Episode 7 - Chimmy in The House

190 30 4
                                    

Jimin etrafını gözleriyle çabucak taradığında tehlike oluşturabilecek bir nesne veya kişi fark etmediğinden metal kapıyı seri bir şekilde yumruklamaya başladı. Kısa sürede kapı gıcırdayarak aralandığında sarı saçlarıyla altı numara Jackson görünmüştü. Her zamanki gibi gülümseyerek Jimin'in geçmesi için kenara çekilirken hiç beklemeden ilkyardım malzemelerini hazırlamaya gitmişti.

Eski kanepelerden birine yerleştiği sırada siyah kısa kollusunu sıvayıp derin yarayı daha net görünür bir hale getirmişti. Alkolün yakıcılığı yüzünü buruşturmasına yol açtığında Jackson'a o an yapabildiği en kızgın ifade ile baktı. Çinli gülümsemesini daha da genişletirken alayla "Rica ederim Chimmy." demişti.

"Ne içi-?" Jimin'in anlamayan bakışları, gülümsemenin kıkırdamaya dönmesini seyrederken görüş açısına giren iğne sebebiyle sözünü yarım bırakmıştı. Hayretle açılan gözleri resmen merhamet için yalvarırken sarışın başını iki yana sallayarak reddetmişti onu.

"Kolunu kurtardığım için tabiki."

"Jackson hayır iğne olma-" Derisinde hissettiği baskıyla yüzünü bir refleks olarak buruşturduğunda çabucak bitmesi için dua etmeye başlamıştı. Lanet iğneler demişti nefretle içinden.

Jimin'e bir asır gibi gelen dikim işlemi sonunda bittiğinde kanepeye gömülürken kasılan çenesini serbest bırakmış ve derin bir nefes alarak rahatlamıştı. Eli bilinçsizce sargılı koluna gittiğinde ise açılan uykusu bir süredir bastırdığı merakını harekete geçirmişti.

"Jackson şimdi zamanı olmadığını biliyorum ama.. Sana bir şey sorabilir miyim?" Giydiği eldivenleri, hâlâ açık olan ilkyardım kutusunun önüne fırlatan Çinliden gelen onaylar mırıltı devam etmesini sağlarken gözlerini metal tavana çevirmişti.

"Şey.. Ne zamandan beri biliyorsunuz?" Jackson içten gülümsemesini saklamadan ona döndüğünde her ne kadar görmese de neşeli cevabı onu afallatmıştı. "Hope seni Amerika'ya göndermeden önceki zamandan beri." Chim'in yüzü hayretle sarışına çevrilirken bir şeyleri yerine oturtamadığını anlamış, oturduğu sandalyeden kalkarak boş kalan bir diğer lacivert kanepeye yerleşmişti.

"Bunu sana anlattığımı öğrenirse Mark beni öldürür. Ama o şu an burada değil ve ben, sır saklama konusunda da aslında pek de başarılı değilim." Dedi ve heyecanla yerinde kıpırdanırken sözüne devam etti. Kaos yaratma fikri çok hoşuna gitmiş olmalıydı.

"Şimdi en başta bizim müttefik olmamız gereken kişi Hope'tu."

"Nasıl yani, o hep sizin tarafınızda değil miydi?" Onaylamadığını belli eden şekilde başını iki yana salladı. "Bu imkansız çünkü o yüzde yüz ülkesine sadık bir ajan. Biz ise.. Şey daha çok işimize ne gelirse yapıyoruz? Her neys- Ah, Mark! Hoşgeldin." Jackson gerginliğin karışık olduğu gülüşüyle hızla kurulduğu kanepeden kalkarken konuşmuştu. Yüzünde taşıdığı ifadeyi olabildiğince düz tutmaya çalışırken Jimin'in kıkırdama sesinin kurtarıcısı olmasını umuyordu.

"C-Chim de burada!" Gereğinden yüksek çıkan sesine kısık bir küfür eşlik ederken ortağının bundan bir anlam çıkarmamış olmasını diledi fakat Mark çoktan tek kaşını kaldırarak şüpheci yüz ifadesini takınmıştı bile. Jackson'ın her bir hareketini dikkatle incelerken boşalan kanepeye oturduğunda Jimin'e dönmüş ve sorgulama işini bir süreliğine kenara bırakmıştı. Oradan nasıl kurtulduğunu bilmiyordu ve umrunda da değildi.

Yutkunarak boğazındaki yumruyu midesine doğru iterken oturduğu yerde rahatsızca kıpırdandığında bir şey söylemek istediği ama bunu dışa vurmak konusunda kararsız olduğunu belli ediyordu. Temkinli bir şekilde yanına yerleşen Jackson'a ters bir bakış attıktan sonra çatık kaşlarıyla kolundaki sargıyı incelemeye başlayan Jimin'e döndü.

Dudaklarını aralasa da kelimeler dilinden dökülmeden önce durdurdu kendisini. Henüz erkendi. Şimdi Min Yoongi ile görüşürse vazgeçebilirdi ve bu, istedikleri son şey bile değildi.

"Chim, sana neler olduğunu sorup sıkmak istemiyorum o yüzden sadece bugün için dinlen olur mu?" Dedi en nazik ses tonuyla. Jimin'den yorgun bir evet cevabı aldıktan sonra bu sefer gözlerini kısarak delici bakışlar atan Jackson'ın odağı olmuştu. Ortağını kandırmak her ne kadar kolay olmayacak olsa da şimdilik ağzını açmaması konusunda anlaşabilirdi onunla. Çevik bir hareketle kolundan yakalayıp arka odaya çekip her şeyi sonra açıklayacağına dair söz verdiğinde sarışının sesini çıkartmamasıyla rahatlayarak derin bir nefes aldı.

Park Jimin'in ana karakteri olduğu bu senaryo bir süre daha sona ermeyecek gibi görünüyordu.

----

Bitmişti. Her şeyi tekrar ve tekrar avucunun içinden kayıp derin bir okyanusun içinde batıyordu. Ona ulaşamazdı, bu sabahki gibi silüetini dahi göremezdi.

Ellerini saçlarına atıp yolarcasına geri çektiğinde pişmanlığı onu deli ediyordu. Keşke, dedi bağırmaktan kısıklaşan güçsüz sesiyle. Sadece onu gördüğüm an ismini haykırabilseydim. Böylece Jiminie, bu haksız sona ulaşmak zorunda kalmayacaktı.

Gözlerini sertçe birbirine bastırdığında onu bulmak için hiç çabalamamış olmayı, bütün bunların kötü bir kabus olmasını diledi. Uykusundan bir kedi gibi esneyerek uyanacak ve Kore'de olacaktı. Jimin'in nerede olduğunu bilmeyecek fakat nefes aldığını hissedecekti. Aldığı kesik nefesleri onu boğmayacaktı.

Telefonuna art arda gelen bildirim sesleri bulanıklaşan zihnini biraz da olsa kendine getirirken sonsuza kadar titreyecekmiş gibi duran telefonu istemeye istemeye de olsa eline aldı.

'Hyung, PJ şu an otele biraz uzakta kalan bir evdeymiş.'

'Konumunu atmamamı ister misin?'

Anında süzülmeye başlayan göz yaşları ekranın üzerindeki yerlerini alırken titreyen elleriyle daha sonra çok pişman olacağını bildiği bir cevap yazdı.

'Hayır. Henüz buna hazır değilim.'

Park Jimin'i belki de ondan uzakta küçük bir ihtimal de olsa daha güvende olurdu.

Agent | YoonminWhere stories live. Discover now