7.Bölüm-Belkiler

139 18 24
                                    

*Zaten kayıptım. Daha ne kadar kaybolabilirim ki?


Öylesine şiddetli bir baş ağrısıyla uyanmıştık ki ikimiz de gözümüzü dahi açmadan ellerimizle birbirimizi yoklamıştık. Rüzgarın tenime çarpmasıyla irkildim.

"Camı açtığımızı hatırlamıyorum." Hala gözümü açmıyor oluşum sadece içinde bulunduğum olayın beni ürkütmesinden dolayıydı.

"Açmadık." Sehun'dan duyduğum sözle gözlerimi aralamıştım. Kulağımı gıdıklayan şey çarşaf değildi çünkü. Çimlerin üzerinde birbirimize bakıyorduk öylece. O da olayın şoku içerisindeydi. Üzerinde tek parça bir elbise vardı. Benim de öyle. İkimizin rengi birbirinin zıttıydı.

"Bu işte bir terslik var siyah olan ben olmalıydım." Dedi şakayla karışık.

"Sandığın kadar beyaz değilimdir belki. Ve belki sen de sandığın kadar siyah değilsindir." Dedim ve gökyüzünün yaşadıklarımıza ters şekilde olan berraklığına döndüm.

"Belki de artık ben sen, sen ben olmuşsundur." Dedi nereden geldiğini anlayamadığım bir düşünceyle.

"Nasıl yani?" Gülmesini duyduğumda yanaklarım kızarmaya başlamıştı çoktan. Utandırmayı bilen bir herif olduğu besbelli...

"Hem o anlamda hem de nedensizce kendimi çok gerçek hissediyorum. İnsan gibi. Ya da lanetlenmemiş gibi."

"Lanet mi?" Bu sırada ben de kendimi tam tersi şekilde boğuk ve durgun hissediyordum.

"Bence bu lanetten başka bir şey değil. Şeytan cinlerden bir kızı öyle çok severmiş ki bir gün o ölecek diye cehennem meyvesini çalmış. Şifa onda diye ne yollar denemiş oraya girmek için. Ama o yetişemeden kız ölmüş. Lilith diyor bazıları bu kıza. Bazıları Layla. Türlü belalar gelmiş ikisinin başına. Şeytan her gün acısından ve hırsından kudurmuş. Bazılarımız hala şeytanı savunur hatta. Öyle büyük bir çoğunluk savunmuş ki bizim üstümüze bir görünmez perde inmiş.  Siz göremeseniz de biz görüyoruz. Dokunmak istesek de dokunmuyoruz. Çünkü lanetin daha da büyümesi korkutuyor. Sonsuz ateş korkutuyor. O sınırı aşanlar yok mu, var. Ama çoğunluk insanlara dokunmuyor. Yine de bu lanetlenmişlik hissini asla azaltmıyor." Uzaklara daldığında parmağımı yanağında gezdirdim.

"Beni hissediyor musun?"

"Seni yaşıyorum."

"Biz sınır tanımadık. Ne erkek olman umrumda oldu ne de benimle aynı olmaman. Belki de bazen sınır tanımamak gerekir."

"Sevmek bedene hayranlık olmasa gerek o halde." Gözlerime baktı.

"Yine de hala gözlerinin çok güzel olduğunu ve beni etkilediklerini düşünüyorum." Elim yanağından çenesine doğru ilerledi. Ağzım açık onun mimiklerini izliyordum. Nefesimi tutmuş konuşmasını sindirmeye çalışıyordum.

"Bedenden ibaret değil. Ama ne bedenime ne kalbime engel olabiliyorum Sehun. Dün böyle değildi. Dün susabiliyordum. Şuan ise kelimelerimle kelimelerin boğuşsun istiyorum. Kimsenin bizi bulamayacağı bir yerde saatlerce konuşalım istiyorum."

"Öyle bir yer olmasa da seninle konuşurken dünya umurumda olamıyor benim. " Ne ara büyülendin bana böyle demek istedim. Neden bana hiç belli etmedin demek istedim. Ama elbetteki diyemedim.

Saçları alnına çarptıkça çarpan yerlerin rengi değişiyordu. Sanki saçları yanmakta olan bir ateşti ve gözlerindeki boşluğa aniden hapsolacak gibiydim. Öylesine zifirileşmişti ve öylesine parlıyordu ki gözlerim dolup taştı.

Bir varlık bu kadar güzel olabilir miydi?

Kendime bu soruyu sorduğum anda elime değen teni kayboldu. Bir anda ayaklarımın üzerine düştüm. Ani basınçtan acıyan canımla dişlerimi sıktım.

GÜMÜŞSERVİ - HunHan Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin