Issız bir ormanda mahsur kalmak, düşüncelerinizi değiştirebilir. Gerçekten.
Özellikle sizin oraya girmenize neden olan şövalye hakkında zaten yeterince az olan iyimser düşüncelerinizi bir çırpıda silip atabilir.
Melie'nin ben küçükken o kaosta Jasonae ve adamlarından korumasına gerçekten minnettardım. O olmasa şimdiye muhtemelen çoktan ölmüş olurdum, Jasonae de krallığıma sonsuza kadar hükmederdi. Ama bir yandan da Melie'nin başıma açmadığı bela kalmadığı gerçeğini unutamazdım. Peşimize düşen adamlar... Peşimize düşen yaratıklar... Ah, ah...
Bazen Melie'nin beni krallıktan kaçırmasının tesadüf olup olmadığını merak ediyordum. Bildiğim tek kadın şövalye olan Melie, babam Kral Kane'in çok güvendiği adamlardan (duyara gerek yok, neyi kastettiğimi anladınız siz) biriydi gerçi. Ama babam son canıyla ona beni kurtarmasını mı söylemişti?
Keşke yakışıklı bir adam da gönderseymiş. En azından arada onu izleyip gözüm gönlüm açılırdı. O nehirde kaslı vücudunu sergileyerek yıkanırken ben de gizli gizli onu izlerdim.
Gerçekte ise anca Primanna'nın rahibe elbisesinin altından gözüken paçalı kırmızı donunu görüyorum. Ne yaratıcı gerçekten.
Uzun bir süredir atların ayak seslerinden başka ses duyulmuyordu. Melie bu durumu bozarak konuştu. "Şuradan dümdüz ilerleyelim."
Zaten bozuk olan sinirlerim Melie'nin bu sözüyle arşa çıktı. "Ne düzü lan, ne düzü? Düzü, yamuğu mu kaldı koduğumun ormanının? Her yer ağaç zaten, hepsi de birbirine benziyor. Bir yere gittiğimiz falan yok."
"Ben ne yapayım lan, daha gidiyoruz işte." Şövalye de tabii ki sinirlenmişti. Nefes alması kadar doğal bir şeydi artık.
"İn lan aşağı," dedim sesimi yükselterek. Yularını çekerek durdurduğum attan iner inmez yere eğildim. Günlerdir aç olan midem gürültüyle gurulduyordu. Açlıktan ölmek üzereydim resmen.
"Sana dedim değil mi, o hayvanı pişirip yiyelim diye." Melie atından aşağı atlarken öfkeyle söylendi. "Böyle gurul gurul guruldarsın işte. Nah bulursun artık burada yemeği."
Sessiz bir küfür savurdum Melie'ye. Yüksek sesle söylemeye çekinmiştim çünkü aç ve öfkeli bir Melie'nin neler yapacağı belli olmazdı. Prensesi dahi olsam o an beni doğramaktan çekinmezdi. Onun yerine, "Boş yapma da bir şeyler düşün,"dedim. "Nasıl çıkacağız buradan?"
Melie atları ağacın gövdesine bağlarken,"Bence yolu yarıladık sayılır," diye mırıldandım.
"Ya bırak ne yarılaması iki saattir aynı yerde dönüp duruyoruz. Acıktım zaten."
Melie, "En azından rahibeye rastlamadık," dedi. "Sahi uyanmış mıdır o cadı? Uyanmışsa kokumuzu bulması an meselesi."
Melie'yi duymazdan gelerek gözlerimle etrafı taradım. Tabii ki de her yerde soktuğumun ağaçları vardı. Ama en azından ağaçlardan yararlanabilirdik.
Melie'yi sertçe dürterek, "Kalk bakalım Hobbit," dedim.
"Ebene girsin o hobbit," dedi bir anda öfkeyle tükürükler saçarak. "Ne var yine?"
"Şu ağaçlardan birine tırman bakalım, belki bir şey falan görürsün," dedim. "Gerçi minik boyunla nasıl göreceksin hiç bilmiyorum ama. En uzun ağaç bile kurtarmaz seni."
Melie alev saçan gözlerini bana yöneltti. "Önemli olan boy değil, işlevdir Prensesim."
Sesi görünüşüne göre sakindi. Bu kadın gerçekten bipolar olmalı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sarı Kraliçe
FantasiBebekliğinde yaşlı bunak bir peri tarafından tuhaf yetenekler bahşedilen Prenses Sari'nin babası Kral Kane, tüm diyarların kötüsü olarak bilinen Jasonae tarafından öldürünce, huysuz şövalyesi Melie ve boşboğaz rahibe Primanna tarafından ülkesin Çöpl...