ayaküstü sohbet ederken artık etrafımdaki kıkırdamaları duymuyor, fısıldaşmalardan rahatsız olmuyor ve rayların sesi artık nedense kulağımı tırmalamıyordu. Metro, durakların birinde aniden sertçe bir fren yaptı. Herkes bir anlık refleksle en yakınındaki arkadaşına ya da direğe tutunarak dengesini korumaya çalışırken o sırada gençlerden biri elindeki dosyayı düşürdü. Genç delikanlı dosyadan savrulan kâğıtları yerden toplarken, biz de kendimize gelince ona yardım ettik. Beni ilgilendirmiyor dercesine umursamazca kâğıtlara bakmadan toplamaya çalışsam da yerden aldığım kâğıtlardan birine bakakaldım. Denize ağ atan balıkçılar... Resimden çok etkilenmiştim, gözlerimi kâğıttan ayıramıyordum. Makato ve delikanlının pür dikkat bana baktıklarını hissettim ancak resmi elimden hiç bırakmak istemiyordum. Makato yavaşça omuzuma dokundu "İyi misin?" Kendime gelip tebessüm ederek resmi delikanlıya uzattım ve çok yeteneklisin, dedim. "Yok, abi, öylesine işte karalıyorum..." Çocuk bana bir şeyler söylerken ben, amcamın ellerimi tutup baktığı gibi uzaktan çocuğun ellerini inceledim ve "O eller sihirli, sakın bırakma." dedim. Delikanlı şapşal şapşal yüzüme bakıp gülümseyip arkadaşlarının arasına dönerken ben içimden umarım senin için geç olmaz diye mırıldandım.
Asansörün kapısı açıldı. Ben, 25. kat düğmesine basıp asansörün kapısı tam kapanmak üzereyken bizi de bekleyin, diyerek iki kadın asansöre doğru koştu. Hemen asansörün kapı düğmesine bastım. Her gün aynı metroda karşılaştığım bizim şirketin alt katındaki ofiste çalışan kadınlardı, bana selam verip asansöre bindiler. Ben asansörün gerisinde kalıp iki kadının arkasında uzakta durmaya çalışsam da yine kadınların fısıldaşmalarına istemeyerek kulak misafiri oldum. Kadınlardan biri saçını geriye doğru savururken, burnuma yine tanıdık o koku geldi. Kadın arkadaşına "Saçlarımı kestirsem mi? Çok sıkıldım" diye sordu, diğeri "Hayır, bence aralarına sarı röfle yaptır sana çok yakışır." dedi. İki kadın sürekli konuşurken, ben o kokuyu tekrar tekrar içime çektim, bu nergisti. Her sabah asansörde burnuna takılan koku meğerse bu kadının parfümünden geliyormuş. Kendimi daha fazla tutamayıp çekingen bir sesle "Pardon ama parfümünüz markası ne acaba?" diye sordum. Kadınlar önce biraz şaşırıp göz göze gelseler de sonrasında bu soru sorduğum kadını onure etmiş olmalı ki gülümseyerek terra dedi ve iyi günler dileyerek asansörden indiler. Benim ise içimde bir şeyler kıpırdanmıştı tam olarak ne hissettiğini bilmiyordum ancak içimdeki o his, o duygu... 25. kat... 25. kat, hızlı adımlarla şirketten içeriye girdim, sanki içindeki o duygu uçup gidecekmiş gibi kaybetmekten tekrar elimden kaçırmaktan korkuyordum. Merve "Günaydın, Murat Bey." dedi ancak çok acelem vardı, kafamı sallayarak direkt odama gittim. Hemen çekmeceden bir A4 kâğıdı çıkardım ve karalamaya başladım. Sürekli karaladım, karaladıkça rahatladım, hafifledim, kâğıtta karalanacak yer kalmamıştı tekrar temiz kâğıt çıkardım onu da karalamaya başladım. Kâğıtlara sürekli bir şeyler çiziyordum. Sonra sandalyeme yaslandım ve önündeki çizdiğim resimlere baktım. Lanet olsun, harbiden sihirliydiler! Onca yıl sonra halen resim yapabiliyordum, amcam haklı olmalıydı ellerimdeki sihirden hiçbir şey kaybetmemiştim. Bir hevesle yeni bir resim yapmaya başladım, bir kadın silueti çiziyordum ki birden öfkelendim. Tüm hırsımı resimlerden çıkarmak istercesine bir hışımla masanın üzerinde yaptığım resimleri elimin tersiyle fırlattım. Adını bile bilmediği birinin halen aklımdan çıkmamasına halen resimlerimde takılı kalmasına sinirlenmiştim. Resim yapmayı sırf bu nedenle bıraksam da o halen beni bırakmamış, aklımın bir yerlerinde çakılı kalmıştı, neden bu kadar acizdim, neden bu kadar korkuyordum; bilmiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Profesyonel Hayaller
General FictionTanrı adaletli miydi?Adaletli ise peki nasıl dağıtıyordu?Bu hikayeyi herkes okuduktan sonra eline bir kağıt kalem alıp hayallerini ve hayatlarını baştan yazacak. Hayatın bir matematiği var mıydı? Peki, Tanrı her şeyi hesaplamış mıydı? Hayatın olasıl...