Dağların ötesinde, kuş uçmaz kervan geçmez bir diyarda bulunan ürpertici bir mağarada uzanıyorsanız ve eğer yanı başınızda sürekli ilahiler söyleyerek ağıtlar yakan yaşını başını almış bir rahibe varsa, uykuya dalabilmek hiç kolay değildir.
Üstelik bu ruh hastası rahibenin bir de uzandığınız derme çatma divana gelip (bunu nerden buldukları hakkında inanın hiçbir fikrim yok. Çöpün kenarından bile almış olabilirler) sürekli yüzünüze bir şeyler okuyup üflediğini düşünün. Bundan daha korkunç bir şey olamaz diye düşünebilirsiniz fakat bu sadece benim günlük rutinimin bir parçası haline geldi. Maalesef.
Rahibe Primanna, tüm koltuğu kutsal suyla çitilemesinin ardından artık uyunabilir bir hale geldiğini söylemişti. Yarı nemli yayları batan koltukta iki büklüm uyumaya çalışırken ölmeyi diledim. Tahtakuruları ise benim aksime bundan rahatsız değillerdi. İmana gelmeyi reddettiler sanırım, ısırıklarla güne uyanmıştım.
Yine birbirine benzeyen günlerden birindeydik. Şövalye Melie, "böyle cumartesi mi olur" diye sinirlenip takvimi paramparça ettiğinden beri hangi günde olduğumuzu anlamak zorlaşmıştı. Mağaranın taş duvarına attığımız çentiklerle günleri takip ediyorduk, bir mahkum gibi. Gerçi benim de onlardan bir farkım yoktu.
Ben gözlerimi kapalı tutmaya devam ederken, uyuduğumu sanan rahibe bundan faydalanarak divanın yanına tekrar iliştiğinde bozuntuya vermeden uzanmaya devam ettim; Rahibe ise okuyup üfleme işlemine. İçinden hızlıca bir şeyler saydırıp tekrar tekrar pis nefesini yüzüme üflerken ölmeyi diledim. Belki çilem son bulurdu.
Tükürük mü o? Nefesi yüzüme o kadar yakın geliyordu ki sabit durmam mümkün değildi. Gözlerimi hızla açıp yüzüme gelen ıslaklığı tükürük olmasını umarak (durumun vahimliğini düşünün) sildim ve o anda rahibenin siyah başlığının etrafına sarmalandığı oval, çirkin suratı yüzümün önünde belirdi. Sabah sabah nur yüzünü görmek ne kadar da keyif verici koduğumun rahibesi seni.
"Günaydın bahtsız çocuğum, ay yüzlü prensesim. Yüce Tanrı'nın aydınlatıcı ışığı hep seninle olsun! Bugün Pazar. Ayin günü," dedi rahibe. Oldukça tuhaf bir kadındı. Yaşlı bir kadın olmasına karşın çoşkun hormonlarını kontrol etmekte zorlanıyordu. Bunu oradan buradan topladığı otlar yüzünden olduğunu düşünüyorum. Melie ile birlikte o otları kaynatıp çorba niyetine her içtiklerinde böyle tuhaf hallere giriyorlar.
Yüzüne bakınca midem bulandı. Rahibeyi geçiştirircesine elimi salladım, orta parmağımı ön plana çıkarmayı da ihmal etmedim.
"Tanrı seni cezalandırır. Büyüğe hareket çekilmez. Hemen tövbe et."
Son on yıldır da olduğu gibi kaçak hayatı yaşıyorduk. Bulunduğumuz tehlikeli durumlar neticesiyle konaklık yerimizde üç aydan fazla kalamayacak duruma düşmüştük. Gerçi birinin bizi tanıyacağından şüphelendiğimden değil. En azından benim gerçekte kim olduğumu kimse bilemezdi. Kaçırıldığımda sekiz yaşına basmak üzereydim. Kekomanya Kralı Jasonae'nin kendisi bile yüzümü hafızasında tutacak zekaya sahip değilken, ondan da zekasız askerlerinden birinin bile beni tanımasını bekleyemezdiniz.
Rahibe ve şövalyeye gelince... Rahibe'nin gevezeliği; bırakın bu diyarı, yedi diyara hatta galaksiye yayılmış bile olabilirdi. Şövalye Melie'nin de dövmediği varlık kalmamıştı zaten. Peşimize düşen sinirli adamlara izimizi kaybettirebilmek git gide zorlaşıyordu. Bir keresinde onu bir ejderha yavrusuna saldırırken yakaladım. Neymiş, yaratık yolunu kesmişmiş. Kimse Melie'nin yolunu kesemezmiş. Ruh hastası ergen seni.
Her neyse, ben iğrenç geçmişimi anlatıyordum. Nerede kalmıştım? Heh.
Bu Şövalye bozması ve manyak Rahibe, Kral babam pislik Jasonae tarafından öldürüldüğünde, krallığın gerçek bir varisi sağ kalmalı diye düşünerek beni Jasonae ve onun keko ordusundan kaçırmaya karar vermişler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sarı Kraliçe
FantastikBebekliğinde yaşlı bunak bir peri tarafından tuhaf yetenekler bahşedilen Prenses Sari'nin babası Kral Kane, tüm diyarların kötüsü olarak bilinen Jasonae tarafından öldürünce, huysuz şövalyesi Melie ve boşboğaz rahibe Primanna tarafından ülkesin Çöpl...