15

5.5K 692 209
                                    

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Kırılan kalbimi sarmalayıp bir müzeye kaldıramadığımdan sabaha kadar sinirden ve üzüntüden kızarmış yanaklarla yatağımda dönüp durmuştum. Güney'in ne demek istediğini biliyordum. Güney'e hak da veriyordum üstelik. Anıl'la ne kadar yakın olduklarını inkâr etmenin bir anlamı yoktu. Liseden beri yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Gerçekten kardeş olsalardı birbirlerine ancak bu kadar bağlı olabilirlerdi. Bunları anlıyordum. Ama aşık gibi sevmezsen kardeş gibi sev beni diyemem Güney, kusura bakmayacaksın.

Ömrüm boyunca asla duyamayacağımı bildiğim sözleri duymuştum ben. Kalbimin odaları genişleyip içime sığmaz olmuştu. Eksik kalacağına inandığım ne varsa tamamlanacaktı. Güney'i seviyordum. Onu ilk defa ağabeyimin yanında dünyanın en ciddi suratlı ergeniyken gördüğümde kalbimin attığı taklayla başlayan bir aşkla seviyordum. Mavi gözlerinin bir tek bana kör olduğunu bildiğim gerçeğiyle seviyordum. Bu aşkı inkâr edemiyor, başımdan atamıyor ve geçirmeyi bir türlü başaramıyordum.

Şule'yle sabah yaptığımız telefon görüşmesinde hala umutsuzluktan kıvranıyordum. "Adama bin türlü hakaret ettim." Sesim ağlamaklı çıkıp beni bile sinir ediyordu. "Salaksın dedim, taş kafalısın."

"Hak etmeseydi!" diye telefonun diğer ucundan yükselen arkadaşım teselli verme konusunda pek başarılı olamıyordu. Güney'in hislerinden her zaman emin olduğunu söylerken kafamı soğuk mermerlere vurmak istiyordum ben de. Adamın beni görebilmesi için bir on yıl geçmesi gerekmişti. Körlükten mustarip olmadığına göre arkadaşımın pembe kalpler fışkırtan hayallerinin de doğru olmadığını biliyordum. Yine de dün gecenin hatıralarını silip atamıyordum elbette. Bana sarıldığı her seferi zihnimde baştan sarıp izliyordum. Her dokunuşu, sözü, bakışı kalbimde ilmek ilmek işlenmiş vaziyetteydi. Tek sorun bunun için savaşmayacaktı. Savaşamazdı. Bizim için bir saniye bile mümkün değildi, kendi ağzıyla söylemişti.

Şule doğum gününe hazırlanıp hiçbir şey olmamış gibi gitmem gerektiğini tembihledikten sonra telefonu kapamak zorunda kalmıştık. Günün geri kalanında sadece karpuz tüketip anneme akşam planlarımızı anlatıp bir pürüz çıkarmasını bekleyerek geçirmiştim. Canım annem doğum günümü dışarda kutlamama hiç gücenmeyip çekirdeğini çıtlamaya devam etmişti. Nerede kaldı analık, nerede kaldı aile birliği.

Anıl asık bir suratla hazırlanmaya başladığında bana da başka bir çare kalmamıştı. Zaten her koşulda Güney Yaman'ı görmek istiyordum. Ağabeyim de eski sevgilisini görmek istiyordu anlaşılan. Askıları dolabın içinde bir savaş varmış gibi seslice kenara iterken ne giyineceğimi bilmiyordum. Bunun için günler öncesinden karar verecek hevese sahip değildim. Hiçbir zaman olmamıştım. İnanmayı sonuna kadar reddedeceğim bir doğum gününe hazırlanmak zulümden sayılmalıydı.

Çekeleyip durduğum askılardan biri diğerine takılınca sinirle gözlerimi devirdim. Askıyı ve doğal olarak elbisenin ipini diğer askıdan kurtardığımda kaşlarımı yukarıya kaldırmıştım. Bugün için giyinmeyi düşüneceğim bir model değildi aslında. Aynanın karşısına geçip askıyı boynumdan doğru üzerime tuttum ve siyaha yakın bir yeşille boyanmış elbisenin duruşunu üstünkörü kontrol ettim. İçimdeki o kindar dürtü beni rahat bırakmadığından dolayı üstümdekilerden çabucak kurtulup incecik askıları olan elbiseyi üzerime geçirdim. Bembeyaz tenimin neredeyse parlamasına yol açacak kadar güzel bir kumaşı vardı. Vücudumu sarıp sarmalamıştı ve etek kısmı hemen dizlerimin üzerinde son bulmuştu.

Rüyalar Gerçek OlsaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin