Episode 14 - Yeterince erteledin, oyun bitti

139 19 5
                                    

TXT - Magic Island

                               _

Bazen değiştirebileceğiniz bir geleceği erteleyerek berbat etmek, yaşadığınız zaman sırasında rahatsız edici olsa bile dayanılabilinir iken hazırlanan son, üzerinde bir denge tutturulan ipin kopma noktasıdır. Hayatta kalmanız için gerekli olan basit gereklilikler bile değersizleşmiş benliğiniz tam anlamıyla bir külfet olmuştur artık.

Eğer yeterince cesaretiniz varsa bir sonraki güne uyanmamak isterisiniz. Fakat tembelce bir utançla aklınızın bir köşesinde şu an yaşadığınız hâl, hâlâ kurtarılabilinecek olan başka bir olasılığı da kendisiyle getirmişti. İğrenmeye başladığınız kendiniz de her geçen gün beyaz yastığınıza başını koyduğunuzda bunun oldukça bilincinde olmasına rağmen erteleme hastalığınızdan kurtulamazdınız.

Kendi kısır döngünüzün içinde sorgulanmadan hapsolmuş durumdaydınız. Ve üzerinize örülen kafesin şerefine utanmazca kadeh kaldırırdınız.

'Lanet hayatımın şerefine! İçelim dostlarım!' Ve tabii ki, dostlarınız da aptal ilüzyonunuzun küçük parçalarından bir tanesinden başka bir şey değildi.

Park Jimin için de gözlerini açtığı soğukluk, terk eden değil de edilen olmanın göğsüne yaşattığı darlık, sağ avuç içiyle nazikçe okşağı kırışık çarşafın boşluğu zihnindeki kan kırmızısı cambaz ipinin esnek bir tonda iki parçaya ayrılmasına neden olmuştu. Hayalinde oluşturduğunu fark ettiği ilüzyonun, dağılan bir duman sisi gibi hyungunun şu ana kadar tam olarak görebildiği kırgın yüz ifadesi sanki canlanmış, tavana odaklı boş bakışları kendisine dönecek gibiydi.

Gerçek bir kadavranınkilerden daha koyu olan göz bebekleri, kısık çekikleri arasından fırlamak üzereymiş gibiydi. Bir kar tanesi kadar beyaz ve olağanüstü güzellikte olan teni sararmış, vişneleri küstüren kırmızı dudakları içindeki kan, kendini belli etmek istememiş olacaktı ki yanakları gibi renklerini kaybetmişlerdi.

Mekanik bir hareketle ona doğru dönen cansız baş, yaşadığı şoktan kurtulmuş iğrendiği sevgilisinin buğulanan göz bebeklerini alaylı gülümsemesiyle karşılarken renksiz dudaklarını aralamış ve Jimin'in de ruhunun bedeninden ayrılmış gibi sararmasına sebep olmuştu.

"Aldatıldım, yanlış mıyım?" Duyduklarıyla yattığı yerden doğrulmuş, yüzüne kondurabildiği en gerçekçi ifade ile konuşmaya çalışmıştı.

"H-Hayır hyung, yanlış anladın!" Bir çırpıda söyledikleri kelimeler mimiklerinde bir değişiklik oluşturmamış, yavaşça dağılan silüet iğrenmiş bir yüz ifadesine bürünerek Jimin'e bir yalancı muamelesi yapmıştı.

"B-Bekle Yoongi. Öyle bi-" Tamamen kaybolmak üzere iken saf nefretin gözlerine yansımasıyla parlayan koyuluklar ve hırsla burnundan verilen nefesiyle son sözü hayali Yoongi söylemişti.

"Kapa çeneni Jimin! Başından beri tek yapabildiğin bu, onu da mahvetme!"

Sabahın ilk ışıklarının usulca süzüldüğü küçük odanın duvarlarında, Park Jimin'in hıçkırıkları yankılanırken Min Yoongi, sonunda ulaştığı sevgilisini terk etmişti.

                              _

Boş bakışlar, kızarık bir yüz, şişmiş dudaklar ve kısılarak kalınlaşmış ses. Kim Taehyung'un nefret ettiği abisiyle ilgili ikinci betimlemesi kesinlikle bu olurdu.

Öğle saatlerinde henüz yeni sakinleşip Jungkook'un ısrarlarıyla konuşmayı kabul etmesi üzerinden henüz bir dakika bile geçmeden, küçüğün Tanrısına bu iki kardeşi birleştirmesi için yaptığı dualar kabul olmuş gibiydi.

Adreslerini büyük ihtimalle dün gördüğü Jin'den almış olmalı düşüncesiyle kapıyı araladı. Omuz hizasında görmeyi beklediği yüz yere kapaklanmış yaptığının yüzsüzce geldiğini belirterek Yoongi'nin yerini biliyorsa söylemesini istemişti.

Çünkü Namjoon'un belirttiği üzere onu konuşması için zorlamış, Seokjin'in hacker olduğunu öğrenince telefonunu bile yanına almamıştı. Bağlantı kurabileceği başka bir ihtimal de Jungkook'tu. Bir süre kafenin kapalı kalacağı hakkında bilgilendirme yapması gerekiyordu Yoongi'nin.

Jimin ise bu sefer, kendi hazırladığı sonu değiştirmek istemişti. Bu sefer, sevgilisinin kendisine gelmesini değilde onun gitmesi gerektiğini biliyordu.

"Öncelikle, içeri gir." dedi Taehyung şaşırtıcı bir sakinlikle. Tepkisine Jimin bile şaşırmıştı. Kardeşinin ona karşı sert olmasını ve kovmasını bekliyordu, gururunu hiçe sayarak yalvarmak için kelimelerini hazır etmişti bile.

Sonuna kadar açılmış çekik kahveleri Taehyung'un beklemekten sıkılan yakışıklı yüzünde bir an gezinmiş, ardından hemen üstünde biriken tozları silkeleyerek küçük adımlarla geniş daireye girmişti.

"Baştan söyleyeyim, Yoongi-hyung'u üzersen seni lime lime edip köpek balıklarına atarım haberin olsun." Asıl bilginin kendisinde olduğunun bilincinde olan Jungkook, gizlice hayran olduğu hyungu konusunda çok hassas olan yapısı sebebiyle kesin bir şekilde konuştuğunda Jimin hızla başını sallamış, her an kalkmaya hazırmış gibi ucuna oturduğu tekli koltuğun karşısına kurulan üçlüye rahatça yayılan çifte dikmişti kararlılıkla gözlerini.

"B-Bu sefer-"

"Her neyse, ne kadar kararlı olduğunu anladık. Jungkook-ah, söyle de gitsin düzeltsin arasını. Sonra bizim işimiz var." Eski ajanın zihni ona oyun oynuyor olabilirdi belki ama bugün konuşması bir günahmış gibi kendisi dahil kimse izin vermiyordu. Bu yüzden sessizce dudaklarını birbirine bastırarak buğulu gözlerini ayak parmaklarında, öylece bekledi. 

"Yoongi-hyung dedi ki, eğer hatırlıyorsan seni bir yerde bekleyecekmiş. Özel dedi. Biliyorsan şansın olur dedi. Yoksa bittin yani. Yüzüne bakmaz. Sürünürsün böyle kapısın-" Taehyung'un sevimli seslenişiyle kendine gelen Jungkook, kendinden emin konuşmasının bitmesini beklemeden Jimin'in çoktan kapıyı ne yaptığını bilmeyerek neredeyse kırar gibi çarpıp çıktığını duydu.

Asılan suratını sevgilisine çevirdiğinde onun gülmemek için zor durduğunu fark etmiş, hayati bir bilginin kendisinde olduğu havasını atamadığı için üzülmüştü.

                               _

Koşuyordu. Oksijenin onu teğet geçmesine izin verip yorgunluğunu yok sayarak, sadece burnundan akan sümüklerden kurtulmak için yavaşlayarak koşuyordu.

Kendisine verilen şansı en iyi şekilde nasıl kullanabileceğini düşünüyor, hızlı bir şekilde etrafındaki dükkanları tarıyordu. 

En son gözüne ilişen bir marketle yavaşladı. Durduğunda rahatlayan akciğerleri biraz hava için hızlı hızlı şişerken içeri girdi ve alabildiği kadar kavunlu ekmek doldurdu eline. Bunlara bayıldığını biliyordu.

Kasaya ulaştığında telefonun ne kadar harika bir icat olduğunu kendine tekrarlarken unuttuğu cüzdanı yerine ödemeyi yapmasını sağlamıştı. Belki arar diye aklına gelmese telefonunu bile unutabilirdi de aslında.

Hiç zaman kaybetmeden heyecanlı hızlı adımlarını, tekrar henüz lisedeyken evlendiklerinde alacaklarını kararlaştırdıkları eve yöneltti. Yolda rastladığı ve bir diğer mucize olduğunu düşündüğü çiçekçiye uğrayıp gözüne güzel gelen ne varsa doldurduktan sonra kafeden çok da uzak olmayan eve varmıştı bile.

Fakat henüz kendisini göstermesi için erkendi.

Fakat bu sebeple sessizce bıraktığı hediyeler, Min Yoongi tarafından kafeye geri postalanmıştı.

Agent | YoonminWhere stories live. Discover now